Yazar: 11:36 Anlatı, Öykü

Her Güne Bir Ömür

Bir süredir baktığı noktaya daha yeni görmüş gibi hayretle yeniden baktı. Söylenenler gibi gerçekten de birbirlerini hiç görmüyorlardı. Bunu bildiği halde yeni öğrenmiş gibi izlemeye devam etti. Gittikçe çoğalıyorlardı ama birbirlerine dokunmadan geçip gidiyorlardı. Onlar çoğaldıkça yerleri azalıyor ama onlar yine de inatla birbirine dokunmak istemiyordu. Sanki en ufak bir yer dahi kalana kadar bunu yapmaya devam edecekler ve yer olmadığı an hiç hareket etmemişçesine duracaklardı. Bu gayretlerini dudağını büzerek düşünüyor ve izlemeye devam ediyordu. Hiç değilse içten içe birinin birine dokunduğunu, dokunabildiğini görüp şaşırmak istiyordu. Ama bakışları isteğiyle beraber donuklaşmaya başladı. Her şeyi bir kenara bırakıp her şeyi gerçekten görme düşüncesi her tarafını kemiriyor ama bunun sadece farkında olmak huzursuz ediyordu. Dudakları yoruluyor bir süre durup güç toplayarak büzülmeye devam ediyordu. Hiçbir hareketlerini kaçırmamak için onlar gibi güçlü olmaya çalışarak gözkapaklarını bir saniyeliğine bile olsa indirmek istemiyordu. Her biri tek tek sadece kendi varmış gibi hareket ediyordu. Bu kadar kalabalıkta bunu yapmak doğrusu büyük meziyetti. Çünkü diğerlerine bakarak, onları görerek, onların her hareketini izleyerek ancak böyle görmeden hareket edilebileceğini düşündü. Umursamazlığın aslında en büyük umursayış olabileceğini düşündü. Umursamamak için daha büyük bir çaba gerekiyordu. Büyük bir dikkat, titizlik ve sabır gerekiyordu. En acısı rol yapmak, oynamak gerekiyordu. Her şey, rahat ve hayattan memnun izlenimi vermek içindi ama tam da bunun için her hareketinin izlendiği bilinciyle hareket etmek gerekiyordu. Ne umursamazlık ama diye düşündü.  Tedirginlikle çatılmış olan kaşlarını alaycı bir iç çekişle yerine indirdi. Nefesi bir siluete bürünerek çıktı dudaklarının arasından. Soğuktu. Dışardaki kalabalığın büyük bir hırsla yer edinmeye çalıştıklarını düşünmeden edemiyordu. Onların sanki çok kısa bir zaman sonra yitip gitmeyecekmiş gibi görmezden gelerek hareket etmelerini görmezden gelemiyordu. Ne tuhaftı. Hepsi de ellerinde olmayan nedenlerden bir anda artık hareket edemeyeceklerini ve hiç hareket etmemiş gibi silinip gideceklerini biliyordu. Bunu bilerek hareket etmek ne zordu. Ama bunu bilerek diğerlerine göre hareket etmek ve birine dokunmamak için en büyük çabayı sarf etmek daha da zordu. Kulaklarına çalınan arp tınısının sıcaklığıyla birden bakışlarının donukluğu çözülmeye başladı. İçeriden gelen Adocit la Melodie’nin güzel sıcaklığına sarıldı ve Arianna Savall’ın akciğerlerinden gelip havayla buluşarak oluşan o güzel titreşim ile ısınmaya başladı. İçinin sıcaklığı sanki birden havayı da ısıtmıştı. Yeniden dikkatini dışarıya çevirdi. Öğrenmekten başka mutluluk var mı sorusu zihninin sokaklarında neşeyle yürümeye başlamıştı. Dışardakilerin de öğrenmesi gerekiyordu. Bin bir zahmete girerek hiçbir şeyi görmeden ve her şeyi kaçırarak oluşturdukları yerin geçici olduğunu bilmeleri gerekiyordu. Hayır diyerek düşüncesinin önüne geçti. Bildiklerini hatırlamaları gerekiyor sadece diye fısıldayarak düşünmeye devam etti. Bunu derken azaldıklarını fark etti. Kazanmak adına birbirlerine dokunmamak için direnerek aslında dışarıda değil içeride kaybediyorlardı. Dokunabilselerdi, izin verebilselerdi kendilerine göreceklerdi. Diğerlerine dokundukça daha çok kendilerini göreceklerdi. Ve bu kadar kalabalıkta tek başına kaybolmaktansa birbirlerine sarılarak eriyeceklerdi. Daha gerçek bir son olacaktı. Daha güzel bir hayat olacaktı. Kısa ama gerçek. Aniden çoğalan hareketleri, beyazlıklarıyla tekrar düşüncelerinden uzaklaşmasına neden oldu. Bembeyaz olan kaldırım taşlarına bakışlarını çevirdi. Üşümediğini fark etti. Kar taneleri inatla kaldırım taşlarında yer edinmeye çalıştıkça onun da kafasında aynı kar yağışının şiddeti gibi hızla düşünceler ayağa kalkıyordu. Ve biri olanca beyazlığıyla sokakları aydınlatarak yürüyüşe öncülük etmeye başladı. “Her bir güne ayrı bir ömür gibi bak” diyordu Seneca, Mektuplar’ında. Her güne ayrı bir ömür gibi bakma düşüncesinin rahatlığıyla dumanı üstünde dans eden kahvesinden bir yudum aldı ve rengârenk arp tınılarıyla birlikte beyazlığa bakıp büzülen dudaklarını gülümseyişe bıraktı. Gülümseyen dudaklarının köşesine kıvrıldı.

Buse Karabulut
Visited 3 times, 1 visit(s) today
Close