Yazar: 19:55 Öykü

Feriha’ya Üç Mektup

Öykümüz üç bölüm halinde yayınlanacaktır.

Birinci Mektup- Feriha

Feriha, ben artık hiçbir umudu kalbimde taşıyamıyorum. Ellerim cebimden ayrılmıyor ama başım dik yürüyorum sokaklarda. Bir cinayet işlemedim, bir arkadaşlığı katletmedim. Ellerim vicdanım kadar temiz. Kendimle duyduğum gurur bir günlük nefesim kadar. Bir gün oluyor, tümör gibi bir sızı kaplıyor insanın kalbini. Ne olduğunu bir türlü anlayamıyor efendim insan. Nasıl bir ağrıdır, nasıl bir ıstıraptır insan anlayamıyor efendim. Siz bilirsiniz. Doğduğumda da bu acıyı hissedip hüngür hüngür ağlamışım. Doktor ve hemşireler mutluluk gülümsemelerini ışıklara yansıtırken siz de oradaydınız değil mi efendim? Evet. Evet, işte öyle bir ağrı saplandı sol yanıma.

Günler geçti, geceler uzadı efendim. Ben anlayamadım, bir acı vardı zihnimde, bir mavzer kurşunu yemiş gibi. Kanlar akıyordu efendim, dedim ki Feriha’ya, Feriha ben ölüyorum, pardon efendim, Feriha dedim, ben ölmek istiyorum. Gözleri kocaman açıldı efendim, gözlerime baktı soru işaretleriyle. Dudağımı büzüştürdüm, alnımı kararttım, konuşamadım efendim. Bir cümle daha söyleyemedim. Lakin ne ilginç, bir katil bir ölünün gözlerine bakarken içi acıyor, korkuyu büsbütün hissediyordu. Fakat efendim, Feriha henüz katil olduğunu bilmiyordu. Belki de henüz katledilmemiştim bir parkta o günlerde. Anlıyor musunuz, yürüyebilen ve nefes alan bir ölüydüm ben. Ruhum yoktu, kalbim sönmüştü, dilim kelepçelenmişti. Ben susmaya öyle susamıştım ki efendim, çok sustum. Masadaki bardakların hepsinden kana kana susmalar içtim. Bilirsiniz efendim, çocukluğumdaki gibi öyle çok sustum ki… Ben sustukça o hançerledi evveliyatımı bir anda. Aman bile diyemedim, tarihim alaşağı edildi anında. Efendim, bilirsiniz tarihimi okullarda genç dimağlara anlatacaklardı fakat bir anda ne olduysa oldu işte, kaybedildi belgelerim. Varlığım ontoloji duvarına erişemeden yok oldu. Var olamayan bir birliktelik kendini gösterdi kapıdan, çekti gitti sonra. Biliyor musunuz efendim, çok üzüldüm ben. Öyle şaka yaparak da değil; incileri akıtarak gözlerimden feryatlar ederek, nedenleri birer birer sıralayarak çok üzüldüm ben.

Siz, siz efendim, benim üzüldüğüm yerleri gördünüz mü? Zira ölüyordum ben, tarihsiz bir gecede. Hem sabah beni öyle yatakta kıpırtısız, sessiz görseydiniz hiç üzülür müydünüz ya da ağlar mıydınız efendim? Ben sizin hiç ağladığınızı görmedim, bir tek bir mektup vardı, saklıyordunuz. Elinize ne zaman gelse açmadan gözleriniz doluyordu fakat benden saklıyordunuz o incileri. Hemen bir iş buyurup mutfağa gönderiyordunuz, geceden kalma kırılmış birkaç bardağı ve şişeleri toplamam için. Elim kesildi efendim, kırık bir şişe yüzünden. Elimde iz kalacak mı artık? Ben, elime her baktığımda o geceyi hatırlayacak mıyım? Birkaç şişe, birkaç bardak kırıldı diye bir zihin mezarına mı layığım şimdi? Pekâlâ, sessizsiniz. O halde beni bırakın, ben öleyim olmaz mı? Olmaz. O zaman ben de yaşarım. Öyle komiklik olsun diye değil, öyle bir yaşarım ki kimseler gülemez efendim. Ellerimi cebime saklarım, izleri yok sayar yürürüm, yürürüm, bu saat durana kadar yürürüm. Sizin de gönlünüz rahatlar, belki başınız göğe bile erer. Hem başı göğe erenlerin maaşına zam yapıyorlarmış, hadi yine iyisiniz! Sayemde ekmeğin yanında peynir de yiyebileceğiz fakat ben yiyemem efendim. Gizlenerek o kadar şarap içtim ki hüzün dolu kadehlerde sindirim sistemim bozuldu, varoluşumum durduruldu, çalışan makine bir anda durdu.

