Yazar: 16:00 Öykü

Balayında Pişmanlık – Bölüm: 3 (Final)

Sedef’in öteki ilişkisi büyük bir titizlikle yürütülüyor, gizli kalması için elden gelen her şey yapılıyordu. Öyle ki, Ergin bile bu ilişki için bir tür uşak durumuna düşmüş bulmuştu kendisini. Yapabileceği pek bir şey yoktu. Yaptıkları duyulacak olsa, evliliğinin içeriğini bilmemelerinden ötürü herkes onu bir zavallı olarak görecekti. Üstelik evliliğinin içeriğini bilecek olsalar bile bu durumu aynı biçimde, dahası bundan da kötü bir sözle açıklaması olası pek çok kimse de bulunuyordu çevresinde. Kaldı ki onun çabası da bütün bunların duyulmaması adınaydı. Her şey ya en kötü biçimiyle duyulacak ya da hiç kimsenin kulağına gitmeyecekti. 

Ortada hiçbir neden bulunmuyorken bile türlü söylentiler açmakta ne denli usta olduğunu kanıtlayan toplumun, ortada geçerli bir neden, eşsiz bir söylenti olanağı varken bunu geri tepmesi, elinden kaçırması beklenebilir mi? Dilediğinizce gizlemeye çalışın, bunun için tüm gücünüzle uğraş verin, bir nedene ya da bir kanıta bile gereksinim duymayan ağızların, tüm gözlerden sakınılan bir gerçeği koklayıp da bulmasının, hiç değilse sezmesinin bir yolu kesinlikle bulunur. Konuşulanları engellemeye olanak yoktur. Kanıt bırakmamaya, söylenenleri yadsıma şansının elinizden alınmamasına özen göstermeniz gerekir. 

Ergin için söylentiler can yakıcı olmaktan çıkmaya başlamıştı. Yalnızca gerçeğin apaçık bir biçimde ortaya çıkmasından, böylece çevredekilerin düşüncelerinin bir kuruntudan başka bir şey olmadığını söyleme şansının kalmayacak olmasından ürküyordu. Olaylar bu noktaya geldikçe, söylentiler artıp da âşıklar günden güne arsızlaştıkça, Ergin’in onlara karşı takındığı ve bu durumda pek saçma görünen babacan tavrı daha güçlü biçimde ortaya çıkıyordu. Bunu görenlerin inanamayacak olmasına kuşku yoktu ancak gerçek şuydu ki, Ergin, onlar ne vakit yakalanmak üzere olsalar, onları koruyan, kanatları altına alan bir büyükleri gibi davranıyordu. En büyük talihiyse, söylentilerin henüz söz konusu âşığın kim olduğu üzerine bir varsayım olmaksızın çıkmış olmasıydı. Gerçek âşığın adı söylenecek olsa, onları Ergin bile kurtaramayabilirdi. 

Örnek vermek gerekirse; bir gün, sözünü ettiğimiz âşık ile Sedef gizli bir köşede öpüşmekte, koklaşmaktayken bir ses işitmişler ve kısa bir an içerisinde toparlanmışlardı. Henüz görülmedikleri, yaptıkları anlaşılmamış olduğu için pek talihliydiler ancak yine de durumun kurtarılacak, toparlanacak bir yanı yoktu. Bulundukları eve kocasıyla birlikte çağrılmış olan Sedef, yanındakinin tersine, yakalanmaktan çok kocasının önünde bu durumun ortaya çıkmasından, o bunu biliyor olsa da herkesin önünde bu gerçeğin yüzüne bir kez daha vurulmasından korkuyordu. Tam bu sırada, âşıkların üzerindeki koruyucu kanatlar açılıverdi. Ergin de söz konusu yere geldi. Âşıkları yakalayan yaşlı adamın yüzüne bile bakmaksızın -gerçekten yapamadı bunu- Sedef ile yanındaki âşığa yönelerek konuşmaya başladı. Gülmek için zorluyordu kendisini. 

“Ben de sizi arıyorum. Bu balkona değil, öteki balkona çağırmıştım.” 

Son derece gülünç görünse de bu sözleri etmek zorundaydı. Niçin bu insanları balkona çağırdığı üzerine bir soru sorulacak olsa, bunu yanıtlayamayabilirdi ancak kısa bir süre oyalandıktan sonra bunun için de parlak bir düşünce aklına geliverdi. 

“Şu yandaki balkonun manzarası olağanüstü. Orada oturmayı, biraz söyleşmeyi önermiştim ama terslik, yanlış yönlendirmişim bizimkileri.” 

