Gelin ile damat, yatak odasına geçtiler. Damadın içinde bir heyecan, yüzü kıpkırmızı bir halde. Gelin ise onun tersine pek heyecansız, söylemek istediklerini bir an önce söylemek için sırasını bekleyenlere özgü bir duruşla yatağa doğru yürümekte. Sonunda çiftimiz yatağa kuruldu. Yan yana oturdular. Ergin’in beklemediği bir şey oldu. Sedef konuşmaya başladı.
“Bunun ne denli korkunç geleceğini biliyorum ama…”
Ne duyacağını henüz bilmeyen adam, türlü düşünceler içerisinde bir süre için oluşmaya başlamış sessizliğe ayak uydurdu. Sonunda “Hiçbir sorun yok!” deyiverdi. Ancak düşündüklerinde en ufak bir isabet bulunmuyordu. Bunu, kadın sözlerini sürdürünce anladı.
“Ben seninle evlenmek istemediğimi anladım. Biliyorum, çok korkunç ama pişman oldum. Nasıl oldu, nasıl memurun önünde duymadım bu pişmanlığı, inan bilmiyorum ama şimdi pişman oluverdim işte. Lütfen beni bağışla!”
Ergin çok korkmuş, feci hâlde ürpermişlere özgü bir sıçrayışla yerinden kalktı. Kadın bunu bir öfke belirtisi olarak yorumladı ancak yanılıyordu. Ergin, bu sıçrayış anında neredeyse bir çocuk gibi görünüyordu. Yatak odasının içinde volta atmaya başladı. Düşüncelerini açıklamaya koyuldu ancak nasıl olup da bunları aklından geçirebildiğine, bu üzücü gerçekliği nasıl olup da bu denli kısa bir süre içerisinde kabullendiğine kendi de şaşıp kaldı. Masmavi gözlerinden yaşlar dökülmeye, üzüntüsünü gizlemek adına sergilediği gülümsemesinin eseri olan gamzelerine boşalmaya başladı. İki elini yüzüne kapadı. Gözyaşlarını böylesine belirgin bir hareketle gizli saklı bir biçimde silebileceğini sanıyordu. Sonra konuşmaya başladı.
“Bu işlerin nasıl ilerlediğini bilmiyorum. Seni seviyorum ve seni bu denli seviyorken, takdir edersin ki evlenmeden hemen önce, evlilik sonrası ne zaman ve nasıl boşanılabileceğini araştırmak aklımın ucundan bile geçmedi. Ancak senin için biraz bakınacağım. Bir çare bulacağız durumumuza.”
“Ya insanlar? Ailelerimiz, tanıdıklarımız… Onlara nasıl açıklayabiliriz bu durumu? Ne söylerler?”
“Ne söylerlerse söylesinler! Bunu umursamıyorum.”
Sedef de doğruldu bu kez. O da oda içerisinde dolaşmaya başladı. Küçücük ellerini, ipince kollarını iki yana açtı. Omuzlarına dek dümdüz biçimde inmiş, kapkara saçlarını bir noktada toplamak istercesine bir tükenmişlik hâli içerisinde ellerinin arasına aldı. Sonra serbest bıraktı onları. Kocasının yüzüne baktı. Anlayış bekleyen ancak buna karşın sonu gelmez bir hınçla yargılanan suçsuz bir kimsenin bakışları vardı gözlerinde.
“Sen umursamıyor olabilirsin ancak ben umursuyorum. İnsanlar ne diyecekler ondan sonra? Seni mi yerecekler sanıyorsun? Bilakis, tüm alaylar, tüm dedikodular benim üzerimden dönecek.”
Ergin ne yapacağını bilemez bir hâlde karısının yanına doğru yürümeye, yavaş yavaş adımlarını ona doğru atmaya başladı. Tam karşısına geldiğinde diz çöküverdi. Ayaklarına kapandı eşsiz düş kırıklığının.
“Ne istiyorsun benden? Yalvarırım söyle! Ne istiyorsun?”
Kadının “Yapma, etme!” türünden söylenmeleri bir karşılık bulmadı. Genç adam, kapandığı yerde ağlamayı sürdürdü. Sonunda Sedef de onun bulunduğu düzeye inmek, onunla birlikte ağlaşmak gerektiğini düşündü. Bir süre böylece kaldılar. Daha sonra yatağa geçip uyudular. Sevişmediler. Sabah oldu.
Sabahın geç bir saatinde uyanmış olan Sedef, Ergin’in uyumadığını ya da hiç değilse erken uyandığını, başucundaki sandalyede oturmuş pencereye bakmakta olduğunu gördü. “Ne düşünüyorsun?” diyebildi ancak. Biraz düşünüp taşınmış olsa, bu soruyu pek budalaca bulur ve sormaktan vazgeçerdi. Öteki büyük bir saygıyla ayağa kalktı. Ceketini üzerine geçirdi. Bunu yapmadan konuşmasına olanak yokmuş gibi, ceketini tümüyle üzerine oturttuktan sonra konuşmaya başladı. Konuşmasını yaparken kadının yüzüne bakmamaya olabildiğince özen gösteriyordu.
