Yazar: 18:20 Öykü

Şeytan Aldı Götürdü

Cevap: Haşim. Tam olarak söylemek gerekirse Haşim Ergün. Bu kadar basit bir şeyi nasıl unutur aklı almıyor. Hafıza kaybı olsa her şeyi unutması gerekirdi. Böylesi herhalde ne görülmüştür ne de duyulmuştur.

Hatırlayamıyor bir türlü. Kötü bir Amerikan filmi dublajı gibi hissediyor kendisini. Hay lanet! Aklına gelenlerin hiçbiri doğru cevap değil. Belki de, diye düşünüyor, doğru cevabı aklımdan geçirdim ama farkına varmadım.

Bankodaki kıza bakıyor, kız önündeki ekrana. Cebindeki para tomarını yokluyor. Para her zaman bütün kapıları açmıyor. Ah bir kartvizitim olsaydı, diye düşünüyor. Ona bakarak lanet adımı öyle bir söylerdim ki… O zaman bırak bankodaki kızı, başhekim gelir, çevresinde dört dönerdi. Gerçi o zaman buraya gelmesine de gerek kalmazdı ya… Ne dese, adını hatırlayamadığını nasıl söylese de kız gülmeden, aşağılamadan yardımcı olsa acaba?

Lanet olası hırsız!

Zihnindeki bandı geri sarıyor sabahtan beri. Gece yarısına yaklaşıyordu yemekten kalktıklarında. Ankara’nın yüksek bürokratlarının tamamı masayı yatırılmıştı yine. İş de konuşulmuştu elbette, olduğu kadar. Şoför eve bıraktığında ise gün dönmüştü bile. Sahi neydi o çocuğun adı? Bir tanesi de akıllı çıkmıyor ki şunların. Evine girdi, pijamalarını giydi, dişlerini fırçaladı –aklınca gün boyu konuştuğu yalanları yavşaklıkları tükürürdü ilk fırçalamada-, mesajlardan önemli bulduklarını cevapladı, tekrar dişlerini fırçaladı –ikinci fırçalama diş hekimlerinin tavsiye ettiği, sağlık için olanı-  ve yattı. Yatar yatmaz uyudu, sabah da uyandı.

Eee? Bu cinsine, cibilliyetine, yedi geçmişine lanet olasıca hırsız ne ara girdi eve? Hiç mi gürültü yapmadı? Şerefsizin evladı! Haysiyetsiz! Salondaki masanın üstünden bilgisayar, televizyonun önünden cüzdan, kendisinin bile yerini tam bilmediği çekmeceden bir ara aldığı ama kullanmadığı tablet tamam da hemen dibinden cep telefonunu nasıl aldı da hiç ruhu bile duymadı şeyin, Şey Bey’in, Başkanın? Lanet olsun yapsa ona da uyanmayacaktı besbelli!

Kız ısrarlı bakışların yaydığı dalgaları hissetmiş olmalı. Kaldırdı kafasını. Eyvah! Konuşacak şimdi. Konuştu. “Buyurun Beyefendi?”

Bant oynamaya devam ediyordu. Besbelli ki hırsız alabileceği her şeyi alıp gitmiş, sadece yatağın altına zulaladığı kötü gün parasına ulaşamamıştı. Onun bazılarına göre cimri, psikopat kendisine göre ise minimalist tavrından dolayı evinde hayati olmayan hiçbir şey bulundurmadığından da işi kolay olmuş olmalıydı. Yine de evin içinde bir oraya bir buraya gitti gitti geldi. Ve… Küt! O kapı biraz önce açık değil miydi? Başına gelen bu sefer kelimenin gerçek anlamıyla acı veriyordu. Ne olduysa o zaman olmuştu kesin. Ama nasıl? Öfkeyle telefona sarılmak istedi ama doğru ya… Bir kez daha sunturlu bir lanet olsun dedi hırsıza.  Apartmandan da kimseyi tanımıyordu ki, durum böyle böyle, desin. Bilakis ona selam verenlere sümüğe bakar gibi bakmış her birinin nefretini kazanmıştı. Polisi arayamayacağına göre karakola kadar gitmesi gerekiyordu. Gitti.