Yaşlı adam pek inanmamış, başını öne eğmiş ve balkonun içinde dolanmaya başlamıştı. Anlaşılan canı sıkılmış, bir hava almak, belki bir sigara içmek istemişti. Ergin, yalvarır gibi peşinden yürüdü adamın. Kırışık dolu yüzüne bakıp gülümsedi, bir sigara uzattı. O yüzde kendisine inandığını gösteren bir anlatım görmeyi umuyordu. Yaşlı adam bunu göstermeyecek olsa, sabaha dek onu orada oyalayabilecek gibiydi. Duruşundan, yalvarırcasına konuşmasından ötürü, bu adamın önünde eğilmemek için kendisini çok zor tuttuğu sanılabilirdi. 

“Bir sigara içmez misiniz? Buyurun! Buyurun, lütfen benden yakın! Biz de bir sigara içmek, manzarayı izlemek istemiştik. Siz de katılın bize. Buranın manzarası da güzel -Sedef’e döndü- öyle değil mi hayatım? -Yeniden yaşlı adama çevirdi başını.- Sizi eşimle tanıştırayım. Üzgünüm, adınız nedir acaba?” 

Yaşlı adam, acır gibi bakmamak için kendisini pek güç tutuyordu. Bakışlarını kaçırmış, birkaç saniye içinde kendisini toparladıktan sonra ancak bakabilmişti Ergin’in yüzüne. 

“Veli.” 

“Memnun oldum efendim, çok memnun oldum! Eşim Sedef, Veli Bey. Benim adım da Ergin efendim. Çok memnun oldum. Sizi beyefendiyle de tanıştırayım. Eşimin uzaktan akrabası olur kendileri. Ergin Bey…” 

Nasılsa Sedef’in sevgilisinin adını sormak, öğrenmeye çalışmak aklına gelmemişti. Nasıl olup da bunu yapmadığına, varlığından ötürü tiksinti duyduğu bu adamın hiç değilse adını bilmek için uğraşmadığına şaşıp kaldı. Sedef kurtardı kendisini. Kahverengi gözleri dolmuş ancak henüz gözyaşı dökülmemişti. 

“Selim.” 

Bunu söyledikten sonra bu balkonda daha fazla duramayacağını anladı. Kapıyı çarpıp eve girdi. Selim de ardından bütün bu uğraşı boşa çıkaracak bir biçimde geçti eve. Ergin, bu adamın yılgınlık verici düşüncesizliği karşısında duyduğu çaresizlikten olsa gerek, tüm uğraşından kısa bir an içerisinde caydı. Bakışlarını, gidişini izlediği genç adamdan alıp yaşlı adama yönlendirdi. Gülümsemeye çalışmadı. Sigarasını içmeyi sürdürdü. Balkonda bulunan siyah renkteki korkuluğa dayandı. Pek korktuğu yüksekliğe aldırmıyordu artık. Yaşlı adam yanına doğru yanaştı. Sigaralar söndürüldü. Veli’nin kırışmış sol eli, Ergin’in sağ yanağına babacan bir tavırla dokundu. Üzülmemesini, tüm bunların bir gün son bulacağını söylemek ister gibi bir dokunuştu bu. Sonunda konuştu. 

“Şuraya baksanıza! Kim bu manzarayı izlemek ister? Her şeyi anladım ben evladım. Yalnız, bir an önce bunlardan kurtulmaya bak!” 

Bunları söyledikten sonra, tüm bunların aralarında kalacakları üzerine bir güvence verir gibi gözlerini bir saniye kadar kapalı tuttu yaşlı adam. Sonra da çekip gitti. Böylesi bir durumda hiç kimsenin yerden oldukça yüksek bir balkonda bir başına bırakılmaması gerektiğini düşünememişti. Yine de korkulan olmadı. Ergin de kısa bir süre sonra içeri geçti. Ne denli bir başına çıkmak ve sokaklarda yürümek isterse istesin, eşiyle birlikte çıkmayacak olmasının çok ağır sonuçlar doğurabileceğinden korkuyor, bu yüzden de ona böylesine sessiz ve onurlu bir tepki gösterme arzusunu bastırmak zorunda kalıyordu. 

O günün sonunda olağanüstü bir olay yaşanmadı. Her günün benzeri bir gün geçirmişçesine köşelerine çekilmiş ve biraz bunu yapmakta zorlanmış olsalar da uyumuşlardı. Bundan sonra da buna benzer günler geçirmişler, kimilerinde yakalanmaktan kurtulup kimilerinde de Veli’ye benzer, ağzı sıkı birer sırdaş bulmuşlardı. Yine de konuşulanların önünü almaya olanak yoktu. Sonra bir gün, tüm bu yaşantı, tüm bu işleyiş, bir an içerisinde tepelerine yıkılıverdi. Sedef ve Selim, birlikte yakalandı. 

