Yazar: 18:56 Makale

Beşir Fuad’ın Romantiklere Karşı Öne Çıkardığı Bilim İnsanları ve Edipler

Makalenin önceki bölümünü okumak için;

Romantizm Karşısında Beşir Fuad

Hugo’da ilişilen yerler başlıca iki noktaya münhasır oluyor. Birincisi Hugo’ya karşı realistlerin iltizâm olunduğu zannolunması, İkincisi ulûm ve fünûnu keşfiyât ve tedkikat-ı vâkıalarıyla ihyâ eden Claude Bernard vesâire gibi asr-ı hâzır eâzımının Hugo’ya tercihi savâb görülememesidir. (9 Kânun-ı Evvel 1885 tarihli mektup)

 Realistlerin, Hugo’ya ihtiyaçları varmış gibi olan yaklaşımlarına karşı, bilimde, fende yeni keşifler yapan, bu keşifleri hayata geçiren Claude Bernard gibi bilim insanlarının tercih edilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Claude Bernard kişisini örnek olarak vermesini rastgele görmemekle birlikte yaptığı çalışmalara baktığımızda neden onu tercih ettiğini görebilmekteyiz. Kendisi Fransız fizyoloji bilginidir. Deneysel hekimciliğin kurucusu olarak kabul edilmektedir. Pozitivist akıma bağlıdır. Bu konuda şunları söylemiştir:” Deneyci kısmi gerçeklerden genel gerçeklere doğru gider ama mutlak gerçeği elde ettiğini asla ileri süremez. Mutlak gerçeğe herhangi bir konuda vardığımız anda, başka konularda varmamız için sebep kalmaz. Çünkü mutlak, kendi dışında hiçbir şey bırakmaz.” (Portal.felsefe.net. Erişim tarihi 30.03.2020). Bu bakımdan spiritüalist kalan Claude Bernard’a göre, olayların yalnız nedenini öğrenebiliriz: bunların niçin’i kavrayış gücümüzü aşar.

Gerek Emile Zola’nın ve gerek Alphonse Daudet’nin kudret-i kalemiyesini Avrupa’da hiçbir kimse inkâr etmemiştir. (İnci:1999, s.413-414)

Avrupa’da Zola’nın ve Daudet’in kaleminin kuvvetini kimsenin inkâr etmediğini belirtmiştir.

Ardından gelen, 29 Kânun-ı evvel 1885 tarihli mektubu inceleyeceğiz.

Fransa asr-ı hâzırda iki büyük hâkim yetiştirdi: Biri Auguste Comte, diğeri Littré’dir. (İnci:1999.s.432)

Auguste Comte,Fransız sosyologmatematikçi ve filozofSosyolojinin babası olarak tanımlanmaktadır.  Ayrıca felsefede pozitif düşünce üzerine de çalışmış ve önemli fikirlere imzasını atmıştır. Pozitivizm   Auguste Comte   tarafından sistemleştirilmiştir. Daha sonraları fizikgökbilim ve kimya ile de uğraşmıştır.

Emile Littré, Fransız düşünür, sözlükçü, hekim ve siyaset adamıdır. Tıp öğrenimi görmüştür, ayrıca İngilizce, Yunanca, Lâtince ve Sanskritçe öğrenmiştir. Bunların yanında bir de Auguste Comte’nin hem öğrencisi hem de fikirlerinin takipçisi olmuştur. Devrin yetiştirdiği hâkim olarak öne sürdüğü kişilerin sıkı sıkıya pozitivizm ile iç içe oluşları belirtilmelidir.

… Ulûmun fünûnda başlıca esası riyâziyâttır. Bu ilim şâirlerinin miftâhıdır. Riyâziyâttan cebr-i âlâ, hendese, müselselât ile fenn-i makine bilinmek elzemdir. Bunların kavâid-i esasiyesi kuvvetlice bilinir ise şâirleri pek kolay anlaşılır. Mektepte mebâdî-i ulûmun tahsil olunduğu beyan buyrulmuş. Eğer şu ta’dâd eylediklerimden zaif olanlar var ise evvel emirde bunları takviyeye çalışmanızı tavsiye ederim. Bir taraftan da hikmet-i tabiiye ile kimyayı tahsil buyurmaksınız.

Ulûm-ı riyâziyeyi kendi kendine tahsil imkânın haricinde gibi bir şeydir. Bunlar için gerek lisanımızda gerek Fransızcada pek çok kitaplar mevcuttur. Ancak en mühim olanı güzel bir muallim bulmaktır. Hikmet-i tabiiye için Physique Ganot nâm eseri tedârik buyrunuz. Bu kitapta mevâdd-ı esasiye büyük ve fürû-âtı küçük huruf ile tab’ olunmuştur ki düstûrlar bu ikinci kısımda bulunur. Büyük huruf ile basılan kısmı mütâlaa olunduğu sûrette şimdilik kâfidir. Kimya için Malgutti nâm zâtın üç sene üzerine münkasım olan eserinden birinci ve ikinci seneleri tedarik olunur ise kifayet eder. Bu eserler sırasıyla mütâlaa olunduğu sûrette ıstılâhâtça güçlük çekilmez. Çünkü tesadüf olunacak ıstılâhâtın tarifâtı beraber gelir. Bir de mütâlaa olunan şeyler iyi hatırda kalabilmek için hulâsa usûlüne müracaat etmek pek fâidelidir. Bir bahsi mütâlaa ettikten sonra mevâdd-ı münderice-i esasiyesini hulâsaten bir deftere kaydetmeli.                                        

