Yazar: 13:30 İnceleme

Tanrılar Düşerken: Bir Bakırköy Polisiyesi

*Bu inceleme kitabın sürpriz gelişmelerini ele vermektedir.

“Her suçluya onları nasıl cezalandırdığımı anlattım. Şimdi sıra sende. Görevimin tamamlanmasından önceki son aşama sensin. En büyük günahkâr, günahların yaratıcısı sensin. Masum insanları öldürdün, hayatlarını bitirdin. Ben de senin hayatına ve günahlarına son vereceğim.”

Tanrılar Düşerken, Kaan Akpınar ve Murat Yürer’in kaleminden çıkmış bir polisiye romandır. Romanın kapağında yer alan “Bir Bakırköy Polisiyesi” ifadesi ile kasvetli ve kemiklerden oluşan bir yolda ilerleyen bir adamın tasviri, yazarların Bakırköy’le olan bağını açık bir şekilde ifade ediyor. Roman için, konusu polisiye olsa bile Bakırköy’e yazılmış bir aşk mektubu diyebiliriz.

Polisiye ve mitolojiyi harmanlayan bu cinayet romanı, eski Komiser Arif’in, yaşadığı travmalar ile aşkı ve mesleği arasında kalışını anlatıyor. Arif, baba mesleği olan polislikten yaşadığı bir olay nedeniyle atılıyor. Hayatını düzene sokmaya çalışırken ise eski arkadaşı Başkomiser Nihat sayesinde kendini yeniden bir dizi cinayet içerisinde buluveriyor. Hem de hayatını idame ettirdiği, konfor alanı diyebileceğimiz Bakırköy’de. Arif’in Bakırköy ile olan bağı, birçok polisiye romanda sıklıkla görmediğimiz, kimi zaman es geçilen o hissiyatı veriyor bize: Aidiyet. Travmalarının acı ekşi halini de, aşkı ve mutluluğu da Bakırköy’de tadıyor Arif. Sahip oldukları ve olamadıklarının en büyük şahidi, Bakırköy haline geliyor zamanla.

Nihat’ın bu cinayetleri Arif’in çözebileceğini düşünmesi boşuna değil. Arif, çevik tavırları ve parlak zekâsıyla geçmişte kendini kanıtlamış ancak tek bir hatada teşkilat tarafından silinmiş bir adam.  Teşkilatın Arif’e duyduğu güvensizlik, aslında Arif’in yaşadığı olaydan kaynaklı değil sadece. Duygusal olarak da sıkışmış, çökmek üzereymiş gibi hissediyor Arif. Herkesten sakladığı içindeki küçük çocuk, hayata olan nefretini suçlulara ve katillere yöneltmiş durumda. Polis olmasının da yegâne sebebi bu aslında: Sevdiklerini suçlulardan koruma isteği. Kaybettiği ailesinin yerine koyduğu Mehmet Amca ve ailesini ne pahasına olursa olsun koruyor Arif. Ancak bu bağ, doğru ve yanlış muhakemesinde her zaman doğruyu seçen Arif’in adalet kantarını dengede tutmasını bazen zorlaştırıyor.

Yazarların roman boyunca yaptığı mitolojik atıflar ve karakterlere tanrısal roller biçmeleri, bir okuyucu ve Yunan mitolojisine ilgisi olan biri olarak ilgimi roman boyunca diri tuttu. Mitolojik dokunuşlar, polisiye romanları çok daha mistik bir boyuta taşıyor diye düşünüyorum. Her bir karakterin üzerine yüklenen mitsel nitelikler, kim olduklarını ve amaçlarını anlamaya çalışan bize ışık tutuyor.

Cinayetlerin gizli eli olan Burak (Hades) ve cinayetleri işleyen Nadir (Eriyn) temsil ettikleri mitolojik karakterle tamamen uyum içerisindeler. Burak ve Nadir’in çocukluktan kurduğu travmatik bağ, Nadir’in manipüle edilmeye müsait olan mental sağlığını da gözler önüne seriyor. Yunan mitolojisinde Hades, yer altı tanrısıdır. Birçok kaynakta, “Yer altının kralı, ölülerin tanrısı” olarak geçer. Soğuk, acımasız ve hin bir tanrı olduğundan bahsedilir. Yunanca’da  erinô (avlamak) kökünden gelen Eriyn ise kötü ruhları, daha doğrusu bu ruhları doğa ve düzene karşı işledikleri suçları cezalandıran tanrıçalardı. Orijinal metinlerde 3 Eriyn’in varlığından bahsedilse de, yazarlar romanda bu üçlüyü tek bir karakterde, yani Nadir’de toplamayı uygun görmüşler. Burak’ın dileklerini sorgulamadan yerine getiren Nadir, Burak onun kulağına fısıldadıkça, görevlerine olan tüm bağlılığını cesetlerin belirli noktalarına kimliğini açık etmeyecek mektuplar bırakarak belli ediyor. Burak, Nadir’i dilediği gibi kullanırken, çok uzun süre ellerini temiz tutmayı başarıyor.

