Yazar: 20:07 Kitap İncelemesi

Raziye Romanından Melih Cevdet Anday

Melih Cevdet’ in tanıdığı bir ağaç vardı, yeri yurdu önemli değildi, ay ışığına bayılıyordu ama karanlığı kötülemiyordu. İşte o ağaca bir müjde verdi şairimiz, ona bir kitap verdi ve aşkı fısıldadı kulağına.

  “Ona bir kitap vereceğim

    Rahatını kaçırmak için 

    Bir öğrenegörsün aşkı

   Ağacı o vakit seyredin

Türk edebiyatında OMO kodlamasıyla anlatılan Garipçilerin ortadaki yazarı, şairi ve düşünürü. Garipçilerin ironik, alaycı bakış açısı zamanla eleştiren sorgulayan toplumcu bakış açısına evrilecektir. Anday, sorunlara çözüm getirecek hatta memleket dertlerinden uykusu bile kaçacaktır.

Anday, ezber bilgilerimiz dışında her alanda her türde kalem oynatmış yazarlarımızdandır. Yani sadece şair demek yeterli değildir. Toplumsallık, psikolojik tahliller, dünya edebiyatından örnekler gibi birçok özellik vardır eserlerinde. Romancı yönü Raziye adlı eseriyle öne çıkmaktadır. Eser, 1975 yılında basılmıştır. Yazarı tanımak adına önemli bir eserdir. Öncelikle ilk cümlesi edebiyat tarihimiz için en güzel girişlerden biridir. “Sevdalanmaya gidiyormuşum meğer…[1] ve bu cümleden sonra okuru masalsı bir anlatım, cömert bir tabiat beklemektedir.

Romanın ana izleği “aşk”tır ancak gerçeklerle başa baş giden bazen çarpışan bir akılcılık da eserin ana gücü olmuştur. “Gençlere yapılacak en büyük iyilik, aşktan kurtarmaktır[2] der ancak bir yandan da “Kim anlayarak sevmiştir?[3] diyecektir. İşte bu aşk ile gerçeğin çatışmasıdır. Çatışırken yenen yenilen taraf yoktur, insan tabiatının ikilemlerle var olduğu gerçeği vardır. Eserde üç ana karakter var: dayı, yeğen, Raziye. Olayları yeğen –aynı zamanda anlatan, anlatıcı- anlatır; onun bakış açısıyla anlarız, duygularıyla hissederiz. Yeğen 12 Mart Muhtırası nedeniyle siyasi suçludur, dayısının yanına ortamdan kurtulmak için gidiyordur. Onun aşkı aramak gibi derdi yoktur sadece sükûnet istemektedir. Dayısının yaşadığı yere -köye- yaklaşırken zeytin ağaçları, okaliptüsler uğulu bir yeşil ve sıcaktan titreyen örtü, tabiat karşılar. Aslında anlatıcı bu köye sabırlı olmaya, resim yapmaya, özgürlüğüne kavuşmaya geliyordur. 

Bir bakıma sabırlı olmaya geliyordum buraya. Yalnızca kır yaşamını bilmediğim için değil özgürlüğümü kim bilir ne sürem (zaman)daralttığımı o güne değin bir başka düzene sokmak zorunda kaldığım için.[4]

Anlatıcının yaşadığı rahatsız olunan bir dünyadan kaçıştır. Öncelikle gelinen köyde veya yeni dünyada siyasi fikir çatışması yoktur onun yerine gündelik kaygılar yani yeni bir dünya vardır. Kitabın arka planında resim, müzik ve deniz vardır âdeta sanat tabiatın içindedir. Köy kusursuz bir tablodur, anlatıcı zeytin ağacının altında resimler çizer ama zamanla tabiat anlatıcının resimlerinin üstüne çıkar. 

Ben odama çekilirdim, yatağıma uzanırdım, bir kitap alırdım elime ve daha okumaya başlarken uyuyakalırdım. O serin rüzgâr çıkmış olurdu o sırada bahçedeki çamlar, elim üstünde oyunundaki çocuklar gibi ellerini eve uzatır geri çekilirlerdi. Gözlerim kapalı görürdüm bunları. Biraz vahşi, biraz huzursuzluk verici olurdu bu sallanışlar. Çamların boşlukları oyalayıp dururdu bu esintiyi ve ıslak kanatlarını rüzgâra açmış martılar gibi ürpertirdi insanı. Elle sevilemeyecek hayvanlara benzetirdim çam ağaçlarını, resimlerimde de hep öyle uzak dururlar. Resimlerimle çamlar ve zeytinler uykuma karmakarışık girerlerdi.[5]

Deniz tabiatın bir parçası ağaçla güneşle bütünleşir. Öyle ki Raziye’nin güzelliği vahşiliği denizle daha da güçlenir. Hatta aşk izleği ilk denizde hissettirilir okura ve deniz öyle güzel betimlenmiştir ki ondan masalsı bir dille bahsedilir. Deniz güneşi ıslatır, evrenin yaratılış masalını anlatır. Kitapta çok güçlü bir betimleme tekniği vardır. Bir karakter olarak yeğen –anlatıcı- biz okurlara dayıyı, Raziye’yi, köylüyü, Ermiş Yusuf’u gözlemleriyle aktarır.

