Yazar: 18:39 Makale

Romantizm Karşısında Beşir Fuad

Mektubat ve Romantizme Karşı Tutumu

Argo- Dil- Üslûp Hususunda Yansımalar

Evvel emirde birinci nokta hakkında mütâlaâtımı arzedeyim.”Tabirât-ı necîbâne durur iken avâm-pesendânenin isti’mâline cevâz göstermek câ-iz olamayacağı” der-miyân buyuruluyor. Halbuki realistler sûret-i mutlakada tabirât-ı necîbânenin terkiyle avâm-pesendânenin isti’mâlini iltizâm etmiyorlar. Bu tabirleri bir lüzum-ı hakikî üzerine kullanıyorlar. Böyle bir lüzum üzerine isti’mâl olunan ta’birâttan dolayı sair üdebâ (Hugo dâhil olduğu halde) nasıl muâheze olunamaz ise realistlerin de muâheze olunamamaları zarûrîdir. “Bir tenekeciye feylesofâne muhakemât yaptırmak kadar büyük bir garabeti hiç kimse tecviz ve ihtiyâr etmez, ancak ta’birât asilâne ve necîbâne yazılmalıdır” buyruluyor. Halbuki tasvir olunan bir şahsın sözü ve efkârı hâline muvâfık olmak lüzumu kabul olunduktan sonra tarz-ı ifâdesini değiştirmek neden lâzım gelsin? Ale’l-husus Hugo da Sefiller’de “argo”denilen sârik ve külhanbeyi lisanını kullanmaktan çekinmemiştir. Her yerde tabirât-ı asilâne ve necîbâne kullanılmak mecburî ola idi Hugo o yolda tabirâtı bulmaktan âciz değildi ya! Sefiller’de “argo” tabirâtı bulunmakla eserin meziyet-i asliyesine halel gelmediği gibi realistlerin âsârında lüzum üzerine isti’mâl olunan tabirât-ı avâm-pesendâne bu eserlerin kadrini tenzîl ve tenkis edemez. Biz Hugo’yu ma’hûd mısralardan dolayı tahtıe etmek istemedik, belki kendisinde vâki olan bir halden dolayı diğerlerini itham etmek istediğini muvâfık-ı insaf görmedik. (İnci:1999, s.412) (Yukarıda almış olduğumuz bölüm Fazlı Necip’in, Beşir Fuad’a “romanda argo kullanılması doğru mudur’ ’şeklinde yönelttiği soruya Beşir Fuad’ın, 9 Kânun-ı Evvel 1885 tarihli mektubunda, Fazlı Necip’in sorusunu cevapladığı bölümün bir kısmıdır.)

Realistlerin argoyu, vakanın şahıslarını kendi ifadeleri ile konuşturmalarının aşağı tabakayı işleyen romanlarda, gereklilik adına yapıldığını belirtmiştir. Natüralizmin ve realizmin getirdiği fikirler ile argoya, küfüre karşı çıkması mümkün değildir. Çünkü bu fikirlerin yansıması ile ona göre, romanın şahısları her kesimden seçilebilmelidir ve seçilen şahıslar kendi çevrelerinin dilleriyle konuşturulmalıdır. “Bir tenekeciye, filozofça değerlendirmeler yaptırmak kadar büyük bir garipliğe hiç kimse izin vermez ve razı olmaz. Tabirler aslına yakışır şekilde ve doğru yazılmalıdır. “ifadeleri ile bu görüşünü desteklemiştir. 

Buradan şu örnek sonucu çıkartabiliriz: Romantikler, bir tenekeciye kimi zaman felsefe yaptırabilecek potansiyele sahiplerken, realistler ve natüralistler tenekecileri oldukları gibi eserde yansıtarak, gerekli olan yerlerde de argo ifadeler kullandırmışlardır. 

İşte Assommoir’ı okuyan ameleler de tembellik ve işrete inhimâkın tevlîd edeceği netâyicin vahâmetini ne derecede anlarlar ise tabiî o nisbette o gibi ahvâlden tevakki eylemeye mecbur olurlar.

