Yazar: 18:00 Öykü

Tırışka Mırışka Matruşka

“Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,

Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;

Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?

Hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten.”

Ülkü Tamer-Konuşma

Evinizin önünden geçtim bugün. Belki de dün. Bilmiyorum. O haberi aldığımdan beri günler birbirinin aynısı. Ben mi? Ben artık aynı ben değilim. 

Acı gerçeğin duvarına çarpıp tuz buz olalı.

Ayaklarımın sürüklediği yere gidiyorum yüreğimin peşinde. Sönmüş bir ciğerden farkım yok. Yaşamak değil benimkisi. Takvimleri devirirken yaşanma ihtimali kalmayan mazideki bir sevdanın izini sürmek. Önünden geçtiğin fırıncıyı selamlıyorum senin adına. Gayri ihtiyari. İki poğaça alıyorum, biri senin yerine. Yanımdan geçen tuhaf bakışlara aldırmadan sana uzatıyorum. Gülümsüyorsun, bahar gibi. Elimi uzatıyorum. Kayboluyorsun. Ayakkabımın çözülen bağını senin yürüdüğün kaldırımda bağlıyorum. Fakat ben çözülüyorum, dizlerimin bağı çözülüyor. Dikiş tutturamıyorum senden sonra. Yalpalıyorum su almış gemi misali açık denizlerde. Gittikçe dibe batıyorum. Vurgun yiyorum. Ta derinlerde.

Önünden gelip geçtiğim sokağın adını bilmiyorum. Bildiğim tek şey senin sokağın burası. Pelin Sokağı. Adını mıh gibi zihnimin tabelasına çakıyorum. Bir levha. Sokağın sonuna varınca gerisin geri dönüyorum. Evinize yöneliyorum. Pembe cumbalı pencerede solmuş sukulentlere takılıyor gözlerim. Kahroluyorum.

Birkaç kere sigara içme girişiminde bulundum senden sonra. Dumanını seni düşünerek kalp yapıp savurmaya çalıştım. Gözüme kaçırdım. Birinde anneme yakalandım. Son girişimimse faciaydı. Odamı az daha ateşe veriyordum. İçimdeki korun yanında lafı bile olmazdı elbette. Timsahların yalandan da olsa ağladıklarını sanıyordum bir zamanlar. Aptallık işte! Ağlamak insanlara mahsusmuş oysa. İnanır mısın timsahlar okula da gidebiliyorlarmış. Avlanmak için bir nedene ihtiyaçları da yokmuş üstelik. Canları kimi isterse… Ne de olsa onlara her vakit av mevsimi…

Kaldırıma basarken tökezledim. Gözlüğüm kırılmasaydı önümü görebilecektim. Fakat biliyor musun kalbimin kırılması kadar acıtmadı gözlüğümün çatırdaması. Ayaklarının altında can çekişirken camları, kahkahalarla güldüler. Tepine tepine. Yetmedi, böğüre böğüre.

Sahil yolunda bir ağacı tekmeledim. Niye diye sorma. Bilmiyorum. Belki de kendime benzettim. Çiroz dallarına vurdukça eğildi. Eğildikçe vurdum. Kalk dedim, kalk da kendini savun! Öylece duruyordu. Daha da sinirlendim. Vurdum da vurdum. Kuşlara baktım. Martılara küfrettim. İlk kez. İkimiz de savaştaydık belki de. Mağluplar takımında. Sen kendinle, kendini sana düşman edenlerle savaştın. Bense senden sonra herkese savaş açtım.

Gizlice çantana attığım Albert Camus’u severdin belki sen de. İçindekileri okuyabilseydin eğer. Kitaplardan sığınak hazırlardım sana. Mühimmatlar sunardım yenilme diye. Dolgun yanaklarını benim gözlerimle görebilseydin. Karacaoğlan şiirlerinin tadına varabilseydin. Fazlalıkların olmadığını bilirdin. Küçücük kalbime nasıl sığdığını bilebilseydin ve hayatı sana fazla gördüklerini bir anlayabilseydin. Keşke! Seni taşıyan ipin, utanç yükünü nasıl taşıyabildiğini de sormak isterdim. Hiç mi yüzü kızarmadı? Nasıl oldu da kopmadı? Pamuk ipliği ne sağlammış meğer. Kopmadığı gibi bir de seni hayattan kopardı.