Dayı karakteri, okurun ve köylünün gözünde yarı delidir. En baştan dayı düzenli hayatı olmayan uzaktan bir akraba olarak verilir. Annenin arada bir ortaya çıkan türlü türlü işler yapan kardeşidir. Radikal ve aykırıdır. Köye sonradan gelen yabancıdır halk için ama köylüye rehber olmaya çalışır. Bir kere köylüye yepyeni ürünler ekip biçmeyi öğretir, seracılık yaptırır, kooperatif kurar. Ancak bunların köylüde bir karşılığı var mıdır? Olmadığını anlarız çünkü sera bir sabah yerle bir edilmiş, seraya zarar verilmiştir. Kim yapmıştır, bilinmez ancak köylü bu işleri sahiplenmez. İşte bu noktada dayı üzerinde çok güzel bir topum ve aydın eleştirisi okuruz. Dayı tipik Türk aydınıdır, Anday Akan Zaman Duran Zamandan adlı anı türündeki eserinde şöyle der: “Halkı okutmak istiyoruz da okumuşlarımızın yetersizliğini görmüyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse aydınlarımızın yetersizliğinden bencilliğinden hangimiz yakınmamışızdır.[6]. Yine Raziye romanında Yeğen dayısına şu eleştiriyi yapar: “Yeter ki değiştiren siz olun, sizin istediğiniz olsun… halkınızdan kopuk olarak uygarlığınızı tanımışsınız.[7] Aslında dayı akılcı, sosyalist ve bilimi önceleyendir; ideal insan-toplum düşünü kurar. Kurar ama halkı tanımaz, üstenci bakış açısı vardır, ne köylü dayıyı tanır ne de dayı köylüyü. Ermiş Yusuf’la mücadelesi, köylünün bu haliyle alay etmesi, itici bir özelliktir; o, sorunları yüzeysel gören derine inemeyenlerdendir. Bütün tasarıları iyi niyetliydi ancak çözüm amacı gütmez ya da işlerin sonunu getirmeyi hedeflemez. “Bütün düşüncelerimiz geleneklere sarılı, geleneklerin dışına çıkamıyoruz[8] der, bu cümle iyidir, doğrudur ancak halkı inkâr ederek halkçılık yapılmaz. Anday, dayı üzerinden ülkedeki aydın tipinin gelişimini tamamlayamadığını göstermiştir. Ne yazık ki onun dünyasına ne köylü ne de Raziye girmeyecektir. “Kendini aşmaya boş verip halkı yüceltmekle var olabileceğini sanan aydına ‘aydın’ denmiyor[9] yazar bu tespitiyle eksikliği net bir dille işlemiştir. Bir okur olarak ‘dayı’ karakterini Cevat Şakir’e benzettim; onun da Bodrum’a, Ege’ye kattıkları benzer yönde. Sonuç aynı olmasa da niyetleri aynı. Aradaki en temel fark Cevat Şakir, toprağını ve insanını tanımıştır. Bu benzetme yazara kadar gitmiş ki Akan Zaman Duran Zamandan eserinde bu konuda yazmıştır. Dayının Cevat Şakir değil olsa olsa Sakallı Celal olacağını söylemiştir. Peki Sakallı Celal kimdir? Bir paşanın oğlu, Galatasaray mezunu, açık sözlü, aykırı, futbolu Üsküp’e sevdiren ve Nazım’ın hocası…. 1886 İstanbul doğumlu aslında yazılı bir eseri yok ancak öğretmenliğinde, felsefe alanında, Milli Mücadele yıllarında verdiği emeklerle döneminin sevilen ama anlaşılamayan bir düşünürüdür.

Raziye karakteri romanı masala çeviren bir okur olarak beni heyecanlandıran tek kişi oldu. Çünkü onda deniz var, ağaç var, en güzeli nedensizlik niçinsizlik var. İlk sayfalardan itibaren bir ikon, bir tanrıça gibi sunuluyor.