 Tercüme ile de matlub hâsıl olursa da Türkçe’de mukabillerini bulmak için birçok zaman sarfolunacağmdan doğrudan doğruya Fransızca olarak hulâsa edersiniz ki bu sûretle vakit kazanmış olursunuz. Bunlardan sonra ilm-i teşrih ve fizyoloji mütâlaa etmeli. Bu iki ilmin mebâdisinden bâhis olmak üzere Beşer ünvânıyla bir eser yazıyorum. Cep Kütüphânesi miyânında birinci cildi birkaç güne kadar neşrolunarak bir nüshası takdim edilecektir. Bu eser mütâlaa olunduktan sonra Fransızca bu yolda daha mükemmel eserler tavsiye eyleyeceğim. Fizyolojiden sonra mebhasü’r-ruha dair bir eser tavsiye ederim. TabakatüT-arz, ilmü’l-elsine, tarih-i tabiî vesâireye dair bazı eserler daha mütâlaa buyurduktan sonra felsefe için icab eden sermâye tedârik edilmiş olacağından felsefeye dair bazı eserler daha tavsiyeederim. Bir de Flammarion’un Astronomie Populaire nâm eserini mütâlaa buyurunuz. İlm-i heyete dair pek çok malûmat alırsınız.

Gerçi bazı mebâhiste şairâne denebilecek derecede ciddiyetten tebâüd etmiş ise de k:sm-ı a’zamı nâfi’dir. Felsefeye dair tavsiye edeceğim âsâr mütâlaa olunduktan sonra eserin şairâne olan kısımlarını müfekkirenizden tard ile yalnız ciddî olan kısımlarını hıfzedersiniz. Mebâhis-i mütenevvia-ı fenniyeden bâhis kitaplar bu bahisleri muntazam bir usûl tahtında arzetmediklerinden bunlardan mükemmelen istifâde olunamaz. 

Mütâlaa buyrulan eserin göz bahsi tercüme olunmuş. Halbuki bu bahsin mensub olduğu teşrih ve fizyoloji gibi iki ilmin kavâid-i umûmiyesi bilinmedikçe böyle parça parça ve müteferrik malumattan pek çok istifâde edilemez. İstifâde olunamayışı arzettiğim vechle bunların bir usûl tahtında olmamasından neş’et eder zannederim. Louis Figuier’nin Les Merveilles de la Science nâm eseri de şâyân-ı mütalaa ve mûcib-i istifâdedir. (İnci:1999, s.444-445) (15 Kânun-ı Evvel 1301 tarihli mektup)

Bilimsel keşiflerin manevi ve ahlaki dünyaya ne derece hizmeti olduğunu incelemek ve en çok felsefe ve filozofluk mesleğinde bilimden ayrıldığı suretle ne gibi gariplikler ortaya çıktığını araştırmak gerekir, demiştir. Bu ifadesinden hareketle bilimsel keşiflerin insanların ahlakına ve manevi hayatlarına yaptığı katkıların araştırılması gerektiğini belirmiştir. Bunu belirtmesindeki sebepler; natüralizme, realizme ve pozitivizme ait olan fikir dünyasıdır. Devamında, fen biliminin başlıca esasının matematik olduğunu ve bu ilmin şairlerin anahtarı olduğunu söylemiştir. Matematiğin içerisindeki cebir, geometri, trigonometri ile mekanik ilminin asıl kurallarının bilinmesiyle, şairlerin daha kolay anlaşılabileceğini savunmuştur. Bize göre, şairleri de yaptıkları işten dolayı bir bilim insanı olarak görmüştür. Onun için yazarlar da bir nevi gözlemleyip, deneyler yaparlar ve sonucunda güvenilir bilgiye ulaşırlar. Bu sebeple şairin anlaşılması, matematik ve fen bilimleri ile bir tutulmuştur. Fazlı Necip’in de şairleri anlaması için bu bilgilerden eksiği var ise onları tamamlamasını önermiştir. Ardından, fizik için Adolphe Ganot’un Physiquo kitabının büyük harflerle basılan kısmını, kimya için Malgutti’yi önermiştir. Matematik, fizik ve kimya hallolduktan sonra ise anatomi ve fizyoloji alanına yönelmesini istemiştir.

