Yazar: 15:10 Öykü

Galiba, Sanırım, Emin Değilim

Ben bir müzik kutusuyum: Retro olanından.

Saçlarımın yarısı turuncu, diğer yarısı sarı. Sağ kolum yeşil, sol kolum kırmızı. Gözlerim kare, dudaklarım U ve ağzımın içi kocaman bir alev topu. Gövdemin tamamı eski, koyu kahverengi bir ahşaptan oyulmuş. Metal jetonluğum ve diğer aksamlarım ahşabın gövdesine itinayla oturtulmuş. Anladığım kadarıyla da retroluğum oradan geliyormuş.

Ben bir müzik kutusuyum: Kanlı, canlı olanından. İnsanlar bazen yuvarlak jetonları metal haznemden içeri bırakıp gövdeme dokunuyorlar. Oradan bir şarkı seçip yanımdan ayrılıyorlar. Onların uzaklaşmalarını izlerken mırıldanmaya başlıyorum. Ama hiçbir zaman onların seçtiğini değil, her zaman tek bir şarkıyı söylüyorum:

Şarkılar seni söyler / dillerde name adın / dillerde name adın… / Aşk gibi, sevda gibi / huysuz ve tatlı kadın / huysuz ve tatlı kadın…

Bazen bu dik başlılığıma tebessümle karşılık veriyor bazen de arkalarına bakmadan gidiyorlar. Kim bilir belki de bozuk olduğumu düşünüyorlar.

Ben bir müzik kutusuyum: Dünsüz ve yarınsız. Öyle ki bu dükkânın önüne ne zaman bırakıldığımı hatırlamıyorum. Sanki kadim zamandır aynı yerde aynı şarkıyı söylüyorum. Karı, sıcağı, rüzgârı aynı yerde kucaklıyorum. Bir gün buradan gitmekle ilgili bir hayalim de yok. Çünkü tekerleklerimi uzun süre kaydırdığımda yol beni nereye vurur bilmiyorum. Bilmediğim için de düşünemiyorum. Burada paslanmayı, bozulmayı, belki de çöpe atılmayı bekliyorum.

Ben bir müzik kutusuyum: İnsana en benzeyeninden. Bazen üzerime atılan taşların canımı acıttığı oluyor bazen karın üşüttüğü bazen de karnımın açlıktan kıyıldığı. Ve hatta bazen tuvalete gitmek için yerimden ayrılıp geri döndüğümde, tekerlek izlerimin üzerinde yatan sokak köpeklerinden yerimi geri almak için; tüm renklerimi aynı anda parlattığım oluyor. Bu yüzden ahşaplarım çok diş izi taşıyor. Bazen elini omzuma koyup gelmişini geçmişini anlatanlar da var. Bazen metal haznemin içindeki jetonlarımı çalıp kaçanlar da oluyor. Bazen önümde durup dakikalarca beni izleyenlerin sayısı da yok sayılmayacak kadar çok. Ve hatta bazen benim ahşap bedenimi tekmeleyince hayattan tüm hıncını alacağına inananlara da rastlıyorum.

Ben bir müzik kutusuyum: Az sonra sağlamlığını yitirecek olan. Az önce söylediğim gibi; burada paslanmayı, bozulmayı ya da çöpe atılmayı bekliyorum. Şimdi ben bunu düşünürken ve aynı şarkıyı mırıldanırken; tam karşıdan üzerime doğru hızla siyah bir araba geliyor. Tekerlekleri kocaman, gövdesi parlak… Direksiyon sağa sola dönüyor. Direksiyonu esmer bir adamın elleri kavrıyor. Adam bana bir yerlerden tanıdık geliyor. Sonra korna sesi duyuluyor ve hemen ardından arabadan bir şarkının sözleri yükseliyor.