Âşığın evinde yatmışlar, yeni güne başlamaya koyulmuşlardı. Birlikte kahvaltı ettikten sonra Sedef toparlanmış, Selim’in diretmesine karşılık kocasının yanına gitmek üzere hazırlanmaya başlamıştı. 

“Hiç böyle yapmamıştık. İlk kez oluyor bu. Bu gece kendisini ne kötü hissettiğini düşünmek bile istemiyorum.” 

“Yapma! O da biliyor evliliğinizin gerçek olmadığını.” 

“Ama en başında gerçekti. Önceden anlaşıp da birilerini aldatmak için evlenmedik biz. Birbirimizi severek evlendik. Ona böyle davranmaya hakkım yok. Onu da düşün!” 

“Nasıl evlendiğiniz beni ilgilendirmiyor. Söylediklerini geri çevirmedi, dahası evlenmemiş gibi yaşamayı kabul ettiğini de söyledi. Onu düşünmeni istemiyorum.” 

Sedef, bu sözler karşısında iki karşıt duyguya kapıldı. Öncelikle, Ergin’in bu adamdan en ufak bir anlayış göremiyor olması sıkıntı vericiydi. Öte yandan, geleceğe ilişkin belirsizliğin ortadan kalkması açısından bu sözler son derece önemli, neredeyse sevinç vericiydi. Bunları duyduktan sonra söylenmesi gerekeni söylemenin bir sakıncası olmayacak diye geçirdi içinden. 

“Boşanacağım yakın zamanda. Her şey yoluna girecek. Biz de evlenip yaşamımızı yeniden kurabileceğiz.” 

Bu evlilik sözü, âşığı büsbütün şaşırttı. Bunlar hiç konuşulmamış, ilk kez ortaya atılmış gibi şaşırmış bir yüzle baktı Sedef’e. Bir karşılık vermedi ancak olumsuz bir yanıt aldığını çok net bir biçimde görebildi genç kadın. Evden çıktı. İşte, başlarına gelen yıkım da tam bu anda gerçekleşti. Koşullar yakalanmaları için hazırlanmış gibiydi. Evden çıkan kadın, peşinden yalvarırcasına gelen sevgilisi ve tam o sırada, başka bir vakit yokmuş gibi oradan geçmekte olan bir komşu. Tüm olanaklar başlarına gelen yıkım için seferber edilmişe benziyordu. Sedef evine döndü. Ergin’i her vakit olduğu gibi perişan bir durumda buldu. Bir ayrımı yoktu önceki günlerden bunun da. Daha kötüsünü yaptığını düşündüğü her an, en kötüsünü zaten yapmış olduğunu seziyordu Sedef.  

Birkaç gün içinde, yakalanışları tüm çevrenin dilindeyken bile Ergin’i bundan daha kötü bir durumda görmedi genç kadın. Yine bir köşeye sinmiş, yitip gitmek istercesine oturmakta olan adamın yanına geçti. Özür diledi. Öptü. Bir karşılık beklemeden başını dizlerine koydu. Yine özür diledi. Ergin, söylemek istediklerini toparlamaya çalışır gibi bekliyordu. Sonunda konuşabildi. 

“Özür dilenecek bir durum yok ortada. Her şeyi açıklayabilecek olsaydık hiçbir sorun kalmayacaktı. Yapamadık. Bu ne senin ne de benim suçum. Yapacak bir şey yok. Boşanmanın vakti geldi. İlk gün beni sevmediğini anladığını insanlara daha kolay anlatabilirdik sanırım. Şimdi açıklamak daha da güçleşti. Boşanmak gerek. Hiçbir şey senin suçun olarak görülmesin isterdim ancak yine sonuç bu oldu. Özür dilemesi gereken benim. Gerçekten evli değildik. Beni aldatmış değilsin ancak herkes öyle sanacak bunu. Her şeyi açıklayacağım yine de. Tek bir kişinin bile aklında kuşku kalmayana dek açıklamaya devam edeceğim gerçeği.” 

Korku içinde döndü genç kadın. Yüzünden de kolaylıkla anlaşılabiliyordu ne denli korktuğu. Ergin’in yüzüne baktı. Acıdı. Kendisi için bu önerilen çözümün en doğrusu olacağını o da biliyordu ancak Ergin’i böylesine kendisini feda etmeye hazır görmeye dayanamıyordu. 

“Hayır. İkimiz için de daha büyük bir yıkım olur bu. Hiçbir şey anlatamayız. Sen sanıyor musun ki, her şeyi açıkladıktan sonra insanlar sözlerine karşı anlayışla yaklaşacak, sana eskisi gibi bakmaya devam edecekler. Hayır! Olmayacak böyle bir şey. Bizle ilgili konuşmak bir kere pek tatlı geldi onlara. Daha da durmazlar. Devam ederler. Lütfen! Lütfen, yapma böyle bir şey!” 