Anatomi ve fizyoloji alanını tavsiye etmesinin sebebi ise natüralizmde soyaçekim konusunun ve karakterlerin oluşumunda kalıtsal özelliklerin önemli olmasının payı vardır. Kendisi de bu konu üzerine çalışmıştır. Bu konu ile ilgili yazmakta olduğu Beşer adlı eseri de mektubunda Fazlı Necip’e söylemiştir. Başer’in içinde ayrıca ruh bilime, jeolojiye ve dilbilimine ait bilgilerinde bulunacağını belirtmiştir. Tüm bunları felsefe için gerekli sermayeler olarak kabul etmiştir. Kitap önerilerine Flammarion’un Poyulaire Astronomie kitabı ile devam etmiştir. Fakat bu kitap için bir eleştiri vardır. Bu eleştiri kitabın bazı kısımlarının ciddiyetten uzaklaşarak, şairane bir üslupla yazıldığı yönündedir. Şairane kısımları zihninden uzaklaştırarak, ciddi kısımlarını okumasını ve aklında tutmasını önermiştir. 

Önerdiği kitaplar hakkında birkaç husustan bahsetmeden önce, fiziğe, kimyaya, matematiğe, fizyolojiye ve anatomiye bu denli önem vermesi her sorunun bilim ile çözülebileceğine inanmasından geçmektedir, diyebiliriz.

Adolphe Ganot,19. Yüzyıl Fransız yazarlarından ve fizik ders kitabı yazarıdır. İki klasik eserle tanınmıştır. Kendini deneysel ve uygulamalı fiziğe adamıştır. (Langlois, Françoise Khantine, Un siècle de physique à travers un manuel à succès: le traité de physique de Ganot) Kendisini deneysel ve uygulamalı fiziğe adamış olan bir bilim insanını önermesi şaşırılacak bir durum değildir. Burada da pozitivizmin deney ve gözlemi ile natüralizmin bilim insanı edasındaki tavrının yansımaları görülmektedir.

Malgutti hakkında bilgi bulunamamıştır.

Nicolas Camille Flammarion, Fransız bir gökbilimci ve yazardı. Astronomi ile ilgili popüler bilim çalışmaları , birkaç önemli erken bilim kurgu romanı ve psişik araştırmalar ve ilgili konular üzerine çalışmalar da dahil olmak üzere elliden fazla başlıktan oluşan esere sahip velud bir yazardı . Ayrıca 1882’de başlayarak L’Astronomie dergisini yayınladı. Fransa Juvisy-sur-Orge’da özel bir gözlemevi kurdu . Flammarion , ruhsallığa , psişik araştırmalara ve reenkarnasyona bilimsel yöntemin bakış açısıyla yaklaştı , “Gerçeğin arayışında ilerleme kaydedebileceğimiz tek başına bilimsel yöntemle. Dini inanç tarafsız bir analizin yerini almamalıdır. Yanılsamalara karşı sürekli tetikte olmak. ” (Marslılar Muhtemelen Üstün; Camille Flammarion Mars’ta Yaşayanların Dünyayla Çağlar Arası İletişim Kurmaya Çalıştığını Düşünüyor” . New York Times. 10 Kasım 1907. Erişim tarihi:2020-04-04,16.34) Bu eseri önermesinin, kendisinin de ruh bilim ile uğraşıyor olması ile bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. Ki ruh, natüralizm için vazgeçilmez bir olgudur. Eserlerde karakterlerin iç dünyalarını gerçekçi bir şekilde yansıtabilmek adına ruha dair bilgiye ve fikre sahip olmak gerekmektedir. Bu gerekliliği de ruh bilime ait bu kitap ile sağlayabileceğini düşünmüştür. Ayrıca Flammarion’un astroloji için de gözleme dayalı bir yol izleyerek ‘’gözlemevi’’ kurması da Fuad’ı etkilemiş olabilir. Hem astrolojiyi hem de ruh bilimi, deneyerek, bilimin yöntemleri ile ortaya koymaya çalışması Fazlı Necip’e bu kitabı önermesinin yolunu açmıştır, diyebiliriz.

Louis Figuier, Fransız bir bilim adamı ve yazardı. Pierre-Oscar Figuier’in yeğeniydi ve Montpellier’deki L’Ecole de pharmacie’de kimya profesörü oldu.  Araştırmalarında kendini Claude Bernard’a karşı buldu; bu çatışmanın bir sonucu olarak, kendisini popüler bilime adamak için yaptığı araştırmayı bıraktı. 1857’den 1894’e- L’Année Scientifique et Industrielle (ya da Exposé annuel des travaux) adlı bir yıllık kitabı düzenledi ve yılın bilimsel keşiflerinin bir envanterini derledi (1914’e kadar ölümünden sonra devam etti). (Linda Hall Kütüphanesi,Erişim tarihi:2020-04-04,16:58) 

Figuier’in kitabının Türkçe çeviri adı Bilim Harikaları ’dır. Fuad önerdiği bu kitapla da bilimi ve bilimin dünyaya sunduğu yenilikleri ön plana çıkartmıştır.