O gün tek şanslı olduğu konu evinin karakola olan mesafeydi. Lanet okuya okuya yürüdü beş yüz metreyi. Ve işte orada bir polis dikiliyor. Selamünaleyküm, aleykümselam.  Evime hırsız girmiş dün gece, onun için geldim. Kapıdan gir içeri sağdan üçüncü oda. Ne kadar küstah şey. Bırak Başkanım’ı ya da Müdürüm’ü, Beyefendi bile demedi. Teşekkürler.

Giriş kapısı, sağdan bir, iki ve üç. Amma kalabalık. Belli ki mahalleye dadanmışlar. Tek keriz ben değilmişim. Adresi sorarlar önce herhalde. Sonra adımı soyadımı. Yok yok. Önce adımı soyadımı sorar sonra olayı anlattırır. Adres en son. Ad-soyad…  Ad-Soyad… -İşte burada fark etti başına geleni.- Ulan? Ulan? Adım neydi benim? Ya soyadım? Şefim, Müdürüm, Başkanım, Patron, Reis? İnsan kendi adını hatırlamaz mı ulan? HAY LANET! Geriye dön, ileri marş. Soldan bir, iki, üç ve çıkış.

“Hayırdır Beyefendi? Ne çabuk çıktınız, biraz yoğun ama şimdi işlem yapmazsanız sonra sıkıntı olabilir.”

Aynı polis. Beyefendiymiş. Adımı söyle ulan bana adımı! Adım neydi benim? Ne? Ne? Yok, yok, bir işim çıktı da geleceğim geri. Mutlaka geleceğim.

Bankodaki kıza, aklına gelmiş gibi, “Birazdan geleceğim kızım,” dedi. Kız, nereden kızın oluyorum bakışı attıktan sonra ekrana döndü. Oysa onun kim olduğunu bir bilseydi kız, bütün doktorlar, hatta başhekim…

Karakoldan çıkınca makamına gitmeyi düşündü ama günlerden pazar. Ne kadar çok çalışsa da pazar günü orda görüldüğü vaki değil. Üstelik adımı unuttum, evraklardan adıma bakacağım demesi gibi bir ihtimal zaten söz konusu olamaz. Yerel seçimler yaklaşırken bir dedikoduya sebebiyet vermek istemez. Zihnindeki bantı kariyerine doğru sarsa hatırlayacağını düşündü ama yok. Zinhar aklına gelmiyor.

Türkiye Bana Sanki Atomu Parçalıyorsunuz Enstitüsü Başkanı. Bunu biliyor. Yılların bürokratı. Kolay olmadı bu mevkiye gelmesi. Basit bir memurken şef olmasına herkes şaşırsa da karaktersizler hemen, şefim şefim, demeye başlamıştı bile. Sonra, müdürüm müdürüm… Daire başkanı olmak için başka bir kuruma, başkan yardımcısı olmak için bir başkasına geçmiş, en sonunda TBSAPE’ye kapağı atmıştı. Kolay olmamıştı. Kaç kelin, şişkonun, güdüğün, dörtgözün yüzüne gülmek zorunda kalmıştı. Yıllardır başına gelen her şey ayna gibi pürüzsüz aklındaydı. Sadece “şefim” demeden önce ne dediklerini hatırlayamıyordu. Lanet olsun!

Aklına gelen bütün isimleri sıralıyor ama bir türlü hatırlayamıyor ismini. İşinden nefret ediyor. İşyerindekilerden nefret ediyor. Kendinden nefret ediyor. En baştan beri böyle olmasının sebebi de bu ya, biraz kendini sevseydi, biraz işle ilgili bir şeylere kıymet verseydi. Bu kadar uğraşır mıydı yükselmek için herkesi ezmeye, üstüne basıp ardına aşmaya? Neydi bu pezevengin adı?

