Yazar: 12:40 Biyografi

Ölümünün Yıl Dönümünde “Yaşar Kemal”

1960’lı ve 70’li yıllar Selim İleri’nin deyimiyle edebiyatımızda “Üç Kemaller” dönemidir. Kemal Tahir, Yaşar Kemal ve Orhan Kemal. Yaşar Kemal, diğerlerinde de olduğu gibi adını ulu önderden alır. O günden beridir de tükenmez adları; adları değil sadece soyları da, varlığının imgesindeki izdüşümü de, fikirleri de. Vardır, vardırlar; bedenleri her geçen gün toprağa daha çok karıştıkça da arşa yükselmesi, gün yüzündeki yansıması eksilmeyecek, devam edecektir. 

Asıl Adı “MUSTAFA KEMAL”

Cumhuriyet’in yeşerttiği ıslak tohumların içinde doğan bir sanatçıdır Yaşar Kemal. Adana’nın Osmaniye İlçesi’ne bağlı Hemite Köyü’nde (Gökçedam) gözlerini dünyaya açar. Gönül gözünün de açılması çok sürmeyecektir. Kürt asıllı olmakla birlikte, ailenin soyağacı hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır. Yaşar Kemal’in yakın dostu Arif Keskiner, ailenin Luvan Aşireti’nden geldiğini, bu aşiretin de Kafkasya’dan Seydişehir’e, oradan da Bursa üzerinden Van’a sürgün edildiğini ifade etmektedir. Gökçeli ailesi, aslında bu köyün eşrâfından değildir. I. Dünya Savaşı’ndaki Rus işgâli nedeniyle, Van Gölü civârında bulunan Ernis Köyü’nden (Günseli) göçerek, Adana’nın Osmaniye İlçesi’ne bağlı olan bu köye yerleşirler. Doğum yılı, bazı kaynaklarda 1923, bazı kaynaklarda ise 1926 olarak geçer. Bunun nedeni, Yaşar Kemal’in nüfus cüzdanının, o ilkokulu bitirdiği zaman çıkarılmasıdır. Yazar, daha sonra doğum tarihinin 1923 yılının Ekim ayı olduğunu tespit etmiş olsa da, bu bilgi de yine kesin değildir. Annesi, Nigâr Hanım; babası, Sâdık Efendi’dir. Adını, babasının iş ortağı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün yakın arkadaşı Ali Saip Ursavaş Bey koyar. Aslında adı, Mustafa Kemal’dir. Bu isim zamanla, babasının adıyla anılır ve Kemal Sadık olur. Daha sonra da köyün adı da eklenerek Kemal Sadık Göğçeli’ye evrilir.

“Demir Olsam Çürürdüm Toprak Oldum Dayandım”

Toprak oldu da öyle dayandı; uzun yaşadı, yaşadıklarını yazdı; yıprandı ama paslanmadı. Değiştirelim biraz: “Demiri çürüten pas, insanı bitiren gam.” 

Yaşar Kemal’in hayat hikâyesi, daha o doğmadan başlamıştır. Yazar, öz yaşam öyküsünü anlatırken, kendinden önce geçilmiş yolları, göçülen toprakları ve maceraları, ailesinin hatıraları üzerinden “yaşar”. Bu yaşanmış olayları da eserlerinde yeniden kurgulama yolunu seçer. Kimsecik Üçlemesi, bunun en önemli örneğidir. Annesinden dinlediği olaylar, bizzat yaşanmışçasına hâfızasında yer etmiştir. Alain Bosquet ile yaptığı görüşmelerde Kemal’in, ailesinin Hemite’ye geliş macerasına özellikle önem verdiği dikkati çekmektedir. Bu göç hâdisesi, yazarın hayatının dönüm noktasını belirlediği için, yaşam öyküsünün de güçlü bir parçasıdır. Büyük anası, göç sırasında, ölmek üzere olan bir çocuk bulur. Yusuf adındaki bu çocuğu, evlat edinirler. Yıllar sonra Yusuf, Sâdık Efendi’yi göğsünden hançerleyerek öldürecek, sonra da başka bir suçtan on sekiz yıl hapis yatacaktır. Babası öldüğünde Kemal, henüz dört buçuk yaşındadır. Bu olay, Kemal’i derinden etkiler: “Ben, babam camide, o, namaz kılarken yanındaydım, hançerlendiği akşamdan sonra, sabaha kadar ‘yüreğim yanıyor’ diye ağladım. Ardından da kekeme oldum ve on iki yaşıma kadar zor konuştum. (…) Babamın ölümüne uzun yıllar inanmadım ve onun mezarına hiç gitmedim. Uzun yıllar mezarlığın yanından bile geçmedim. Öldüğünden dolayı ona derinden kırıldım, küstüm. Herkesin babası yaşarken benim babam neden öldürülmüştü, bunu da bir türlü anlayamıyordum” . Bir gözünü, daha çok küçük bir çocukken, kurban kesimi sırasında bıçağın kayıp yüzüne gelmesi sonucunda kaybeden Kemal, önce dokuz yaşındayken Burhanlı Köyü’ndeki ilkokula gider, daha sonra Kadirli İlkokulu’nu bitirir ve ortaokulu son sınıfta terk eder. Amcası Tahir, babanın ölümünden sonra kalan mirası dağıtır ve Kemal’in annesi ile evlenir. Ailenin paraya ihtiyacı vardır. Bu dönemde, çeşitli işler yapmaya başlar ve 1939’da Adana Halkevi Dergisi Görüşler’de ilk şiiri Seyhan’ı yayımlar. Henüz 16 yaşındayken üzerinde yaşadığı toprağın kokusunu, nehrin şırıltısını aktarır bize bu şiiriyle:

SEYHAN

Ey Seyhan karışarak beyaz köpüklerine
Suyundan bir damlacık gönlüm almak istiyor
Şen kalbim katlanarak en büyük yüklerine
Ruhum koynunda bir an düşe dalmak istiyor
Kekikli yamaçlardan süzülerek içime
Ruhumda çağlayanlar yaratıyorsun Seyhan
Her gün bir yeni neşe katarak sevincime
Ölmeyen varlığını aratıyorsun Seyhan
Kopan kar yığınları Torosun zirvesinden
Bak sana yen yeni müjdeler fısıldıyan
Geçerken bir çınarın, bir çamın gölgesinden
Tatlı göğsün mehtapta ne güzel ışıldıyor

Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliği’nde ırgat kâtipliği (1941), Ramazanoğlu Kitaplığı’nda hademelik (1942), Zirâi Mücadele’de ırgatbaşılığı ve Bahçe Köyü’nde öğretmen vekilliği (1942-1943) görevlerinin yanı sıra, farklı alanlarda işçilik de yapmıştır. Irgatlık yaptığı ve büyük sıkıntılar yaşadığı dönemlerde tuttuğu günlüğünü, yıllar sonra annesinin sandığında bulacaktır. Günlüğünde, “Bugünlerde hiç yemek yemiyorum, o kadar zayıfım ki, kaburgalarımı, aydınlık Savrun Suyu’nun aynasında sayıyorum” diye yazmıştır. Bu dönemde, annesi ve amcası, babasını öldüren Yusuf’u öldürmesi için sürekli telkinde bulunsa da, Yusuf’tan intikam almaz. Daha sonra başka suçlardan hapse giren Yusuf, hapisten çıktıktan sonra aileden olmayan biri tarafından vurulup öldürülecektir. Ramazanoğlu Kitaplığı’nda çalışırken, Orhan Kemal ile tanışır ve yine bu yıl, folklor derlemeleri ile şiirlerini yayımlamaya başlar, kütüphaneye kapanıp Yunan klasiklerini, Homeros’u ve Çukurova’ya dâir bulabildiği bütün kitapları okur. Destan türünün bu en önemli kaynaklarından büyük ölçüde etkilenen yazar, destanlar ve mitlerin, modern edebiyatta da yaşatılması gereken özellikleri olduğunu düşünmeye başlar. Nitekim daha sonraları da, bir modern Homeros olarak anılmaya başlanacaktır. Destanlar bildiğimiz üzere bir milletin yaşadığı acıyı, savaşı, kederi ya da afeti insanlara, geleceğe aktaran bir türdür. Belki de kendi yaşamını bu ölçüdeki bir yaşamla bir tutan Yaşar Kemal için böyle bir türü kendine yakın görmesi de bundandır. 