Şarkılar seni söyler…

Sonrası karmaşık. Havada savrulan toz, toprak, bana mı arabaya mı ait olduğunu bilmediğim birkaç plastik aksam, metal jetonların kaldırıma vurup çıkardıkları o çınlama sesi, şimdiden mi başka bir zamandan mı geldiğini bilmediğim yanık kokusu…  Ve kulaklarımdaki ahşap çukurları acıtan bağırış çağırış. Sonrası yok.

Ben bir müzik kutusuyum: Galiba, sanırım, emin değilim…

“Hanımefendi,” diyor biri, “hanımefendi gözlerinizi açın.” Sanırım bana söylüyor. Oysa bu söylediğini yapabilmem için hazneme jeton atması gerekiyor. Dudaklarımı aralayıp söylemek istiyorum; ama onlar da jeton bekliyor. Sonunda omzumu kavrayıp beni hafifçe sallamayı akıl ediyor. Haznede sıkışan jetonlardan biri yuvaya düşüyor. O zaman hem gözlerim hem de dudaklarım aralanıyor.

“Şarkılar seni söyler… Dillerde name adın…”

“Hayır,” diyor, “lütfen durun. Sadece beni dinleyin.” Ona bakıyorum. Bir adam… Üzerinde beyaz önlük olan bir adam… Elinde bir fener var. Kim olabileceğini düşünüyorum, hemen sonra buluyorum: Tamirci!

Şarkıya devam ediyorum.

Aşk gibi… Sevda gibi… Huysuz ve tatlı kadın…

“Hanımefendi! Susun!”

Jeton bitmek üzere… Tamircinin gözlerine bakarken teklemeye başlıyorum. “Huy…ve…ka…”

Dudaklarımla beraber gözlerimi de kapatıyorum. Beni yeniden omuzlarımdan tutup sallıyor: Bu kez daha şiddetli sarsıyor, “Hanımefendi hastanedesiniz. Ben doktor…” Son kelimesini duyunca ben de ona katılıyorum: Onunla birlikte bedenimi sağa sola sallıyorum. Sıkışan jetonlardan birini el birliğiyle yuvaya göndermeyi başarınca gözlerimi açıyorum.

“Siz doktor değilsiniz,” diyorum, “siz tamircisiniz.”

“Ama yeter, söyleyip durmayın şu şarkıyı!”

“Kendinizi doktor sanmanız ne üzücü…”

“Tamam, hanımefendi,” diyor, “şarkıyı durdurun!”

“Ama bir bakıma siz de doktorsunuz diyorum. Müzik kutusu doktoru…”

Başka bir adamın sesini duyuyorum. “Sadece bu şarkıyı söylüyormuş. Başka bir şey beklemeyin.”

Tamirci gözlerini kapatıp açıyor, feneri önce sol kareme sonra sağ kareme iyice yaklaştırıyor.

“Zihni geçmişte bir yerde kalmış,” diyor, “ama onu bu travmadan çıkarmak bizim işimiz değil. Kolundan bahsetmeliyiz.”

“Kolumdan mı?” diyorum.

“Evet, hanımefendi,” diyor, “dillerde name adın!” Sonra birkaç adım geri gidiyor, ellerini önlük ceplerine sokuyor. “Şimdi lütfen şarkıyı söylemeyi bırakın ve anlatacaklarımı iyi dinleyin. Önünde durduğunuz dükkânda bir patlama olmuş. Ne yazık ki sizin üzerinize de dükkânın duvarı devrilmiş. Sağ kolunuz duvarın altında kalmış. Sizi oradan çıkarmak için kolunuzu kesmek zorunda kalmışlar.”

“Hayır,” diyorum, “öyle bir şey olmadı, bana araba çarptı.”

Söylediklerimi yine anlamıyor. Monoloğa devam ediyor.

“Çok üzgünüm; buraya geldiğinizde yapılacak hiçbir şey yoktu. Kolunuz parçalanmıştı ve sinirleriniz ciddi anlamda zarar görmüştü.”