“Çünkü Hades, yeryüzünde ölümlüleri hesaba çekmekte çok güçlüdür. Her şeyi görür ve onları zihnine yazar.”1

Yazarlar bahsetmemiş, ama ben Arif’i temsil eden mitolojik karakterin Zagreus olduğu kanısındayım. Zagreus insanoğlunu temsil eder. Hatta insanoğlu, bütün kusurları ve iyiliğiyle, Zagreus’un küllerinden yaratılmıştır. Çoğu zaman Hades ile bir tutulur. Aslında aynanın iki yüzü (syf. 248) olan bu iki tanrı, iyilik ve kötülüğün, kendi doğrularımızın renginin her zaman siyah ya da beyaz olmayacağının da en büyük kanıtıdır diyebiliriz. Hiçbir suç renksiz değildir. Eshilos’a göre Zagreus, Hades’in ta kendisidir. Bu da, Burak’ın kendisini neden Arif ile bir tuttuğunun, hatta ondan üstün olduğunu düşünmesini açıklıyor. Burak, geçmişte bir rakip ve yoluna çıkan bir tümsek olarak gördüğü Arif’te kendini görüyor. Birbirinin karşısında duran bu iki yüz, farklılıklarına rağmen kendilerine itiraf edemeseler de birbirlerinin karanlığına ilgi duyuyor.

Tam cinayetleri çözdüm dediği yerde hiç beklemediği şekilde başa dönen Arif, Ayla ile olan ilişkisini bir adım daha öteye taşımak için sabırsızlanıyor. Cinayetler çözüldüğünde birlikte devam edeceklerini hayal ettiği yol beklenmedik şekilde önünden siliniyor Arif’in. Çok uzun süre kabullenemediği ve korktuğu aşk, tam onu sarmalamak üzereyken hazin bir sonla yarım kalıyor.

Roman, bize katilin bakış açısından kesitler de sunuyor. Katilin kimliğini çözmeye çalışırken okuduğunuz ve nedense hak vermeye başladığınız bölümden sonra, Arif’in zihnine dönüp katilin peşinden koşturmak okuyucu açısından farklı bir heyecan katmış diyebilirim. Arif’in cevaplamaya çalıştığı soruları, okuyucunun da birlikte yanıtlamaya çalışması yararlı bir dokunuş olmuş. Hatta öyle anlar oluyor ki, “Arif, nasıl göremiyorsun gözünün önündekini?” diye karaktere sinirleniyor, Bakırköy’ün sokaklarını birlikte arşınlamak istiyorsunuz.

Romanın eleştirebileceğim tek yönü, çok fazla yönlendirme içeren diyalogları. Bazı bölümlerde diyalogların yapaylığından, şahısların söylediklerinden çok nasıl ifade ettiklerine odaklanıyorsunuz. Bu sebeple ben daha çok monologlara odaklanmak durumunda kaldım. Özellikle sonlara yaklaşırken artan diyaloglar, bana olayların iç yüzünü çabucak aktarmak için verilmiş gibi geldi. Okuyucunun sona hakimiyeti için yazarların bu yolu izlediğini bilsem de, diyalogları eğreti bulmaktan kendimi alamadım.

Sonuç olarak diyebilirim ki, Yunan mitolojisine çaktığı selamlar ve süssüz cinayetleriyle Tanrılar Düşerken, yeni nesil polisiye romanların öncüsü haline gelecek. Bu zamana kadar okuduğumuz klasik polisiye romanlardan kendini oldukça belirgin bir çizgiyle ayırmış olması, benim gibi benzer sonlardan sıkılmış polisiye okuyucularını çok çabuk etkisi altına alacak gibi görünüyor.

1 Aeschylus’un Eumenidler kitabından bir alıntı.

Editör: Onur Özkoparan

TANITIM BÜLTENİNDEN

Tek bir mermi ile hem bir dostunu hem de
kendi istikbalini vurmuştu. Geleceği çok parlak ve
örnek gösterilen bir komiser olan Arif’in çektiği
tetik, mesleğine mal olmuştu.
Yeni hayatına alışmaya çalışırken, tüm yaşamının
geçtiği Bakırköy’de işlenen seri cinayetler onu
yeniden Cinayet Büro’ya getirmişti. Gelecekteki
cinayetleri önlemeye çalışırken, eskinin hayaletleri
ile de başa çıkabilecek miydi? Bir yanda çocukluk
aşkı ile aralarında olan duygusal duvar diğer
yanda durmaya pek de niyetli gözükmeyen bir seri
katil…
Soluksuz okuyacağınız bir Bakırköy polisiyesi…
‘Ben dün gece bir kadını öldürdüm. Kimi mi öldürdüm?
Ne önemi var! Burada önemli olan benim öldürmüş
olmam değil mi? Zaten bir cümleyi cümle yapan,
özne ve yüklem değil midir? Kim önemser ki, bir cümledeki
saçma bir belirtili nesneyi ya da gereksiz bir
zaman zarfını? Öldürdüğüm zaman saatin kaç olduğu
kimin umurunda? Ya da öldürdüğüm kişinin üzerinde
ne olduğu? Zaten adı üstünde: ‘belirtili nesne’. Belirli
olan bir şey ne kadar merak edilebilir ki… Hiçbir polis
yükleme, ‘neyi’ diye sormaz. Hepsi ‘kim’ diye sorar!
Kim öldürdü?’

Çisem Arslan
Latest posts by Çisem Arslan (see all)
Visited 82 times, 1 visit(s) today
Close