Yaşar Kemal ya da Kemal Sadık Göğçeli

Bu yıllarda uzun soluklu bir işi olmaz; çok çeşitli işlerde çalışır. Köylerde dolaşıp ağıt topladığı, araştırmalar yaptığı bu dönemde, Karacaoğlan ile ilgili bir toplantının haberini alır. Burada, kendi bilgilerini de dinleyicilere aktarınca, hakkında bir şikâyet yapılır: “Bu adamın adı Komünist Kör Kemal’dir. O dönmelerde insanların acımasızca hatta fütursuzca ad takmaları kaçınılmaz bir sonuçtur ve alçakça yapılan, insanlığa yakışmayan bir yakıştırmacadır. Topal Osman, Kör Nazmi ya da Çolak Selim… Bu çirkefçe tutum Yaşar Kemal için de yapılmıştır. Sanki başka ad verilse, kişinin itibarını yükseltecek bir ad konulsa topluma ihanet yapacaklar. Yanına bir de komünist eklenmesi dönem karmaşasını bizlere kısaca özetlemektedir. O dönemlerde ya sağcısındır ya da solcu, bunun asla bir ortası yok. En zoru –kolayı- insan olabilmekte sanırım o günler –günümüz- için. Bunların yanında hemi de casustur, Rus casusu. Kadirli’de onu tanımayan yoktu.”  Kemal, bu şikâyet üzerine hayatında ilk defa karakolda sorgulanır. Sorgulanma dönemi, sadece Kemal’i değil, ailesini de büyük sıkıntılara sokmuştur. Yazar, Rus casusu olmakla da suçlanmıştır. Kemal, bütün bu olanlara anlam verememektedir. Günlüğünde şu not dikkat çekicidir: “Savurun kıyısına gittim. Oradan Sülemiş’e çıktım. Sülemiş’e çıkmaktan korkuyorum. Bir gören olursa, beni buradan alır doğru Jandarma Dairesi’ne götürürler. Candarmalar da bana Rusya’yla konuştuğum telsizimin yerini sorarlar. Birkaç kere oldu bu. Döğmüyorlar. Telsizim falan yok, ben ömrümde telsiz görmedim, diyorum, inanmıyorlar. Bir yüzbaşı var biraz akıllı bir adam. Beni sorguya çekiyor, çekiyor, inanmış görünerek telsizimi soruyor. Ben kızıyorum, gülüyorum, o da kızıyor, sonra da gülüyor. Benim telsizim bir sır. Sülemiş’e çıkmağa bayılıyor[um]. Biraz inattan olacak. Ben Sülemiş’e çıkıyorum. Ne yaparsanız yapın demek istiyorum. Sülemiş’in tepesinden Çukurova bir görünüyor ki… Mavileşen, denize benzeyen bir düzlük… Sonra çizgi gibi karlı dağlar. Çimenlere yattım. Benden ne istiyorlar? Ne söyletmek istiyorlar? Ben ne yaptım ki şu insanlara? Bu kadar zulmedilir mi? Dolup taşıyorum. Öfkeden deli oluyorum. 

“İnce Memed, benim yaşamımda hep ürkütücü oldu.”

İçimde müthiş bir umut var. Bu insanlar böyle kör kalmayacaklar. Böyle aptal, böyle merhametsiz, böyle taş gibi sağır olmayacaklar.” İnsanlardan böyle bir beklentisi vardır Yaşar Kemal’in. Bitmek bilmeyen umut telaşını, nasırlaşmış elleri birer sanata çeviren Kemal’in bu heyecanını “Bekle” şiirinden bir kez anlıyoruz:

BEKLE

Elbet bir gün, bütün çiçekler beyaz açar
Hür ve mesut bir şarkı halinde
Penceremizden uzanır nur.
İstediğimiz şekilde doğar gün,
Dilediğimiz gibi yağar yağmur.
Gökyüzüne hayranlığımız biter;
Kapımıza çırılçıplak gelen bahar,
Bir tohum halinde toprağa düşer.
Bizim için başka türlü eser rüzgâr
Bahçelerin aşinalığı artar.
Herkes gibi biz de doyasıya yaşarız hayatı
Yıldızlar dilimizle konuşur.
Elbet bir gün, bizim de sevgilim
Köyümüzde beyaz badanalı, bir evimiz olur…