Kaynak olarak verdiği tüm eserleri felsefe için gerekli sermaye olarak görmesi kısmında da aslında bilimsel bir felsefe yaratma fikri vardır, diyebiliriz. Tanrı’yı çoğu defa işin içine katmadan, tecrübeler ile, gerçeği arayıp, bulup, inceleyip bilgiye dönüştürmekle yaratılacak bilimsel bir felsefe arayışıdır, tarifini yapabiliriz. Ardından gelen 18 Mayıs 1303 tarihli mektup ise şöyledir:

Ekrem Beyefendi hakikaten ve cidden edîbdir. Naci de böyledir. Yalnız beynlerinde olan fark (zann-ı âcizâneme kalırsa) şudur ki, Ekrem Beyefendi’nin vukûfu edebiyat-ı şarkiyeden ziyade garbiyeye âit olup, Naci hakkında kaziyye ber-akistir. İkisi de değerlidir, fakat her biri başka bir yol tutturduğu için günden güne yek-diğerinden tebâüd ediyorlar. Beynlerinin te’lîfi mümkün olamıyor. Naci tarafdarânı için Ekrem Bey hiç, Ekrem Beyefendi’yi iltizâm edenler için Naci solda sıfır addolunuyor. İki taraf da hakikat-i hâli görmek veya itiraf etmek istemiyorlar. İşin içine hubb-ı zâti (amour propre) karışıyor. Bu zâtları yalnız kendi hallerine de bırakmak istemiyorlar. Birtakım fikri mahdûd, behresi mefkud kimseler ortaya atılıp kargaşalıktan istifâde etmek ve (itikadlarınca) şöhret-şiâr olmak emeline düşüyorlar. Bu iki edibin eserlerini tedkike mukdedir değilim; söylediğim hissiyâtımdır. Naci bugünkü günde (Avrupa edebiyatına nazaran) klasiklerin reisi olabilir, yahud Kemâl Bey Hugo addolunur ise, Ekrem Bey Lamartine olur. Bence bir söz nefsü’l-emre muvâfık olmak lâzımdır. Ne tarzda söylendiğini pek de aramam. Fakat herkes bu bâbda benimle hem-efkâr olmak lâzım gelmez. Ben âsâr-ı kalemiyede yalnız selâset, vuzûh, sadelik isterim. Abdülhak Hâmid Beyefendi hakkındaki tenkidât manzûr-ı âlileri olmuştur. Bu tenkidâtı tamamiyle okuyamadım ise de göz gezdirdiğim bazı mahallerini doğru buldum. Çünkü Ekrem Beyefendi hazretleri de âlem-i hususide itiraf eylemekten çekinmedikleri gibi Abdülhak Hâmid Beyefendi’nin ekser-i ifâdâtı muakkad ibârelerinden mânâ çıkarmak muhâldir.

 Selâset dururken bu tarzı neden ihtiyâr ettiğini düşünüyorum, hiçbir sebeb-i ma’kul göremiyorum. Maamâfih şu kusur Hâmid Beyefendi’nin “Me’vize” gibi selis, efkâr-ı âliyeyi câmi’ âsârıyla sâbit olan kudret ve meziyet-i edebiyelerini ihlâl edemez. Abdülhak Hâmid Beyefendi büyük şairdir, edîbdir, hatâlarını görmeye hakkınız yoktur diyerek bir münekkidin ağzı kapatılamaz zannederim.              

Gelelim seyyale-i asabiyenin süratine: ifâdenizden seyyale-i asabiyetin sürati ziyânınkinden beş defa batî ve bu sürat ise saniyede 180 kademlik bir mesâfe kat’etmekten ibaret olduğu anlaşılıyor ise de bu bâbda bir hatâ var. Gösterdiğiniz sürat beşe darb olunduğu sûrette 600 kademe bâliğ olur ki ziyânın sürati saniyede takriben 308.000 kilometre olduğu malûmunuzdur. Gösterdiğiniz sürat olsa olsa sadâya tatbik olunabilir. Taharriyât-ı vâkıanın neticesi olarak a’sâbda muhtelif iki sürat görülüyor. Beşer’in mütâlâasına tenezzül buyrulduğu sûrette görülür ki a’sâb “harekî” ve “hissî” nâmlarıyla ikiye taksim olunmuştur. Evvelkilerde seyyale-i asabiyenin sürati saniyede takriben 30, İkincilerde 80 metre tahmin olunuyor. Bunun ne yolda ölçüldüğü bahsine gelince: (Pek iyi hatırımda kalmamış ama zannederim) Helmholtz tecrübesini at sinirleri üzerinde icrâ eylemiş, harekete mahsus olan sinirin ikaz olunduğu an ile sinirin vâsıl olduğu adelede takallüs vuku bulduğu an hesab olunarak saniyede harekî sinirler için 30 metre kadar bir sürat bulunmuştur. 

