Yazar: 19:09 Öykü

Uzak da Sayılmayız Büsbütün

Üniversiteyi iki sene önce ikinci sınıftayken bıraktığımda ve babamın manav dükkânında yeni bir dönemece girdiğimde, hayatımda pek çok şeyin değişeceğini biliyordum. Akrabalar annemlere çocuklarının üniversite hayatlarını anlatırken annemin içi burkulacak, belki gözleri dolacak, ama bana bunu hissettirmeyecekti. Ya da hayatımda tanıdığım en ketum insan olan babam söylemek istediklerini her zamanki gibi içine atmayı yeğleyecek, ancak gece olunca içinden istemsizce çıkan içten “Of!”larla hislerini kaçırmaktan kendini alamayacaktı.

Üniversite döneminde güzel bir arkadaş grubumuz vardı, bir araya gelmemizin bir sebebi yoktu. Hayatım boyunca hep doğaçlama buluşmaları sevmişimdir. Geçen hafta ayrıldığım, yine doğaçlama bir yerde tanışıp nasıl sevgili olduğumu bilemediğim -gerçi konumuz bu değil- kız arkadaşım Gülin bana bir kaplumbağa tasviri yaparak “Kafanı gömdüğün çukurdan çıkmak istiyorum!” diyerek içime kapanıklığımın isyanıyla beni terk ettiği zaman düşünmüştüm. Acaba neden böyle olmuştu? Cevabı belliydi. Üniversiteyi bıraktıktan sonra nedense o dönemki arkadaşlarım aramalarıma dönmez olmuştu. Mesaj atarak “Toplantıdayım, önemli bir şey varsa mesaj olarak yaz!” diyenler bile olmuştu. Önemli ne olabilirdi ki dostluk bağlarının yanında? Önemli bir şey varsa o da o dostluk bağlarını koparmak istememekti. İçine kapanık bir geçmişi olan, hatta sosyal medya hesaplarımdan lise döneminden bir arkadaş ile takipleşmeyen, ancak üniversite vesilesiyle sosyalleşen ben, onların beni nedense unutmasından dolayı yine içine kapanık bir duruma evrilmiştim.

Gülin haklıydı, kaplumbağa artık kafasını çukurundan çıkarıp güneşe bakmalıydı. Belki de doğaçlama bir şekilde yeni arkadaşlar edinecektim. Üniversiteyi bıraktığım dönemde tek görüştüğüm insan olan ve şu ara ünlü bir mobilya mağazasının deposunda çalışmaya başlayan teyzemin oğlu Atıf’ın beni arada götürdüğü bir mekân vardı. Mekân self-servisti, bahçeye açılan uzun bir koridoru vardı. Bir siparişte bulunmak için içeri kadar gitmen gerekirdi. Her neyse, yine o mekâna gitmek istedim bir an. Bu sefer bahçe kısmı kapalıydı. Soranlara bir doğum günü kutlamasının olacağı söyleniyordu. Ben de normalden fazla dolu olan uzun masada kıl payı bir yer bulmuştum. Sonra içeriden bir davul solo ile bir ses geldi:

“İyi ki doğdun Gökalp!”

Bu sesi tanımamam olanaksızdı, üniversitenin kendine özgü bir sese sahip olan kızı Gökçe’ydi. Gökçe’nin sesini benzettim diyelim, Gökalp, sosyal medya hesabından gördüğüm kadarıyla Gökçe’nin sevgilisi olmamış mıydı?

İçerideki sesleri birer birer tanımaya başladım. Hele ki Barkın’ın “İyi ki doğdun kardeşim!” diyen karakteristik sesini tanımamak imkânsızdı. Barkın o ekipten belki de tek irtibatım olan insandı. Geçen hafta beni küçük bir borç istemek için aramıştı. Ben de istediği parayı göndermiştim. İsteseydim belki bahçeye çıkar, zaten herkesin beni tanıdığı o kutlamaya kendimi zorla da olsa dahil ettirirdim. Siparişimi isteyen kıza lavaboya gittikten sonra siparişimi vereceğimi, yerimi tutmasını söyledim. Lavaboya bile gitmeden mekândan çıktım. Düşünceliydim. Barkın isteseydi benimle bu kutlamayı paylaşabilirdi diye düşünmekten kendimi alamadım doğrusu. Gülin’in bana bir dönem “Sen de şiir oku!” diye rastgele kendi kitaplarından okutturduğu Edip Cansever’in bir şiirindeki “Uzak da sayılmayız büsbütün,” cümlesi geldi aklıma. Günümüzün teknolojik imkânlarıyla bir mesaj bile yeterdi birini bir yere çağırmaya. Ama hayat gösteriyordu ki gönüllerden uzak olunca bunu hiçbir teknoloji yakınlaştıramazdı.

Editör: Gülhan Tuba Çelik

Emre Siyahoğlu
Latest posts by Emre Siyahoğlu (see all)
Visited 109 times, 1 visit(s) today
Close