Daha sonra, Çukurova Komünist Partisi’nde arzuhalcilik yaparken, Türk Ceza Kanunu’nun 142. Maddesi’nden yargılanır ve bir süre hapis yatar. İlk öyküsü olan Pis Hikâye’yi de bu dönemde yazar. Pertev Naili Boratav, Nurullah Ataç, Arif Dino ve Güzin Dino ile bu yıllarda tanışacak ve onlarla, ömür boyu sürecek bir dostluk kuracaktır. İnce Memed’i yazarken de, kendi hayatından çok iyi bildiği Çukurova kesitlerini kullandığını ifade etmektedir. Çukurova, Yaşar Kemal’in hem hayal dünyası, hem de gerçekliğidir. 1945-1950 yıllarında hikâyeciliğe yönelen 19 yazar, 1951’den itibaren yeni bir döneme geçiş yapacaktır. Yakın dostu Abidin Dino’nun babası Arif Dino aracılığıyla, Cumhuriyet gazetesi nin “Yurt Haberleri” servisinde gazeteciliğe adım atar. Bu tarihe kadar, Kemal Sadık Göğçeli adını kullanan yazar, Cumhuriyet’teki yazılarında Yaşar Kemal adını kullanmaya başlar. 1952’de, ilk öykü kitabı Sarı Sıcak yayınlanır ve Thilda Serrero ile tanışır. Thilda Serrero (bilinen adıyla Thilda Kemal), Türkiye’de yaşayan, İspanyol göçmeni Musevî bir aileden gelmektedir ve Sepphardi Musevîlerindendir. Padişah 2. Abdülhamit’in Baştabibi Jak Mandil Paşa’nın torunu olan Thilda Kemal, birlikte geçirdikleri uzun yıllar içinde, Yaşar Kemal’in on yedi kitabını İngilizce’ye çevirecektir. Kemal, bu yıllarda, daha çok röportajlarıyla tanınmaktadır. 1954’te Teneke’yi yayımlar ve 1955’te yayınlanan İnce Memed I romanıyla da, Varlık Roman Armağanı’nı kazanarak (1956) edebiyat dünyasında önemli bir yer edinir. İnce Memed daha sonra, dünyada en çok dile çevrilen romanlardan biri olacak, Peter Ustinov tarafından da filme alınacaktır.İNCE MEMED | Yaşar Kemal'in Romanından Sinemaya Uyarlayan Peter Ustinov -  YouTube