Helmholtz’ un böyle cüz’î bir zamanı hangi âlet vâsıtasıyla ölçebildiği meçhulümdür. Çünkü elde bulunan menâfiü’l-a’zâ kitaplarında bu âletin yalnız, gayet nâzik ve dakik olduğunun zikriyle iktifa olunub tafsilâtına girişilmemiştir. Maamâfih hissî sinirlerde saniyede seksen metre bir süratle cereyan eden seyyale-i asabiyenin mesâhası hakkında isti’mâl olunan vesâitten birini arzedecek olur isem otuz metrelik bir süratin daha kolay ölçüleceği tebeyyün eder. Saat çarkları gibi dişli bir çarh tasavvur ediniz ama dişlerinin mikdarı çok olsun; bu çarha saniyede bir değil birkaç kere devr-i hareketi icra ettirebileceğimize fenn-i makine tekeffül ediyor. Şu hâlde bir insanın parmağının ucuna dişleri temas etmek üzre devrettirilecek olursa insan mütevâliyen dişlerin parmağına dokunduğunu hisseder. Çarhm hareketi tedricen süratlendirildiği bir an gelir ki dişlerin mütevâliyen dokunduğu cihetle bunların arasındaki fâsıla hissolunamayıp daimî olur. Şu hal bir saniye zarfında seksen dişin birbirini müteâkıb insanın parmağına dokunduğu vakit müşâhede olunur. İnsanın parmağıyla beyni arasında mesafe bir metre olduğundan sinirlerde seyyale-i asabiyenin sürati saniyede seksen metre olduğu anlaşılıyor… Havâss-ı hamsenin fizyolojiye âit olduğu beyan buyrulduktan sonra “kuvve-i vahime, kuvve-i hafıza, kuvve-i hayaliye” gibi havâssın bu fenne taalluku olup olmayacağını sual buyuruyorsunuz. 

Kuvve-i hâzıme nasıl midenin faaliyetinden münbais bir hassa ise, bu ta’dâd eylediğiniz hisler de dimağın faaliyetinden ıveş’et eder. Bu hassâların cevher-i dimağa ne derecede tâbi’ olduğunu anlamak için humma gibi, hînes gibi, tarafe gibi başta cerîha gibi ahvâl-i maraziyeyi ve bunların tevlîd eyledikleri netâyici göz önüne getirmek kâfidir. Bu mesele hakkında şimdi tafsilât vermek abes olur. Evvel emirde Beşer”i ve dehâ-yı ilm-i vazâifü’l-a’zâya dair tavsiye edeceğim diğer âsârı mütâlaa buyurduktan sonra Mebhasü’r-Ruh nâmı verilen ve hakikatte “ilm-i vezâif-i dimâğ” nâmından başka bir şeye müstahak olmayan bir kitap tavsiye ederim, hall-i müşkil eylersiniz.

Tahir Bey biraderimizin Gayret”le neşreylediği mukabelesinin te’hîrini mûcib olan ahvâl size vaktiyle cevap vermemekliğime sebep veren hallerdir ki bunların ne olduğunu Tahir Bey bilir. Bundan mâadâ bu aralık devam etmekte olan mebâhis-i edebiye (!) mihver-i lâyıkında cereyan eylemediğinden şu gürültülerin ber-taraf olmasını arzu ediyorum. Mübâheseye başkalarının karışacağından korktuğum için değil, yalnız daire-i edebin tecavüz olunmasını arzu etmediğimden bayram ertesi cevabımı Saadet”le neşredeceğim. Şimdi bir de “Hakîm-i zû-fünûn” meselesi kaldı. Littre’nin âsânndan sathî olarak bir iki parçasını okuduğunuzu, Auguste Comte’u pek iyi tanımadığınızı yazıyorsunuz. Bu bâbda acele etmeye mahall yok. Sırası geldiği vakit gerek Littre’nin ve gerek Auguste Comte’un okunması lâzım gelen âsârmı mütâlâayı zâten size tavsiye etmek emelindeyim. O zaman görürsünüz ki bunların âsârı tesir ve fâide hususunda Hugo’nunkinden hiçbir aşağı kalmadıktan başka daha birçok fevâidi câmi’dir. Ez-cümle asrımızın Huxley, Herbert Spencer, Lewes vesâire gibi ulemâ ve fuzalâsı Auguste Comte ve Littré’nin âsârına hürmet-i fevkalâde gösterdikleri halde Hugo’nun âsârını okudukları vakit ekser-i fikirleri için (bir babanın çocuğu sâde-dilâne sözler söylediğini görüp de tebessüm ettiği gibi) tebessümler ederler. Vâkıâ bazen (tıpkı çocuklarda olduğu gibi) güzel fikirlere de tesadüf olunur ise de bu fikirleri tahsîn ile beraber onlardan istifâde edemezler. Çünkü zâten o fikirler kendilerince malûmdur. Fikrimi hulâsa edeyim: Auguste Comte’un ve emsâlinin âsârından herkes (yani o eserleri anlayacak kadar malûmat-ı lâzımeyi câmi’ olanlar) istifâde eder. Hugo’nun âsârından fikren (sanâyi’-i edebiye müstesna) istifâde edenler benim gibi malûmatı nâkıs ve sathî olanlardır. Bir adama hakîm demekte asır mı, yoksa bulunduğu mülk mü nazar-ı itinaya alınmak lâzım geleceği bahsine gelince, bunların ikisini de nazar-ı itinaya almak câizdir. Fakat umûm-ı insaniyet nâmına mesele tedkik olunur ise yalnız asır nazar-ı itinaya alınmalı. Çünkü meselâ Littré ile Japonya’ya nisbeten hakîm addolunmak lâzım gelen bir zât muâdil tutulamaz. 

