Yazar: 19:30 Öykü

Tambuğa

                                     

Köye geldikten sonra çok titiz çalışmış, köyün bütün yeraltı kaynaklarına bağlı dere çıkışlarını tespit etmiştim. Aradan otuz sekiz yıl geçtiği, yıkılan evlerin yerine yenileri yapıldığı halde tozlu yolları değişmeyen bu yeri ve eski mesken sahiplerini hiç unutamamıştım. Sekiz yaşımdayken çıkmak zorunda kaldığım ama bilincime hapsettiğim bir anı olarak hep yaşamıştı buralar. Her sabah yüzümü yıkamak için musluğu açtığımda buzunu kırdığım dereleri gördüm,  fırına ekmek almak için girdiğimde tandırlardan yayılan iştah açıcı kokuyu duydum. Yün eğiren yaşlı kadınları, kerpiçten evlerin duvar diplerinde sigara tüttüren kasketli adamları ve horoz çiçekleriyle yanaklarını boyayan yaşı geçmiş kızları hiç unutmadım. Bir de duvarların ardındaki o korkunç sesleri…

“Adamın evinin önündeki derede bulmuşlar.”

“Zaten bahane arıyorlar öldürmek için.”

“Kâfir bunlar, her şey beklenir!”

“Sıra bizim kadınlarımıza da gelecek!”

“Biz onlardan önce davranacağız!”

“Hepsi ya defolacak ya geberecek!”

Doktor Neriman Hanım, yıllardır kafamdan atamadığım bu seslerden kurtulmam için seslerin başladığı yere ve zamana gitmemi istediğinde, kendimi ansızın Tambuğa’nın önünde ve sekiz yaşımdayken buldum. Babamla birlikte uzun bir süre her gün buraya gelirdik. Elinde kazma ve küreğiyle saatlerce çalışırdı. Su bulmak için kazdığını söylemişti. Köyün biraz dışında kalan tarlamızı böylelikle ekebilecektik. Bu yeni kuyunun adını Tambuğa koymuştuk.  O sıralarda köyümüz huzurlu bir yerdi. Ya da ben çocuk aklımla öyle sanıyordum. Kimi zaman babam bensiz gidiyordu. Annem, babam çıktıktan sonra sevinç duyuyor gibiydi. Odasına gidip şarkılar söyleyerek giyinip süsleniyordu. Bakır rengi saçlarını topuz yapıyor, beyaz ensesine dökülen kıvır kıvır birkaç tel saç altın gibi parıldıyordu. Omuzlarına çiçekli bir şal atıp yanağıma öpücük kondurarak “Birazdan geleceğim,” diyordu. Her gün aynı sevinç ve heyecanla nereye gittiğini hiç öğrenememiştim. Arkasından baktığım bir gün Halil Amca yanıma gelmiş, saçlarımı okşamış, düdüklü bir şeker vermişti. Aylarca çalıp durdum. Nereye gittiğini bilmediğim annemi beklerken, Tambuğa’yı kazan babamı beklerken, süregelen bir bekleyişin değişmesini beklerken. Ta ki annemi en uzun bekleyişimin sonunda bir daha beklememe gerek kalmadığını öğrendiğim ana kadar…

Ekim ayının sonlarıydı. Yerin sarılığı göğe de yansıyor, tozlu bulutlar safrasını kusacak gibi üstümüzde dikiliyordu. Annem gittiği yerden dönmemişti. Babam telaşla evden çıktı, eşe dosta herkese sordu. Bütün köyü dolaşıp aradı, bulamadı. Sabah, Çoban Arman kapımızı çaldığında henüz hiç uyumamış olan babam, umutla gidip açmıştı. Umutlanmakta haksız çıkmamıştı, Arman annemi görmüştü, Halil Amca’nın bahçesindeki derede.

“Onun bahçesinde diye o mu öldürmüş oluyor!”

“Başkasının oraya atmadığı ne malum”

“Yapmışsa da eline sağlık!”

“Bir orospu azaldı, kötü mü oldu!”

“Katli vacip bunların sevaba girmiş”

“Helal olsun be Halil’im benim!”

Annemin ölümünden sonra Kasap Tigran, Halil Amca’yı doğrayınca fitillenmiş bomba patlamıştı, köydeki kargaşayı görmeye başlamıştım. Kadim komşuluklar baltalar ve palalarla parçalanıyordu. Kuyulardan insan sesleri yükseliyordu. Korkunç bir iç savaşla herkes birbirini öldürüyordu. Bir gece babamla bir kamyonete binip terki diyar etmiştik.  Melez bir kültürü olan yeni yerimize yerleşmiş, burada yaşamaya başlamıştık. Buraya uyum sağlamam, insanlara güvenmem yıllarımı almıştı ama başarmıştım. Lakin dilimde hoplayıp zıplayarak bütünleşebilen kelimeleri bir defada çıkarmayı ne yaptıysam başaramadım. Çalıştığım tüm okullarda Kekeme Hoca olarak anıldım. Olsun, hiç gocunmadım bundan.

Neriman Hanım’la son görüşmemden sonra köye tekrar dönmeye karar verdim. Babam ve Tambuğa’yla ilgili bir anım beni çok huzursuz ediyordu. O kuyunun suyunun nereye çıktığını bulmam gerekiyordu. Sırtıma bir çuval saman alıp Tambuğa’nın yanına gittim. Çuvalı kuyuya boşalttım ve koşarak köye indim. Dere çıkışlarını tek tek kontrol etmeye başladım. Eskiden Halil Amca’nın bahçesine akan dere çıkışında birikmiş samanları gördüm. Aman Allah’ım, aman Allah’ım! Annemin kaybolduğu gün babam, içine bir çuval yüklediği el arabasıyla Tambuğa’ya doğru ilerliyordu. Arkasından kan ter içinde yetişmeye çalışıyordum.  Tambuğa’nın önünde durduğunda aramızdaki mesafe ne yaptığını görebilmemi engelleyecek kadar uzun değildi. Çuvalı bir makasla kesti. Kucağına alıp Tambuğa’ya silkeledi. Kısa bir zaman sonra sert bir çarpma sesi yankılandı. Suya mı, taşa mı, ateşe mi çarpmıştı; kimdi, neydi şimdi biliyorum.

Editör: Hatice Akalın

Hicret Birik
Latest posts by Hicret Birik (see all)
Visited 16 times, 1 visit(s) today
Close