Realistlerin tasvîr ettikleri hakayık zann-ı âlileri vechle herkesin bilip gördüğü şeyler addolunamaz; çünkü herkes içinde yaşadığı âlemin ahvâl ve dakayıkına muttali ve âgâh olabilir. Bu vukuf ise ekseriyet için sathidir. O ahvâl ve dakayıkın esbâb-ı mûcibe-i tabiiyesine âgâh olabilmek için bir hayli tedkikatta bulunmalı ta’mîk-i fikr etmeli. Bir insan kendi âlemine tamamiyle vâkıf olsa bile diğer âlemlerin ahvâli kendince az çok meçhul olacağından şu hâlde realistlerin âsârında da bilinmeyen birçok hakayıka tesadüf olunur. Ez-cümle eminim ki Nana’yı okumadan evvel Fransa’nın “demi-monde” denilen âleminin ahvâline bi-hakkın muttali değildiniz; bu ıttılâı Nana’nın mütâlâasından sonra hâsıl ettiniz. Realistlerin şâir âsârını da mütâlaa edecek olur iseniz Fransızların birçok ahvâline daha muttali olursunuz. Realistlerin âsârında zu’m-ı âcizânemce bir meziyet daha vardır ki o da birkaç yüz sene sonra Fransa ahâlisinin müretteb olduğu sınıf-ı muhtelifenin asr-ı hâzırdaki âdât, ahlâk, meşreb ve lisanı ne yolda olduğuna dair bir tedkikatta bulunulmak istenilse âsâr-ı mezkûreye müracaat olunabilir. Romantiklerin hangi ciheti hakikî ve hangi ciheti keyfî olduğunu tefrîk etmek müşkil olacağından bunların içinden çıkılmaz. (İnci:1999, s.430) (30 Kânun-ı Evvel 1885 tarihli mektup)

 Öncelikle Assommoir, Emile Zola’nın yirmi bir Rougon-Macquart dizisinin yedinci cildinin ismidir. Türkçeye Meyhane adıyla çevrilmiştir. Yazar bu eserinde Jervez ve ailesinin hayatından yola çıkarak, Paris’in ücra köşelerinde yaşayan insanların ve işçilerin sorunlarını dile getirmiştir. Ayrıca Paris’in işçi sınıfı bölgelerinde alkolizm ve yoksulluk konuları da ele alınmıştır.

Burada realist roman ile romantik romanın karşılaştırıldığını görebilmekteyiz. Bu karşılaştırma, Assommoir ’in kahramanlarının adeta bir fotoğrafçı edasıyla tasvir edilmesi ile romantiklerin, Assommoir edasındaki konuları ele aldıkları romanlarında tasvirlerin üslup kaygısı ile yapılması ve tam olarak gerçekleri yansıtmamalarıyla ilgilidir. 

Assommoir’ı okuyan kişiler, işçi sınıfına, alkolizme, yoksulluğa ve beraberinde getirdiği problemlere karşı kendilerini yakın ve tanışık hissederler. Hayatta karşılaşılabilecek, buna benzer durumlarda bu roman onlar için başvurulacak bir kaynak haline gelebilir. Fuad’ın bu şekilde düşünmesini delillendirecek birçok ispat elimizde mevcuttur. İnsanların, romana karşı tabii duygular hissetmelerinin sebepleri arasında, roman kahramanlarının gerçek hayata oldukça yakın oluşları, kötü sayılabilecek durumları ve kahramanları bir şekilde iyileştiren herhangi bir zorlamanın olmayışı, kahramanların kendi bölgelerinin dilleriyle, üsluplarıyla, hâl hareket ve tavırlarıyla konuşturulması sebeplerini sayabiliriz. Ayrıca bu romandaki kötü kahramanlarımızı romantikler gibi iyi olması için bir oraya bir buraya çekiştirmeyen bir tavır ise elbette realizmden ve natüralizmden gelmektedir. Konuyu Emile Zola’nın kendi ifadesi ile daha net açıklamak isteriz. Emile Zola, Assommoir romanı için şu yorumu yapmıştır: “Gerçekleri yazdım, romanın kahramanları kötü insanlar değiller, sadece eğitimsiz ve yaşadıkları ortamın yıprattığı insanlar…”. (https://en.wikipedia.org/wiki/L’Assommoir.erişim tarihi:04.03.2020) Hem romana hem de ifadesine bakılarak, natüralizmden gelen determinist anlayışı hâkim kıldığını söyleyebiliriz. Buradan hareketle Fuad, romanın içindeki var olan ortamın ve şartlarının o kahramanları “kötü” hale getirdiğini düşünmüştür. Çünkü Fuad için, rastlantı sonucu diye bir kavram yoktur. Bilimde olduğu gibi, yaşantıda da her şeyin bir sebebi ve sonucu vardır. 