Gerçi Littré’nin nâil olduğu vesâit diğerince mevcud ola idi Japonya hakiminin Littré’yi geçmek ihtimali vârid-i hâtır olabilir idiyse de bu ihtimali çiftçilere kadar tevsî etmekten kim bizi men’edebilir? Şu hâlde eâzımın âhâd-ı nâstan farkı noksan vesâitten ibaret kalmış olur. 

(Bu da verâset vesâire vesâit addolunduğu sûrette pek yanlış addolunamaz. Fakat bahsimiz şimdilik orada değil.) Bu âlemde nîk ü bed nisbî ve ekseriyetle emr-i itibaridir. Hiçbir insan yoktur ki az çok bir fikr-i hikmeti bulunmasın. En cahilden tut da en fâzıla kadar bu fikir tedricen terakki eder. Bu fikrin merâtib-i muhtelifesi birtakım kademât teşkil edip de alt kademede cahiller bulunacak olur ise, en üst kademede Littré ve emsâli bulunur. (İnci:1999, s.460-461-462-463)

Muallim Naci Efendi’nin Ekrem ve Hâmid Beyefendi hazretlerine karşı çıkmalarına ne mânâ verirsiniz? Bu soruya cevap olarak Beşir Fuad’ın Ekrem’in Takdir-i Elhan adlı eserinde Naci’nin aleyhinde bulunduğunu, bu sebep ile Naci’nin de ona karşılık verdiğini söylemiştir.

Ortaya çıkan tartışmayı, ilgiye değer bulmayan taşlamalar ve sövüşmelerden ibaret diyerek, ifade etmiştir. Böyle düşünmesinin sebebi okuyuculara yararlı olmadığını düşünmesinden gelmektedir. Çünkü ona göre, eserler okuyucuya, topluma bir şekilde katkı sağlamalıdır. Devamında Ekrem ve Naci’yi karşılaştırmıştır. Bu karşılaştırma aralarındaki farkı göstermek ile yapılmıştır. İkisi de ediptir. Fakat Recaizâde Mahmut Ekrem, Batı edebiyatından beslenir, Muallim Naci ise Doğu edebiyatından beslenir. Naci’yi Avrupa edebiyatına nazaran klasiklerin reisi kabul etmiştir. Bunun yanında Namık Kemal’i Hugo’ya, Ekrem’i ise Lamartine ’ye benzetmiştir. Burada değinmek istediğimiz husulardan birincisi Ekrem’i, Hamid’i ve Namık Kemal’i birbirinin devamı ve tamamlayıcı niteliğinde görüyor olmasıdır. Bu fikre, Namık Kemal’i Hugo’ya, Ekrem’i Lamartine ‘ye benzetmesinden ulaşabiliriz. Lamartine, ilk Fransız romantiği, Hugo onun takipçisi dolayısı ile Hamid’de görülen Namık Kemal ve Recaizâde Mahmut Ekrem etkisi ile bu benzetme örtüştürülebilir. Naci’nin, Ekrem ve Hamid için yaptığı eleştirilerin bir kısmını doğru bulduğunu ifade etmiştir. Doğru bulduğu eleştiriler kısmı ise bizim için değinilecek ikinci husustur. Fuad, Hamid’in ve Ekrem’in eserlerinin, açıklık dururken niçin kapalı ifadelerden yararlandıkları konusunu sorgulamıştır. İşte burada Fuad’ın eserlerden akıcılık, açıklık ve sadelik beklediğini, bu sebep ile diğerlerinin kapalı anlamlar ardına gizlenmelerine karşı yapılan eleştirileri desteklemiştir. Ayrıca, Ekrem’in çevresini yeniye yönlendirme hususunda esas aldığı Batı edebiyatı, Lamartine, Hugo, Chatiaubriand isimleri Fuad için oldukça zıt bir kutbu oluşturmaktadır. Biliyoruz ki, Ekrem, Menemenli-zade Tahir’e ve Hamid’e Boileau’nun AH Poetique eserini okumaları için tavsiye etmiştir. 