Ellerini ceplerinden çıkarıp sandalyenin arkasında duran rengârenk hırkayı havaya kaldırıyor. Hırka havada salınınca ceplerinden şıngırtı sesleri geliyor. Hırkanın sol kolunu gösteriyor:

“Bakın bu size ait ve yalnızca bir kolu var. Diğer taraf kolunuzla beraber kesilmiş. Şimdi sağ kolunuza bakmanızı rica ediyorum.”

Hırkadan gözlerimi çekiyorum; ama dediğini de yapmıyorum. Bu kendini doktor sanan tamirciden de iyice huylanmaya başlıyorum. Yerdeki boşluğu izlerken arabayı düşünüyorum: Arabadan yükselen şarkı sesini… Sağa sola çevrilen direksiyonu ve ona eşlik eden tekerlekleri… Sonra yanık kokusunu yeniden duyuyorum. Ardından direksiyondaki adamın alev almış bedenini görüyorum. Sonra kulaklarıma korno sesi doluyor: Düt düt!

Tamircinin sesiyle âna taşınıyorum:

“Sizi birkaç güne taburcu edeceğiz.”

Dudaklarımı aralayıp yeniden kapatıyorum. İçimden her şeyi söyleyebilirken dışımdan hiçbir şey anlatamamama sövüyorum. Sonra sövmeyi bırakıp hafızama saldırmak için tüm silahlarımı çekiyorum. Kafamın içine kasaturalarla, tabancalarla dalıyorum. Bulduğum tüm sayfaları tek tek açıp çeviriyorum. Ve sonunda oralarda dışarı taşırabileceğim birkaç kelimeye rastlıyorum:

“Siz doktor değilsiniz,” diyorum, “siz tamircisiniz.”

Yüzümü yeniden ona çevirip beni anlayıp anlamadığını çözmeye çalışıyorum.

Cebinden siyah çerçeveli bir gözlük çıkarıp burun kemiğine yerleştiriyor. Yüzünü iyice yüzüme yaklaştırıyor. Anlıyor…

“Ben doktorum,” diyor, “tamirci olduğumu nereden çıkardınız.”

“Çünkü ben bir müzik kutusuyum. Müzik kutuları doktora gitmez.”

Yüzünü ağır ağır benden uzaklaştırıyor:

“Siz bir müzik kutusu değilsiniz. Siz bir insansınız.”

Beni benden daha iyi tanıyormuş gibi yapmasına tahammül edemiyorum. Kafamın içindeki silahları ona doğrultmak istiyorum, “Hayır!” diyorum, “ben bir müzik kutusuyum!”

Elini havaya kaldırıp az önce konuşan ama yüzünü görmediğim adama sesleniyor. “Bana bir ayna getirin,” diyor, “hemen!”

Birkaç kısa saniye sonra elinde bir aynayla bana yeniden yaklaşıyor. Aynayı havaya kaldırıp yüzüme tutuyor.

Bakmıyorum. Aynayı onun yüzünde parçalamak istiyorum.

“Hadi,” diyor, “nasıl göründüğüne bak.”

“Keşke siz baksanız aynaya,” diyorum, “keşke bir doktor olmadığınızı görseniz.”

“Hadi,” diyor yeniden, “bu kadar kendinden eminsen bak.”

Bakıyorum.

Ve baktığım yerde donakalıyorum. Ben… Ben bu muyum?

Öyleyse ben bunca zamandır yanılmışım. Bir müzik kutusu değilmişim. Hatta retro bile değilmişim…  Ne kareden gözlerim ne ‘U’dan dudaklarım ne de alev topundan ağzım varmış. Ama yanılan sadece ben de değilmişim. Kendini doktor sanan tamirci de yanılmış. Çünkü ben bir insan da değilmişim. Ne etim ne kemiğim ne de derim varmış. Peki, ben neymişim?

Ben bir arabaymışım: Ön sağ tekerleği olmayanından…

“Düt düt!”

Gaye Keskin
Latest posts by Gaye Keskin (see all)
Visited 58 times, 1 visit(s) today
Close