“Gece boyunca bu konu üzerinde araştırmalar yaptım. Yetmedi, avukat bir arkadaşıma sordum. Şu an için durumumuzu bilen bir tek o var. Ancak endişe etme! Ağzı sıkıdır. Diyeceğim o ki, şu durumda karşılıklı olarak bir yıl dolmadan boşanmamıza olanak yok. Zannederim senin de istediğin, içinden geçen budur. Bir yılı böyle birbirimizden uzak durmakla, kardeşlik etmekle geçirir, ondan sonra da karşılıklı anlaştığımızı söyleyerek boşanırız. Bir yıl dolmadan boşanmanın bir yolu var. Bir tarafın öteki tarafı suçlaması gerekiyor yanılmıyorsam bu durumda. Dilersen bana bunu yapabilirsin. Benim içimden böylesini yapmak geçmez. Ancak bunu yapsan da sürecin bir yıldan uzun sürmeyeceğinin garantisi yok.”
Kadın ne söyleyeceğini bilemedi. Oldukça doğal olan, bir insanı istemiyor olmak düşüncesinin ve bunu açığa vurmuş olmasının kendisine niçin suçluluk olarak göründüğünü, bu isteğinin arkasında durmakta niçin zorlandığını şimdi anlıyordu. Ergin’in bu kararı karşısında yaşamını zorlaştırmak şöyle dursun, onu kolaylaştırmak, yeni çözümler üretmek için elinden geleni yapıyor olmasına şaşıyor, bu yüzden de bu adama karşı bir acıma duygusunun içinde doğduğunu duyuyor ve ne denli istemezse istemesin, bu adam ile yan yana kalmamanın neredeyse bir kabahat olduğunu sanacak oluyordu. Yine de kararından dönmesine, istemediği bir yolda yürümesine olanak bulunmadığını da biliyordu. Sesi titremekle birlikte kararlı bir tonda şu yanıtı verdi:
“Böylesini ben de istemem. Ne seni suçlu yerine koymaya ne de elinde avucunda olana göz dikmeye niyetim yok. Böyle bir şey istemem ben. Böylesi bir durumun ortasında bulunmana neden olduğum için bağışla beni. O hâlde…”
“Olur mu hiç? Ne demek bu? Vazgeçtiğin, benimle olmaktan caydığın için özür dilemeye kalkışma bir daha, ne olursun! Benden caydıysan, beni bu denli gözden çıkardıysan benim kabahatimdir bu. Esas sen beni bağışla, ne olursun!”
Sedef, yatağından yavaş yavaş doğruldu. Karşısındakine sarıldı. Bir süre sonra geri çekti kendisini. Yarıda kalmış sözünü sürdürmeye koyuldu. Gözlerinin içi, anlayış gördüğünden ötürü gülmekle birlikte, yıllardır beklediği anlayışın böylesi bir durumun içerisinde, acı vermek durumunda kaldığı ve üstelik iyi bir yürek taşıdığını gördüğü bir kimsenin varlığında vücut bulmuş olmasından ötürü ağlamaklı bir görünüme de sahipti.
“Bir yıl bekleyelim o hâlde. Dediğini yapalım. Hem yargıyı hem de çevremizi hoşnut etmiş oluruz böylece, bir yıl evli kalmakla. Sonra birbirimizin karşısına hiç çıkmamışız gibi, birbirimizden hiçbir şey beklemeden yollarımıza ayrılırız. Lütfen bağışla beni!”
“Bir daha bu sözü etmemeni istiyorum. Bir yıl boyunca, mutlu bir evliliğimiz varmış gibi yaşayıp gideceğiz. Hiçbir şey olmayacak aramızda. Ancak çevremiz bizi öyle bir görecek ki, kendileri de evlenmek için can atmaya başlayacaklar. Onları da bilmeden, istemeden bu felaketin içine sürüklemiş olacağız. (Karşılıklı gülüştüler.) Çocuğumuzun olmadığına, çocuk yapamadığımıza ilişkin bir yalan söyleyip, birlikte olmak zorunluluğundan da kurtulmuş oluruz. Böylece bizi birbirimize bağlayacak, boşanma sonrası tek bir an için bile olsa birbirimizi görmek zorunda bırakacak bir şey kalmamış olur. Şimdi gidiyorum. Akşam geldiğimde, iki yakın arkadaş gibi kendi köşelerimize çekilip, öyle paylaşmaya çalışalım bu evi.”
Öteki pek bir söz edemedi. Eklemek istediği herhangi bir şey yoktu çünkü neredeyse her ayrıntının üzerinde durulduğunu düşünüyordu. Bir hafta sürecek balayından evlerine döndükten ve işlerine başladıktan sonra birbirlerini daha az görecekleri için bu birlikteliğin vakit geçtikte daha katlanılabilir bir duruma geleceğini düşünüyor, bu bir haftanın bir an önce bitmesini diliyorlardı artık.
Devamı gelecek.
- Bir Olay ve Dört Ağız - 27 Temmuz 2022
- İki Yolcu ve Bir Köylü - 20 Mayıs 2022
- Gün Işığı - 27 Nisan 2022