  Görüyor musunuz efendim, iki sarhoş öğrenci dolaşıyor bu geçtiğimiz sokaklarda. Birtakım yaşlı insanlar hızla yürüyor yanlarından, ne de yanlış tanıtıyor bu gençler ülkemizin genç dimağlarını! Haklı, haklı yaş almış birtakım insanlar kızmakla. Öfkeleri yüzlerinde belli, bu gençler rakı içtiği için onların Tanrı’yı bile bilmediklerini düşünüyorlar şimdi öfkeyle. Hatta peygamber ettikleri hocaların yüzü suyu hürmetine af diliyorlar Tanrı’larından. Allah affetsin, efendim Allah affetsin genç dimağları. Eğer bu gençler efendim, Tanrı’yı bildiklerini söyleyebilselerdi, onlara ahlaka bile ihtiyaçları olmadığını söylerler yaş almış birtakım insanlar, çok ahlaklı gençler olarak severler, başlarını okşarlar ve belki de madalya bile verirlerdi. Bakın efendim, ne de güzel şarkı söylüyor bu ahlaksız gençler, ne de güzel bakıyorlar birbirlerine. Özür dilerim efendim, sizi kızdırdım. Ahlaksızlık işte efendim, ellerinde iz olan bir ahlaksızım ben de. Tanrı beni affeder mi efendim? Allah seni affetsin. Âmin efendim, beni affetsin fakat ben Feriha’yı affedemem efendim. Feriha deseydim ki, korkuyorum yarına sensiz başlamaktan. Korkuyorum efendim, çok korktum. Bana elini uzatmadan korkular bıraktı kesik ellerime. Geceleri gözlerimi açamıyorum artık Feriha, korkuyorum seni görememekten bir çift duvarda. Tanrım yardım et bana, dün çarpan kalbim bugün Feriha ile durdu. Efendim, korkular hep tuzlu olurmuş, sızısından nefes alamadığım kalbimden öğrendim. Çaya şeker atmıyorum, sizde şeker bulunur mu efendim? Bulunur. Siz hep tedariklisiniz, keşke yaşamım da böylesine tedarikli olsa hatta Feriha’nın çantasında ne varsa yaşamımda olsaydı ne güzel olurdu, değil mi efendim? Hem bu sonbaharda dökülmezdi yapraklarım, can suyumu aramak zorunda kalmazdım. Ulaşamadım efendim, köklerimi salamadım yirmi iki taşın altına. Bir rüzgâr vurunca Akdeniz’den sallandım durdum ama yıkılmadım efendim. Kök salamadıkça rüzgârlara kılıç çekmeyi öğrendim. Ne kadar gelirse gelsin üstüme, hepsi de gelebilir ben kendimi savunabilirim efendim. Savunma yeteneğimi o kadar çok geliştirdim ki hatta…

Evet. Feriha, belki de yarın sabah ilk işim tecili bozdurup ülkemizin sınırlarına gitmek. Kalbimi senden koruyamadım ama belki vatanımızı koruyabilirim. Yapabilirim efendim, savunabilirim, belki de koruyabilirim. Hemen gitmemden çekinmeyin, ilk cephede düşmem efendim. İkinci cephede de, üçte, dörtte de. Belki sekizinci cephede düşebilirim fakat aceleyle değil işte. Sakin sakin düşerim. Hem duydunuz mu? Bazı insanların hiç aceleleri yokmuş, hep bekleyenleri olurmuş. Koşar adımlarla kendinden kaçma gereksinimleri duymazlarmış. Bu bazı insanlar partisine bizde katılalım mı efendim, belki bir gün memur olarak atanıp ülkemizi savunuruz. Bazı olmayan diğer insanlar ise hep koştururlarmış efendim hatta rüyalarında bile koşarak uçarlarmış. Yemeklerini hızlı yer, nefeslerini çabuk tüketirlermiş. Nefeslerinizi kendinizden kısmayın efendim, bayılırsınız. Kendimi bile kaldırmayan ben, bu gece vakti sizi nasıl kaldıracağım şimdi bu caddede? Hem, virgülde yarım nefes alıp noktada tam nefes aldığım için tamamen güvenmeyin bana. Bu bilgiyi de sosyal medyadan öğrenmiştim, fotoğraflı olandan. Feriha’nın güzel fotoğrafları olurdu efendim oralarda, Neşet Ertaş’ın yalan dünyasına katılırdık beraber. Biliyor musunuz efendim, Feriha ile yan yana fotoğraflar bile paylaşmıştık sosyal medya sakinlerimize. Ha-ha-ha! Söylediler ki efendim. Ha-ha-ha! Biz çok yakışıyormuşuz. İstekleri bizi beraber görmekmiş. Ha-ha-ha! Feriha bunları duysa onları da öldürürdü efendim. Belki, belki… Dikkat edin efendim, siz yaş almış bir topluluktansınız, Feriha’nın ilk katli değil bu. O bir profesyonel, o çok özel birisi.