Doğru ya bir de bu vardı. Eski karısı, “Amirim misin, memurun muyum ulan pezevenk!” diye bütün bardakları kırdığı gün ona sonraki günlerde de velayeti aldığı çocukların zihnine bu kelimeyi söyleyip durmuştu. Düğünü aklına geldi. Yine tüm detaylarıyla hatırlıyordu her şeyi. Sadece isminin olduğu yerlerde çocukluğundan bu yana duyduğu, duymasa da arkasından söylendiğini düşündüğü kelimeler geliyor. Siz, Şakir oğlu Kendinegüvensizşişko Dörtgöz… Kutlarım Şapşal… Allah bir yastıkta kocatsın Silik kardeşim…

Neydi bu pezevengin adı? Kendine o kadar uzaklaşmıştı ki. Artık zihninde kendinden üçüncü tekilde bahsederek bir şeyler anımsamaya çalışıyordu ama yok oğlu yoktu. Hırsız adeta evdeki eşyaları çalarken ismini de götürmüş, götürmekle kalmayıp şehrin en dışında bir kilometrelik bir çukur kazıp oraya gömmüştü. Başkandı, reisti, patrondu, müdürdü. Düğününde bile yüzüne tiksintiyle bakanlar için amirdi, şefti… Bir tek eski karısı ve çocuklarının gözünde lanetti ama o kadar da olurdu. Ne dediklerini hep hatırlıyor bir tek adı gelmiyordu aklına. Hırsız değil şeytandı belki de gece gelen. Şeytan aldı götürdü dedi içinden. Satamadan getirdi derken eli cebindeki paraya gitti istemsizce. Şerefsiz şeytan, ismimi geri vermek için ne istiyorsun?

Şeytandan cevap gelmeyince gerçek dünyaya döndü. Bankodaki kıza beni hastanenin en iyi psikiyatrına götürün diyecek, parası neyse veririm deyip cebindeki balyayı koyuverecekti. Yalnız kız adını sorduğunda, “Her şeyi biliyorum, tüm hayatım gözümün önünde ama adımı hatırlamıyorum, sorun da bu,” dediğinde ne olacaktı? Hemen güvenliği mi çağıracaktı kız? Güvenlik geldiğinde ve işler sarpa sardığında TBSAPE Başkanı olduğu ortaya çıktığında gitmeyecek miydi yılların bütün emeği, teri, makamı?

Birisinden telefonunu istese nasıl olurdu acaba? “Pardon, telefonunuzu alabilir miyim evladım. Sadece TBSAPE Başkanı kim diye aratacaktım…” Bravo sana yılların şeyi, başkanı, amiri, pe…, laneti… İyice kırk altılık olmaya heveslendin maşallah. Ulan bu hastanelerin de çivisi çıktı iyice, özel de olsa gelen geçen bas bas bağırıyor. Kimi çağırıyorsan yanına gidip söylesene be edepsiz adam. Haşim Abi’ne de sana da başlayacağım şimdi. Dibimde niye bağırıyorsun ulan. Lanet olsun, bunun burda ne işi var yıllar sonra? İyice rezil olduk iyi mi?

“Vay Haşim Abim! Koskoca TBSAPE başkanı Haşim Ergün’ü hangi rüzgâr attı hastanemize? Televizyonlardan gazetelerden takip ediyorum seni hep, mahallemizin gururu Haşim Abim. O kadar çalışırsan hasta düşersin tabii. Hayırdır inşallah? Kötü bir durum değildir umarım. Kızım niye ilgilenmiyorsunuz Haşim Bey’le?”

Ulan bu bizim Tevfik değil mi? Zehra Teyze’nin küçük oğlan. Demek burada çalışıyormuş. Bak şu Allah’ın işine. E bu Tevfik’se, o zaman… Benden başka kimse de yok etrafta… O zaman… Cevap: Haşim. Haşim Ergün. Çok şükür Allah’ım. Adım Haşim. Haşim Ergün. Haşim. Haşim. Ergün. Ergün. Haşim Ergün.

“Bırak şu başkanı Tevfikçiğim yahu, adımızı unutacağız bu dalkavuklar yüzünden zaten. Ufak bir kaza yaptım, başımı çarptım da n’olur n’olmaz geleyim dedim de senin ne işin var asıl burada? İzmir’de değil miydin sen? Zehra Teyzemler nasıl? Herkes iyi mi?”


Editör: Mete Karagöl

Hüseyin Kılıç
Latest posts by Hüseyin Kılıç (see all)
Visited 29 times, 1 visit(s) today
Close