Fuad ile Ekrem’in tavsiye ettikleri kitaplara bakılarak bile aslında kapalı ve romantik eserlere karşı nasıl bir tutum ile yaklaştığını ortaya çıkarabiliriz. Hamid’in öğüt gibi akıcı düşüncelerini topladığı eserlerindeki edebi becerisini takdir etmektedir. Fakat “ediptir” diyerek onun hatalarını görmezden gelecek değiliz de der. Hata olarak kabul ettiği yerleri biraz önce ifade etmiştik. Burada ise takdir ettiği yerde, bizim için önem teşkil eden kısım akıcı düşünceler ve öğüt verici kısmıdır. Fuad, eserlerden beklediği bir kriteri yani akıcılığı Hamid’in düşünce yazılarında bulmuştur. Fakat bu düşünce yazılarını Hamid öğüt verici şekilde kaleme aldığı için yüksek ihtimal Fuad, o eserlerde romantizm etkisine dair bir şey hissetmediğinden Hamid’in o eserlerdeki becerisini takdir etmiştir, diyebiliriz. 

Littré ve Auguste Comte’nin eserlerinden yine okunması için tavsiyelerde bulunacağını belirtmiştir. Ardından da bu eserlerin Hugo’nun eserlerinden daha faydalı ve birçok konuyu içinde barındırdığından bahsetmiştir. Yine romantizme karşı, değer verdiği ve etkilendiği Littré ile Comte’yi öne sürmüştür. 

Littré ve Auguste Compte’ye Huxley, Herbert Spencer, Livix gibi isimlerin hürmet gösterdiklerini, fakat bu kişilerin Hugo’nun eserlerini okuduklarında bir babanın çocuğunun safça söylediği sözlere gülümsemesi gibi tebessüm ettiklerini söylemişlerdir. Arada bir bu çocuklar güzel bir fikir söyleseler de bu fikirler yalnızca alkışlamalar, geçilir yarar sağlayan fikirler olamazlar, demiştir.

Aldaus Huxley, 20. yüzyıl önemli İngiliz düşünür ve yazarlarından olan Aldous Leonard Huxley, 1894 yılında, İngiltere’nin edebiyat ve bilim açısından en zengin ailelerinden birinde dünyaya gelmiştir. Huxley, Darwin’in ateşli savunucularından ünlü biyolog Thomas Henry Huxley’in torunu, yine ünlü biyolog Sir Juilan Huxley’in kardeşidir. Annesi, şair ve edebiyat eleştirmeni Matthew Arnold’ın yeğenidir. Bunun yanında, halası Viktorya Dönemi roman yazarlarından olan Humphrey Ward’dır. Babası Leonard Huxley ise Thackeray tarafından kurulmuş olan Cornhill Magazine dergisinin sahibi ve yöneticisidir. Ailenin bir tarafının bilim, diğer tarafının ise edebiyat dünyasından olması Huxley’in bilim ve edebiyatın harmanlandığı eserleri üzerinde etkili olmuştur. (Düzgün Volkan, Aldous Huxley’in Ütopya Dünyası: Cesur Yeni Dünya ve Ada,2011, s. 30)    

Herbert Spencer, ünlü İngiliz filozof ve sosyolog Herbert Spencer, 1820 yılında Derby’de doğdu. Babası bir öğretmendi. Öğrenimini önce babasının, sonra amcasının evinde gördü. Üniversiteye hazırlayan bir öğrenim de geçirdi.  Bundan sonrasında da kendisinin çizip bağlı kaldığı bir yolla kendisini yetiştirdi. Önce matematik ve doğa bilimleri üzerinde durdu. Kısa bir süre öğretmenlik yaptı. Matematik bilgileri sayesinde Londra- Birmingham demiryolu yapımında mühendis olarak çalıştı. Economist adındaki ünlü maliye ve iktisat dergisine yazar oldu.  Sistematik bir eğitim almamasına, okumayı fazla sevmemesine karşın birçok bilim dalında binlerce fikir ortaya attı ve “evrim” teorisinde Charles Darwin’in bir numaralı rakibi oldu. Edindiği büyük başarıları mükemmel gözlem yeteneğine borçlu olup, doğrudan doğruya yaptığı gözlemlerle binlerce fikrini destekleyecek binlerce olguyu rahatlıkla buldu.1851’de yazdığı ilk kitabı “Toplumsal Statik”, insan haklarının gelişimini ve bireysel özgürlüklerin savunusunu evrimsel bir teoriyi temel alarak açıklar. 1858’de evrim teorisini biyoloji bilimi ile sınırlamayıp, bu teoriyi bütün bilimlere uygulamak fikri kafasında belirdi. 1860 yılında Bir Sentetik Felsefe Sistemi (A Sytems of Synthetic philosophy) yapıtının planını çizdi ve otuz altı yıl bu planı yürütmekle uğraştı. Sağlık sorunları nedeniyle günde sadece birkaç saat yazabiliyor olmasına ve maddi durumunun kötülüğüne rağmen, 1893’de on ciltlik şaheserini tamamladı. Eserin kuruluşu şöyle: 1.cilt: “İlk Prensipler” 2.- 3. ciltler: “Biyolojinin İlkeleri”; 4.- 5. ciltler: “Psikolojinin İlkeleri”; 6.- 8. ciltler: “Sosyolojinin İlkeleri”; 9.- 10. ciltler: “Ahlakın İlkeleri”. Herbert Spencer geniş bir alana yayılmış farklı türdeki bilgileri uyumlu bir şekilde birleştirerek Viktorya çağına damgasını vuran kişilerdendir. Evrim kuramının gelişiminde ve kabulünde en az Charles Darwin kadar büyük bir rol oynamış, bugün evrim kuramını açıklarken kullanılan birçok terimi de ilk kez kullanan kişi, o olmuştur. (Yaşa Gökhan, Herbert Spencer Sosyolojisinde Sosyal Evrimcilik ve Liberalizm Etkileri, Akademik Araştırmalar ve Çalışmalar Dergisi,2018, s.593-605)     