Dolayısıyla romantiklerin takındığı tavır, kötüleri iyileştirmek, her ne olursa olsun “melek”miş gibi göstermek, Fuad için romanı yine gerçeklerden uzaklaştırmak, okuyucu ile bağı olmayan bir eser meydana getirmek, hatta insanları hayal dünyasına itmekten başka bir şey değildir, diyebiliriz.

Realistlerin eserlerinden hareketle insanların kendi durumları harici çevrelerindeki diğer durumlara karşı da bir bakış açısı edinebileceklerini de vurgulamıştır. Bu da realist eserlerin hayatın bilinmeyen noktalarına da el sürmesi ve onları gün ışığına çıkarması ile gerçekleşmektedir. Nana’yı okumadan önce insanların, Nana gibi yaşayan kimselere karşı bu kadar katıksız bilgiye sahip olmadıklarını söyleyerek de fikrini somutlaştırmıştır. Fransızların birçok haline vakıf olabilmenin yolunun adeta realistlerin tüm şekillerde kaleme aldıkları serleri okumaktan geçtiğini belirtmiştir. Bu bahsi anlatırken, tekrar bir karşılaştırma yapmıştır. Bu karşılaştırma o dönemki alışkanlıklar, ahlak ve huy gibi meselelerin incelenmesi gerektiğinde, realistlerin eserlerinin kaynak olarak kullanılabilecek yanı ile romantiklerin konuyu “gerçeklikle mi? yoksa keyiflerine göre mi?” ele aldıkları kısmının belirsiz oluşu ile birlikte kaynak olarak gösterilemeyecek olmasıyla ilgilidir. 

Romantiklerin eserleri, içinden çıkılması zor ve başvurulmayacak kaynaklar olarak gösterilmiştir. Devamında gelen, 8 Temmuz 1302 (21 Temmuz 1886) tarihli mektup şu şekildedir:

Vâkıâ Hugo “Şair fikir i’mâl eder” diyor, ama insan fikir değil, kahve iskemlesi i’mâl etmek istese bile yine malzemeye muhtaçtır. Fikir i’mâli için lâzım gelen malzemeyi fen meydana getiriyor. Fikir i’mâl edenler yine erbâb-ı fendir. Şuârâ ve bülegâ ancak tarz-ı ifâde, şive-i tahrîr, teşbih, istiâre vesâire gibi şeyler i’mâl eder. Vâkıâ şair büsbütün i’mâl-i fikrden vâreste değildir. Hattâ bir ebleh bile bu i’mâlden büsbütün vâreste olamaz.

Ancak Hugo’nun demek istediği gibi i’mâl-i fikr şairlerin havâss-ı mahsusasından değildir. (İnci Handan, Şiir ve Hakikat,1999, s.471-472)

Hugo’nun şair fikirleri yani hammaddeyi işleyip, ortaya yeni bir ürün çıkartır, fikrine karşı bu kısımda Beşir Fuad, düşüncelerini belirtmiştir. Fuad’a göre insan fikir değil, kahve iskemlesi bile imal etse malzemeye ihtiyaç duymaktadır. Burada şair için gerekli malzemeyi de ona göre tabii ki bilim oluşturmaktadır. Bilim insanları da birer fikir üreticileridir. Şairler de onlar gibi olmalılardır. Şairlerin işi yalnızca yazmak ve söz sanatlarını kullanmak değildir. Hem bilimi hem de ediplik işini birlikte yürütmelilerdir, fikrini belirtmeye çalışmıştır, diyebiliriz. Hugo’nun demek istediği gibi fikir üretimi şairlerin özel nitelikleri olmamalıdır. 

