Yazar: 15:09 Öykü

Kırık Peynir

Sabah aydınlığı gözünü kırpıyor. Gün, yolunu almaya hazır. Güneş kenardan bakıyor. Gökyüzü her zamanki mavisinde, sakin. Sokağın köşesinde bir kadın, dolanan adımları telaşlı, yürüyor. Saçları biçimsiz kesilmiş, belli ki kendi kesmiş. Kemikli elleriyle, birbirine karışmış grilerle beyazları düzeltmeye uğraşıyor. Tedirgin. Kuklanınki gibi yana eğilen zayıf boynundan sanki görünmez bir halat çekiyor.

Siyah demir kapının önüne gelince sendeliyor. Bakkal dükkânı tam karşısında. Boynunu dikleştirip açık kapıdan görünen tezgâhın vitrinine bakıyor. Camın önündeki peynir, süt, yağ paketleri ihtişamlı. Ambalajlanmış kâğıtlar parlıyor.

Çelimsiz belinde emanet duran eteğini acemice düzeltiyor. Dokuması incelmiş bluzunun kenarından bir iplik sökülmüş, sarkıyor. Yamacında solgun benizli bir oğlan çocuğu, yere düşüverecekmiş gibi sallanan koluna sımsıkı yapışmış. Güvensiz, etrafa bakıyor.

İki adım arkasından gelen adamı hatırlıyor kadın, dönüp soruyor: “Neler eksikti evde? Bak geldik bile bakkala. Bir şey unutmayalım da.”

Adam çukurdaki gözlerini kadına döndürüyor. Anlamsız bakıyor. Sessizce tekrarlıyor: “Peynir, ekmek, süt, yumurta, zeytin, yağ, tuz, şeker, çay…”

Kadın mırıldanarak “Hepsini alabilir miyiz?” diyor.

Bakkalın yanındaki apartmanın giriş kapısı hızla açılıyor. Kadından önce, baharatlı parfümünün kokusu geliyor bahçeye. Kenarda dizili pembeli morlu ortancalar kadını görünce seviniyor. Beyaz, ince topuklu ayakkabıları ile pervasız yürümüyor da sanki dans ediyor. Topukları öyle yüksek ki geçerken boyu, bakkalın vitrinini kapatıyor.

Mavi elbisesinin eteklerini savururken kendinden emin. Açık kapıdan içeri doğru sesleniyor: “Osman Efendi, benim siparişleri eve bir saate gönder mutlaka. Sakın gecikmesin, misafirim gelecek.’’  

Koşarak dışarı çıkıyor bakkal, gözleri ışıl ışıl.

“Emrin olur Hülya Hanım. On dakikaya kapında. Beyaz peynirim tam yağlı, yeni geldi”

“Hallet işte Osman Efendi. Eski kaşarla dil peyniri de koy ama bak iyiyse!”

“Ne demek, elbette sana her şeyin en iyisi…”

Hülya, parfümünün kokusunu da yanına alıp arabasına yürüyor. Her adımda etrafa göz kırpar gibi sekiyor. Arabasının kapılarını anahtarıyla uzaktan açıp saçlarını yana doğru savuruyor. Bip bip…

Oğlan çocuğu, kapıları açılan lacivert arabaya hevesle bakıyor. Kadın, yanında dikilen adamın siyahı bozarmış ceketinin kenarından tutup çekiştiriyor.

“Biz de o tam yağlı olan peynirden alalım.”

“Önce tadına bakarız,” diyor adam, “beğenmeyiz belki.”

Osman Efendi yaklaşan gölgeleri görmezden geliyor, başını çevirip kapıda duran su kolilerini toparlıyor. Bakkala girip kasanın arkasına geçiyor, göbeğine inat birikmiş mukavva kutuları kaldırmaya uğraşıyor. Durup nefesleniyor, alnı boncuk boncuk ter.

Zor duyulan bir ses, peynirlerle dolu buzdolabının camında titreyip duvarlarda yankılanıyor.

“Peynir alacağız biz…”

Cevap gelmiyor. Biraz daha yükseliyor ses.

“Şey, peynir dedim de ben… Alacaktık…”

Bakkal Osman isteksiz başını kaldırıp kara çerçeveli gözlüklerinin üstünden bakıyor. Terini elinin tersi ile silip başını iyice yukarı kaldırıyor. Sesi, bakkalın tavanında çınlayıp ortalığa yayılıyor.

“İki gün önce de geldiydiniz siz! Peynirleri tadıp tadıp gittiydiniz he mi?” Cevap gelmiyor. Tekrarlıyor Osman Efendi, bu sefer sesi daha da yüksek: “Peynirleri yediydiniz ya!”

Kadın beklenmedik bir hamle ile öne çıkıp dikleniyor.

 “Paramızın yettiği kadar alırız!”Cebindeki demir paraların şıngırtısı duyuluyor. “Tam yağlı olandan istiyoruz…”

Osman Efendi şaşkın. Kızgınlığı çaresiz kalıyor. Gözleri oğlan çocuğunun kara gözlerine takılıyor. Peynir tenekesinin dibinde, kırık, ufalanmış parçalardan alıp şeffaf naylona dolduruyor. Tartıyor, elli gram.

Güneş bulutların arkasına saklanıyor. Gökyüzü alacalı, yağdı yağacak.

Editör: Enes Yılmaz

Yeşim Başaran
Latest posts by Yeşim Başaran (see all)
Visited 14 times, 1 visit(s) today
Close