   Littré ve Auguste Comte ’ye hürmet gösterenler arasında ilk ismimiz Aldaus Huxley’dir. Huxley bilim ile edebiyatı bir araya getirerek önemli çalışmalara ismini yazdırmıştır. Edebiyat ve bilimi ortaklaşa götürmesiyle birlikte Beşir Fuad’ın etkilendiği ve örnek olarak verebileceği bir kişi haline gelmiştir.  Spencer ise, sosyolojiye evrim teorisini uygulamayı amaçlayan, aynı zamanda biyoloji ve ahlâkla ilgili de çalışan, Comte’nin etkisinde olmak ile beraber pozitivizmin fikirleri ile ilerleyen bir bilim insanı olmasıyla Fuad için önemli bir kaynaktır. Fuad’ın da dahil olduğu fikirler dahilinde bu konular hakkında araştırmalarının olduğunu biliyoruz. 

Genel çerçeveden baktığımızda, Hugo’nun eserlerini bir çocuğun safça söylediği şeylere gülümseyen babaya benzeterek, romantikleri ve eserlerini tiye almıştır.  Bu çocuk ile baba adeta yeterli bilgi ile donanımlanmamış, romantik yazar ve onların okuyucularıdır. Karşılarında ise, Auguste Comte ve onun benzerleri vardır, onlar ise gerekli bilgileri toplamış ve eserleri anlayabilecek kabiliyete sahip kişilerdir. 

Zola’nın Rougon-Macquart ünvânı altındaki romanlarını sırasıyla okur ve Une Page D’Amour’un mukaddimesini mütâlaa ederseniz tevârüs hakkında güzel bir fikir hâsıl edersiniz. Bir familyada bir istidâd-ı mahsusun mevcudu, meselâ bir aile birçok mâhir musikişinâslar, diğerinin ressam vesâire yetiştirilmesi ekser vâkidir. Bu mesele pek mühim ve felsefenin en büyük mebâhislinden olduğu için üç beş satırla izahı mümkün olamayacağından şu iki eserin mütâlâasını tavsiye ederim. Ribot nâm müellifinin Hérédité Psychologique diğeri Bibliothèque Utile idadında dâhil olan Physiologie du Cerveau, müellifinin ismi Paulhan’dır.

Gelelim kurbağa ve balık yağmasına: Vâkıâ böyle bir yağmurun yağması balığın kavağa çıkmasına lüzum gösteriyor ise de “kasırga” dediğimiz “trempes”‘lerin birçok şeyler kaldırmak ihtimali olduğunu unutmayalım. Kum vesâire bu kabilden yağabilir. Şiddetli rüzgârlar bazı nebatâtı koparıp uzak mahallere götürdüğü, halkı gökten buğday yağdığına i’tikad ettirdiği vâkidir. İşte öyle bir yağmur yağmak için ya balık kavağa çıkmalı yahut arzettiğim gibi bir sebeb-i tabiî bulunmalı. (İnci Handan, Şiir ve Hakikat,1999, s.481-482-483) (1 Teşrin-i Evvel 1302 (14 Ekim 1886) tarihli mektup)

Fazlı Necip’e, Zola’nın Rougon Macquart serisinin tamamını sırasıyla okumasını ve ardından da Une Page D’Amour’un mukaddimesini okursa kalıtıma dair güzel bir fikir edineceğini söylemiştir. Kalıtım için önerdiği kitapların da yine Zola’nın eserleri olduğunu görmekteyizdir. Devamında Ribot’un Hérédité Psychologique “Psikolojik Kalıtım” eserini ve Physiologie du Cerveau “Beyin Fizyolojisi” adlı eseri okumasını söylemiştir. Kalıtım, çevre, soy, insanların duygu durumları, kavramlarını bu eserler ile desteklemek istemiştir.

Kurbağa ve balık meselesi için ise bu yaşanan olayın kasırga ile ifade edilebileceğini, mutlaka mantık çerçevesi içerisinde bir açıklamasının olduğunu belirtmiştir. Sebepsiz yere veyahut Tanrı tarafından gökten kurbağaların ve balıkların yağdığını düşünmek yerine burada da doğal bir sebebi olmalıdır diyerek konuya açıklık getirmiştir. Fuad, determinizm anlayışını, doğal afetler üzerine uyarlamış, böylece söylediklerinin altını neden ve sonuçlar ile doldurarak, doyurucu bir cevap vermiştir, denilebilir.

Visited 4 times, 1 visit(s) today
Close