İnce Memed’in olağanüstü başarısı, yazarı korkutur. 1959’a kadar kurmaca metinlerden uzak duran Kemal, o dönemin hissiyatını şöyle dile getirmiştir: “İnce Memed, benim yaşamında hep ürkütücü oldu. Çünkü birden patladı. O zamana kadar, çok az roman çevrilmişti başka dillere. Hiçbiri de hiçbir ülkede tanınma olanağı bulmamıştı. İnce Memed ilk olarak bestseller oldu dünyanın birçok ülkesinde. Önce İngiltere’de, sonra İskandinavya’da, Almanya’da, Fransa’da… Amerika’da bile sevilen bir roman oldu. İşte bu da benim canıma okudu. Ülkemde kanıma ekmek doğrayacak insanlar çoğaldı. Millî Emniyet bile bana Fransız Komünist Partisi’nin desteğiyle Nobel’i aldırdı. Oysa ben salt Nobel adayı olmuştum, o da kimsenin isteğiyle değil, İsveç’te üst üste çıkan yirmiye yakın, çok okunan kitaplarımın desteğiyle. (…) İnce Memed yüzünden başıma gelenleri saymakla başa çıkamam. 1964’te büyük bir Amerikan şirketi, İnce Memed’i satın aldı, senaryosunu büyük bir senarist yazdı, Türkiye’ye başvuruldu, bizim hükümet bunu reddetti. Dahası Süleyman Bey’in bir bakanı da, Amerikalılar bu filmi dünyanın başka bir yerinde çekerlerse, bu dostluğumuzu zedeler, diye mektup yazdı. (…) Hiçbir kimse İnce Memed’i onaylatmadı sansüre. Ben 1977 ve 1978’de İsveç’teydim. Ecevit’in bir hükümeti de iktidardaydı. İyi niyetine karşın, Başbakan Ecevit’in bile gücü yetmedi, İnce Memed’in senaryosunu onaylatmaya. Ondan sonra Peter Ustinov da filmi Yugoslavya Türkleri arasında çevirdi. Film oynadı. Bazı ülkelerde tutmadı, kimi ülkelerde de tuttu. Oysa çağın büyük yönetmenlerinden biri olan Joseph Losey çevirseydi İnce Memed’i, belki de Hollywood’un çevirdiği büyük filmlerden biri olacaktı. (…) İnce Memed’in macerasını ancak bir kitap yazarak tamamlayabilirim. Anamdan emdiğim sütü burnumdan getirdiler. Ömrümü kararttılar.” İnce Memed’le adını dünyaya duyuran yazar, bir süredir birlikte yaşadığı Thilda Kemal’le, 1957’de evlenir. Kemal, 1963’e kadar romancılığın yanında, gazetecilik, köşe ve röportaj yazarlığı yapar. 1963’ten sonra, gazetecilikten ayrılarak, sadece yazarlıkla uğraşmaya başlar. 1962 yılında, Türkiye İşçi Partisi’ne katılır. Partinin Genel Yönetim Kurulu’nda ve Merkez Yürütme Kurulu’nda üyelik, Propoganda Komitesi’nde ise başkanlık görevlerinde bulunan Kemal, Ahmet Taner Kışlalı ile 1987 yılında yaptığı söyleşide, TİP ile ilgili olarak şunları ifade etmiştir: “17 yaşımdan bu yana sosyalist politikanın içindeyim. TİP’e girdiğim zaman, bütün yaşamımla girdim. Romanımı, hikâyemi, her şeyi bıraktım. İşçi Partisi’nde bir er gibi çalıştım. Benim kişiliğim bu… Şimdi 64 yaşındayım ve romanda hâlâ istediğimi yapamadım. Bana göre, attığım taş hâlâ istediğim kuşu vuramadı. Elbette politika insan olmanın koşullarından biridir. Eğer insansam politik bir insanım, yazarsam politik bir yazarım. Ama artık vaktimi romanımdan başka bir şeye veremem.”  1967’de Ant dergisinin kurucuları arasında olan Kemal, bu derginin yayınladığı Marksizmin Temel Kitabı adlı eser nedeniyle 18 ay hüküm giyer, karar bozulur; çeşitli yazılar nedeniyle kovuşturmalar geçirir, 1995’te ise Der Spiegel’deki yazısı nedeniyle 20 ay hüküm giyer ve bu ceza da ertelenir. 1973’te Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kurucularından olur. Sendikanın ilk genel başkanlığını da yapar. 1988’de kurulan PEN Yazarlar Derneği’nin de ilk başkanıdır. Kemal, Türkiye ve dünyadan aldığı birçok büyük ödül ve fahri doktor unvanlarının da sahibidir. Yaşar Kemal, ilk eşi olan Tilda Kemal’i, 2001 yılında kaybeder. Thilda Kemal’in, ağır hastalığından kurtarılamaması, sadece Kemal için değil, edebiyat dünyası için de büyük bir kayıp olur. Yaşar Kemal, 2002 yılının Ağustos ayında akademisyen Ayşe Semiha Baban’la hayatını birleştirir. 2014 yılının yaz aylarından itibaren yaşadığı sağlık problemlerinin geri dönüşsüz bir noktaya gelmesi ile 28 Şubat 2015 tarihinde vefat etmiştir. Nitekim yazar, Gülriz Sururi’nin, Mina Urgan ve İlber Ortaylı gibi kalemlerin anılarında öfkeli, inatçı ve kararlı kimliğinin yanında hayattan zevk alan ve neşesiyle etrafındakileri canlandıran bir insan olarak yer almıştır.

Belki de onun uzun yaşaması Çukurovalılar için Tanrı’nın bir lütfudur. Çünkü köylünün dramını, yaşamını, çektiği sıkıntıyı, kutuplaşma içinde kalan ağa-amele çatışmasındaki gerçekliği biz insanoğluna aktarması için bu uzun yaşamı ona layık görmüş ve onu belki de elçisi olarak kabul etmiştir. Hiçbir insanoğlu yoktur ki soğuktan donan adama oturduğu sıcak minderini vermeyi meziyet bilsin. İşte bir noktada Yaşar Kemal bizlere kitaplarıyla, hikâyeleriyle ve şiirleriyle bu dünyanın soğukluğunu, ayazını hatırlatıyor ve hatırlattıkça eserlerindeki aksi eksilmiyor, yaşadıkça yaşıyor, bizlere bir kez daha oradan el sallıyor.

Visited 18 times, 2 visit(s) today
Close