Ergin kararından döndü. Boşanmak üzere sözleştiler. İlk kez birlikte uyudular. Sabaha karşı, ikisi de uyandı. Yeniden uyumak üzere başlarını yastığa koydular. Uyku sersemliğinden ya da belki uykulu hâlin insanı daha doğrucu, daha içten kılmasından ötürü, bu kez birbirlerine sarılarak uyudular. Sabah oldu. Boşanma kararını uygulamak üzere ikisi de harekete geçtiler. Sedef’in ilk işi, bunu Selim’le konuşmaktı. 

***

Ergin canına kıydı. Pek zor olmadı bu. Gece yaşananlar, her ne kadar boşanmak üzere sözleşmiş olsalar da umutlanması adına yeterliydi. Uyandıklarında bu karardan bir biçimde dönebileceklerine, her türlü uğursuzluğu başlarından kolayca savabileceklerine inanmıştı. 

İntihar etmenin ne denli zor bir iş olduğu herkesçe bilinir ve sıradan bir kimsenin bunu kesinlikle yapamayacağı söylenir. Öyle ki, bunu yapabilenlerin yalnızca akıl hastaları olduğunu söyleyenler bile görülmüştür. Oysa akıl yönünden herhangi bir sorunu bulunmayan bir kimseyi canına kıymaya sürükleyecek pek çok neden bulunabilir. Örneğin, toplama kampında tutsak olarak yaşayan bir kimsenin, canına kıymak için akıl sağlığını yitirmekten daha güçlü, daha geçerli bir nedeni vardır. Bu biçimde yaşamak kişiye pek iç açıcı görünmez Denebilir ki, ölmenin bir gereklilik durumuna gelmesi, akıl yönünden en ufak bir sorun taşımayan kimseleri bile bu yola itebilir. Bu durumda tüm canına kıyanları akıl hastası olarak etiketlemek bir yanılgıdan başka bir şey olmasa gerek. 

Uyandılar. Sedef, gece alınan kararın tesiriyle pek sevinçli bir ses tonuyla ve gülümseyerek yaklaştı Ergin’e. Yanağından öptü. 

“Selim’e gidiyorum. Ona boşanacağımızı söylemeliyim.” 

Şaşıp kaldı öteki. “Ona mı?” diye sorabildi yalnızca. Sedef’in yüzündeki sevinci, kararlılığı görünce sözüne devam etmekten, itiraza kalkışmaktan, gece yaşananları hatırlatmaktan vazgeçti. 

“Peki. Yapılması gereken birkaç iş var. Ben de bunlarla ilgileneceğim. Görüşmek üzere.” 

Boşanmanın artık evli olmamak anlamına geldiğini düşündü. Görülmesi son derece kolay olan bu gerçek, ona olağandışı bir düşünce sundu. Evli olmamak için izlenmesi gereken pek çok yol vardı önlerinde. Bunlar da boşanmak anlamına gelecekti. Bütün sorun kendisinden kurtulmaksa eğer, bunun için daha etkili bir yönteme başvurulabilirdi. Balkona çıktı. En büyük korkularından biri olan yükseklik, bu kez sonu oldu. 

Sedef ise önceki günlerde yaşanan gerginliğin, boşanmak ve yeniden evlenmek istemesi nedeniyle ortaya çıktığını unutmuş gibi, heyecan içinde koşturdu Selim’in evine. Kapı açılmadı. Bunun için en ufak bir dayanağı bulunmasa da adamın evde bulunduğundan kuşkusu yoktu. Kapıyı çalmakta diretti. Bir vakit sonra komşular evin çevresinde toplandılar. Bunu görünce vazgeçti. Kapının önünde durdu. Aradı. Açan olmadı. Bir kez daha denedi şansını. Bu kez telefon açıldı. “Neredesin?” diye soracak oldu ki, pek bitkin, biraz da utangaç bir sesle karşılaştı. 

“Üzgünüm. Ben artık devam etmek istemiyorum.” 

Telefon yüzüne kapanınca, içinden yine aynı biçimde kapıyı kırarcasına çalmak, bağırıp çağırmak ve bu adamı tüm komşularına rüsva etmek geçti. Sonra Ergin düştü aklına. Eve dönmenin, her şeye kalınan yerden devam etmenin tam vakti olmalıydı. Bu kez kendi evine doğru koşturmaya başladı. 

Varol Mengüverdi
Latest posts by Varol Mengüverdi (see all)
Visited 19 times, 1 visit(s) today
Close