Tik-tak-tik-tak bozuk bir saat gibi Feriha, kalbimin atışları sende durdu.

Ölmeyi istemiştim Feriha, kendimi öldürmek için planlar içine girmiştim. İnsanın kendini öldürebileceğini düşünmesi, yani ölüm tarihini insanın belirlemesi nasıl bir çılgınlık Feriha? Seni sevdiğimi fark ettiğim o an ağır yaralıydım. Artık bir yaşamım yoktu, nefes alamıyordum pek ama diğer insanlar gibi yürüyor ve konuşuyordum ben de. Dışarıdan gelen bu sesleri bile duyuyorum fakat o sesler benim çığlıklarımı duymuyordu Feriha. Bir kitap, bir defter, bir ansiklopedi bir ağaç demektir. Lütfen kampanyamıza destek verin. Kilogram ile satın alınır. Efendim, eğer bir kitap olmuş olsaydım iyi para kazandırırdım size. Öyle kemiklerimin inceliğine, vücudumun sıskalığına aldanmayın. Kalbim ağırdır benim. Hem paramparça… Her parçası bir ansiklopedi kadar ağırdır. Yırttınız efendim, feleği gözünden vurdunuz! Hem belki kitap olsaydım; yani yazarı ölünce bile raflarda dolaşan, bazı çantalarda bulunan bir kitap olmuş olsaydım Feriha beni anlayabilirdi. Hem de bir insan ömrünü beklemeden, ne zaman isterse beni anlayabilirdi. Fakat efendim, ben bir kitap olsaydım Feriha’nın öldüğü gün yapraklarıma veda ederdim. Geri dönüşüme giderdim efendim, geri dönüştürülürdüm. Bu sefer bir ansiklopedi olup yine Feriha’yı severdim. Biliyorum, o da beni severdi. Ellerini alnımda gezdirirdi fakat gelmezdi. Değil mi efendim? Feriha da beni severdi yine ama gelmezdi işte. Fakat efendim, ben bir roman kahramanı olmak isterdim. Feriha’nın zihnini alaşağı eden, onu düşündüren, rüyalarına bile ortak olan bir roman kahramanı olmak isterdim. Feriha benden bahsedince adımı unuturdu belki fakat ben zihninden ayrılmazdım. Belki de bu dünyada Feriha ile yalnızca bu şekilde bir biz oluşumundan bahsedebilirdik. Anneme kızıyorum efendim, beni bir roman kahramanı olarak doğurmalıydı. Beni Feriha’nın zihnine koyun efendim, ayrılmak istemiyorum oradan. Orayı sevmeyi oranın da beni sevmesini istiyorum.

Sarılmak istiyorum efendim, Feriha’nın zihninde dolaşan uçsuz bucaksız düşüncelere sarılmak istiyorum. Bir şarkı yazmış Feriha, bir deli, hiç duydun mu? Geceyi beklermiş söylemek için sokaklarda, karanlık sokaklara sığınırmış yüzünü göstermemek için. Bağırırmış yabancı dillerde: You came on a dark night, sorry darlin’ I loved you. (Karanlık bir gecede geldin, üzgünüm sevgili seni sevmişim.) Duydun mu Feriha, bir delinin haykırışını? O duymaz. Peki, siz duymaz mısınız efendim? Kalbim çok acıyor biliyor musunuz, beni anlamadılar. Anlasalar sorumluluk almaları gerekirdi, birkaç günlük uykusuzlukla yakın arkadaş olurlardı, geceler boyu uyanık kaldığımız içinden çıkılmaz durumlar için, birkaç günlük uykusuzlukla bile arkadaş olmaya değmezmiş efendim.

 Madem öyle efendim, en çok biz mi delisiyiz bu kentin? Biz de artık, anlamayalım onları olur mu efendim? Olmaz. Olur efendim. Biz bu değiliz. Efendim, saygıdeğer efendim… Kalbim acıyor. Olmaz. Dayanamıyorum efendim, kalbimdeki kırıkların zihnimde dolaşmasına dayanamıyorum artık, sabahı olmayan gecelere dayanamıyorum. Olur. Oh be! Artık ben de rahatladım efendim, benim de uykularım kaçmayacak artık. Hadi onları arayalım, çok uzaklara gitmiş olamazlar. Feriha, geliyor musun? Feriha yarın belki işim çıkar. Feriha yarın belki başka dünyalarda olurum. Feriha yarın belki sana uzak kentlerin birinde can vermiş olurum. Pekâlâ Feriha, sen bilirsin. Sen zaten hep en iyiyi bilirsin. Tüm dünya, tüm insanlık bir yana, doğrular senin çantanda. Sen her zaman daha iyi bilirsin Feriha.


editör: Hatice Akalın

Visited 5 times, 1 visit(s) today
Close