Halbuki Jean-Jacques Rousseau her gün bir kalıba girmiş. Bir gün terakkiye hizmet etmiş ise de ertesi günde aksini iltizâm eylemiştir. Bu sebebe mebnî Jean-Jacques Rousseau’yu hiç sevmem. Hele Jean-Baptiste Rousseau kaale alınmağa bile şâyân değildir. (İnci Handan, Şiir ve Hakikat,1999, s.463) (19 Kânun-u Evvel 1302 (1 Ocak 1887) tarihli mektup)

Jean-Jacques Rousseau (28 Haziran 1712 CenevreCenevre Cumhuriyeti ve Kantonu – 2 Temmuz 1778 ErmenonvilleFransa), Cenevreli filozof ve yazar. Siyasi fikirleri, Fransız Devrimini etkilemiştir. Düşünceleri özellikle, Devrim’den sonra kurulan yeni devletin kalkınmasında, toplumun sosyal yapısında ve eğitim sisteminde etkili olmuştur. Jean – Jacques Rousseau’nun yapıtlarındaki karmaşıklık onun; doğal hukuk kuramcısı, doğal hakları yadsıyan biri, aydınlanmacı, aydınlanma ilkelerini yerle bir eden biri, demokrasinin inançlı savunucusu, demokrasiyi ayaklar altına alan biri, burjuva liberal devriminin hazırlayıcısı, öte yandan böyle bir devrimin olumsuzluklarını çok önceden gösteren, hatta reformculuğu bile benimseyen biriymiş gibi birbiriyle çelişen ve çatışan çok karşıt düşüncelerle yorumlanmasına sebep olmuştur. Bu sebeple Rousseau anlaşılması güç bir düşünür olmuştur. Kendisini hep halktan birisi olarak görmüş, halktan kişiler arasında daha rahat etmiştir. Romantizmden etkilenmiş ve etkileri görülmüştür. (Bakır Kemal, Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi,Jean Jacques Rousseau’nun Eğitim Anlayışı,2010, s.130-122)

Jean-Baptiste Rousseau (6 Nisan 1671, Paris doğumlu-17 Mart 1741, Brüksel’de öldü), Fransız dramatist ve şair, gününün esprili ve çökmekte olan Paris toplumunda büyük popülerlik kazandı. özellikle alaycı epigramlarıyla dikkat çeken bir Fransız oyun yazarı ve şairdir.(Britannica Ansiklopedisi,Son görülme tarihi: 2020-04-10 02:15.)

Jean Jacques Rousseau için her gün bir kalıba girmiş, bir gün gelişmeye hizmet etmişse de ertesi gün tersini gerekli saymıştır, ifadelerini dile getirmiştir. Burada Jean Jacques Rousseau’nun Fuad için gelişmeye hizmet ettiği yön olarak filozof oluşunu, halktan birisi oluşunu düşünebiliriz. Filozofluk ve felsefe ilişkisi onun için önemlidir. Ayrıca Jean Jacques Rousseau’nun halkın içinden ve halktan biri gibi hissediyor olması gerçekleri daha iyi yansıtabileceği anlamına geldiği için de Fuad adına gelişmeye hizmet eden bir yön olarak alınabilir. Bu saydığımız iki husus Beşir Fuad’ın fikir hayatıyla örtüşür durumdadır.

Fakat gelişmeye hizmet eden yanları konusunu ertesi gün gereksiz kılan ve hatta tam tersini söyleyen Jean Jacques Rousseau, kendi içinde çelişen ve eserlerindeki karmaşıklık ile romantizme bağlanan tavrı sebebiyle Beşir Fuad için kabul edilebilir bir isim değildir. Bu sebeplerden dolayı onu sevmediğini ifade etmiştir, diyebiliriz.  Hemen arkasından Jean Baptiste Rousseau gelmiştir. Baptiste’yi dikkate almaya bile değer değildir diyerek, ifade etmiştir. Dikkate almaya bile gerek görmemesinde, dramatikliği ve alaycı epigramları rol oynamıştır, diyebiliriz.

Visited 13 times, 1 visit(s) today
Close