 “Merdivenin yukarı başında bir genç kız duruyordu. O ilk izlenimim görülmemiş güzellikte olduğu idi. Acaba teker teker sayıp sonra bunları toplasam o olağanüstü güzelliği bulabilir miydim?”[10]  

Birçok yerde bu güzellik sanatla, felsefeyle, hayatla bütünleşir. Mesela deniz, toprak, gece Raziye’yle canlanacak kadar güzelliğe hayrandır. En baştan şunu bilmek gerekir o, idealize edilen dünyanın bir parçası olmaya zorlanır. Dayının dünyasına sığmaz; Vedia’nın bu dünyayı kabullenmeyişi, dünyayı aşkla seyredişi, tabiatı ta içinde hissedişi ve başıboş özgür ruhu ideal dünyanın dışına çıkarır. Ona zorla dinletilen müzikler, verilen dersler, eğitimler dayının kendini ve halkını tanımadığının kanıtı olmuştur. Anlatıcı, aşk izleği ile cinselliği Raziye’de birleştirmiştir. O hem çok derin hem çok sığdır. Öyle ki yaşam onun avuçlarından akar tabiata. Onu sevmek yaşamdı, o sadece sevilmek için vardı. 

Seviyordum onu. Anlamak tanımak başka şeydi demek, sevmek başka. Yaşam gibiydi o, son soluğumuzda bile anlayamayacağımız fakat kanımızla canımızla bağlı olduğumuz. Raziye bilmeden sevilir ve Raziye bilmeden sever.[11]

Vedia amaç nedir bilmiyordu, düş de kurmuyordu. Doğa onda düş kurmuştu. Bir göze gibi bir tohum gibi sadece bir candı. “Hayat” kavramı romanda Raziye ile metaforlaşmış ve aynı zamanda doğallık imgesi. Anlatıcı, girdiği bu dünyada Raziye ile aydınlanır, sorgular yaşamı, onda var olan sıradanlık büyüler. Anlamak, bilmek gibi kavramları tekrar tekrar düşünür ve ayrılıklarını keskin bir duyguyla hisseder. Çünkü anlatıcı nedenlerle sonuçlarla yaşarken Raziye sadece sever, yaşar ve en önemlisi hisseder.

 “Ben anlamak bilmek üzerine yetiştirilmişim. Oysa anlamak, bilmek istediğimiz bir şeyi durdurmamız gerekir. İşte burada idi bizi birbirimizden ayıran duvar. Onun bilme tanıma ihtiyacı yoktu.[12]

Eser bir aşk romanı diyebiliriz ancak tutarsız, nedensiz, akıl dışı aşk vardır. İyi de yazar bunu çok güzel anlatmış “Kim anlayarak sevmiştir?[13] Okudukça cevabı yazarla beraber veriyoruz: Hiç kimse anlayarak sevmemiştir, o halde anlatıcı da anlayarak sevmemiştir. Anday aşka, felsefeye, ekonomik kalkınmaya, politik gerçeklere, felsefeye derin derin kafa patlatmıştır. Raziye romanında her tema az veya çok işlenmiştir. Ancak aşk çok güçlü bir temadır ve der ki yazar “Aşk bir çabanın sonucu olamaz, başımıza gelir ancak[14]


[1] RAZİYE, Melih Cevdet ANDAY, 1975, Altın Yay., s. 9.

[2] Melih Cevdet ANDAY, a. g. e, s. 149.

[3] Melih Cevdet ANDAY, a. g. e, s. 74.

[4] Melih Cevdet ANDAY, a. g. e, s. 10.

[5] Melih Cevdet ANDAY, a. g. e, s. 82.

[6] Dünyada geçirdim Çocukluğumu Melih Cevdet Anday, Haz. Sevengül Sönmez – Yalçın Armağan, Everest Yay., 2016, s. 729.

[7] RAZİYE, Melih Cevdet ANDAY, 1975, Altın Yay., s. 148.

[8] Melih Cevdet ANDAY, a. g. e, s. 145.

[9] Dünyada Geçirdim Çocukluğumu Melih Cevdet Anday, Haz. Sevengül Sönmez – Yalçın Armağan, Everest Yay., 2016, s. 729.

[10] RAZİYE, Melih Cevdet ANDAY, 1975, Altın Yay., s. 17.

[11] Melih Cevdet ANDAY, a. g. e, s. 127.

[12] Melih Cevdet ANDAY, a. g. e, s. 128.

[13] Melih Cevdet ANDAY, a. g. e, s. 74.

[14] Melih Cevdet ANDAY, a. g. e, s. 35.

Editör: Melike Kara

Ebru Çelik
Latest posts by Ebru Çelik (see all)
Visited 28 times, 1 visit(s) today
Close