Sırana bıraktığım mektubu okurken yanakların daha da kızarmıştı. Sana kalbimi açma cesaretini bile gösteremedim. Ne acı! İmza: Romeo, yazan bir aşk mektubu. Çiroz Remzi’den iyi durmadı mı sence de? Bu kadar alay edeceklerini bilsem yazar mıydım? Ne seni koruyabildim zehirli sözlerinden ne de kendimi alabildim menekşe gözlerinden.

“Tırışka mırışka matruşka.

Kimleri yedin bir oturuşta?”

Halka oldular etrafında. Mektubu zorla elinden aldılar. Kalakaldın timsahların arasında. Ağlıyordun hıçkıra hıçkıra. Bakışların kahır yüklü. Koşarak çıktın sınıftan. Ardına bile bakmadan. Baksan, belki de yüzüme tükürürdün böylesine yüreksiz olduğum için.

Öğretmenden duydum intihar ettiğini. O da annenden duymuş. Sınıf önce derin bir sessizliğe gömüldü. Ardından şamata koptu. Faillerine baktım. Suratlarında en ufak bir pişmanlık yoktu. Daha on altıydı yaşın. Baharındaydın yaşamın. Hayat doluydu kahkahaların. Yaşadığımı anlardım tebessümünde. Her pazartesi diyete başlardın. Poğaça ve dondurma kırmızı çizgindi, dayanamazdın. Cumalarıysa kendini suçlardın. O kadar ilgiliydin ki kendinle görmezdin bile beni. Görünmezdim çünkü. Üflesen uçacaktım. Çiroz’a çıkmıştı bir kere adım. Sana nasıl yaklaşırdım. Peri padişahının kızıydın gözümde. Ulaşamadığım. Bense sıradan biri. Bir varmışım bir yokmuşum…

Sıra arkadaşın hastalanmıştı bir gün. Gelmemişti. Ruhumda fırtınalar koparacağını bilmeden oturuverdim yanına. “Merhaba,” deyip sıcacık gülümsedin. O vakit bahar dalları tomurcuklandı yüzünde. Herkeste emanet duran gülüşün en çok sana yakışıyordu. Bana gülümseyişin mi güzelleştirmişti dünyayı yoksa senin olması mı tebessüme mana katmıştı ayırt edemiyordum. Tek bildiğim, kalbim daha önce hiç böyle atmamıştı. Kulaklarımda duyuyordum gümbürtüsünü. O gün hayatımın en güzel günüydü. Biliyordum. Sen bana elindeki poğaçanın yarısını verdin, ben sana kalbimin tamamını. O günden sonra ne zaman konuşmak istesem düğümlendi tüm sözcükler boğazımda. Sevgin günden güne filizlenirken içimde ben lal kesiliyordum karşında. Karışık kasetler doldurtuyordum kasetçiden. Attilâ İlhan şiirleri okutuyordum A ve B yüzünün boş kalan kısımlarında. Seninle tamamlıyordum kendimi baştan aşağıya.

Evinizin bodrum katında asmışsın kendini. Kimse yokmuş evde. Ağlaya ağlaya gitmişsin ölüme benim de ruhumu kabzettiğini bilmeden. Ayaklarının altında bir teneke.

El yazımdan tanıdı öğretmen beni. Sonra da kurul, sana yazdığım mektup için disipline sevk etti. Oysa bu yüreksiz, cezaların en büyüğünü hak etti. Etrafımda timsahlar dolanıyor. Dişlerinde etim. Kaçıp gidiyorum ben de senin gibi sınıftan. Arkamdan alaycı bağırışları kulaklarımda. “Aptal âşık,” diyorlar ve bir yığın küfür saçıyorlar tükürükle karışık. İçimdeki sırça köşk paramparça. Cam kırıkları batıyor ruhuma, bedenime. Sahile koşturuyorum. Ağacın dalında kuşlar. Canım sıkılıyor. Yerden taş topluyorum teker teker hepsine nişan alıp. Benim gibi yaralansınlar istiyorum. Vazgeçiyorum sonra. Her şeyden. Dalgalara bakıyorum. Masmavi bir yorgan. Örtsün istiyorum sonsuz kederimi. Sana yürüyorum ardıma bakmadan.

Editör: Gülhan Tuba Çelik

Elmas Tunç
Latest posts by Elmas Tunç (see all)
Visited 30 times, 1 visit(s) today
Close