Yazar: 18:20 Öykü

Feriha’ya Üç Mektup – Sevgilim

Sevgilim, nerede o aydınlık yüzün? Efendim, bir gün bir yola çıksaydım. Hani çıkmış olduğum bu yolun sonu da Feriha’nın yerleşim yeri olsaydı. Belki bir mektup yazamazdım efendim, çünkü mürekkebimi Feriha’ya bir mektup yazdığımda bitirmiştim. Her gününü düşüncelerle geçirdiği o binanın karşısına geçip bağırsaydım. Öyle çok bağırsaydım ki deprem olduğunu düşünseydi tüm insanlar. Herkes kulaklarını kapatsaydı efendim korkudan,

Feriha… İlk defa cesaretini toplayıp dinleseydi beni o yüksek binadan. Deseydim ki efendim bağırarak… Kimseler duymuyor, sadece Feriha duyuyor… Sadece Feriha duyuyor…

Kimseler anlamıyor, Feriha da… Fakat bir gün… Bir gün beni anlayacak efendim… Beni bir gün anlayacak… Bağırıyorum efendim, yüksek müsaadenizle bağırıyorum…

Sevgilim, neden gizledin kalbini yaşamımdan? Neden bir armağan olamadım sana, hayatının verdiği? Neden hep gözyaşlarının sebebini elime uzattın ve neden döndün ağlarken sırtını bana? Karanlıktaydım sevgilim. Bir güneşim yoktu bu bahçede, bir çiçek bile yoktu kokusunu çekebileceğim ciğerlerime. Bir gün anlamını bilemedim, ne olduğunu öğrenemedim o an. Bir aydınlık vurdu çorak topraklarıma. Bir hareketlilik sol yanımda, ben toprak kayıyor sandım. Çiçeklerimi sulamışsın, güllerimin dikenlerini sevmişsin benden habersiz.

Kıpırdanışım bu yüzden, çıldırmış olmam cebimdeki sır küplerinden. Ben dönüştürülmeyi bekleyen bir kağıttım oysa, sen beni başkalaştırdın. Çok korkmuştum sevgilim, bu kıpırdanışın nedeninin adımlarının sesinden geleceğinden. Oysa eceli yanı başına oturmuş bir insan nasıl korkacaktı ki yarınından? Gözlerine son kez baktığımda ağır yaralanmış bir askerin yoğun bakımdaki umarsızlığı kadar umarsızdım. Bir şey anlatıyordum fakat dudaklarım kıpırdamıyordu. Artık sol yanımda da bir hareketlilik yoktu. Sessizlik ve yalnızlık ruhuma sarılmıştı sevgilim. Sana güven dolu balonlar vermiştim, neden onları apartmanının güneş görmeyen boşluğuna attın? Bu balonlar ne zaman şaşırttı ki seni? Biliyordum sevgilim, sol yanından bihaber olduğunu. Biliyordum, ne yazık ki… Her sabah yeni bir hevese gebe kalıyordun, başka yollarda yürümeye ve bu yolları sık sık değiştirmeye çok hevesliydin. Bu yaşamdan bu gece ben de geçiyorum hayatım, sen de geçtiğim yollardan geçmeyecek misin?

Sen de bu kadar genç yaşta değil ama bir gün bu yolun sonuna varmayacak mısın? Başka yollarda, başkalarının yollarında ayaklarına kramplar girdiğinde ve artık yürüyemeyeceğini hissettiğinde bu yolu hiç özlemeyecek misin? Bir gün özlediğinde, o yolun çöllerin altında kaldığını göreceksin ve gözyaşların denizleri taşıracak sevgilim. Seni affedemem. Seni affetmeyeceğim. Aynı okyanustayız hayatım, ne ben çöldeyim ne de sen kutupta. Bir gün anlayacaksın, hissediyorum. O gün kurak topraklarda kalan son bitki rolünü oynayacağım senin için. Kızma lütfen, oyunları pekiyi oynayamam ben fakat senin için küçük bir rol alacağım yönetmenden. Sevgilim, bu hikâyenin bir sonu olmamalı, olmamalıydı. Her şeyi baştan yapabilirdik, tekrardan filizlendirebilirdik gönlümüzdeki çiçekleri. Ne diyeceğiz kendimize, on gün sonra birbirimizi mum ışığını arar gibi ararken ve özlem, bütünüyle kalbimizi sarmışken? Ne yapalım kısmet değilmiş. Hem derler yahu, demişler işte! Bazı çiçekler bazı topraklarda olmuyor. Olamadık, toprağın köklerimi kabul etmedi canım. Ben öğrendim, öğrendim hangi toprak kabul eder beni. İnsanlığın karanlık yüzünü gördüm Feriha, hem de en çok muhtaçken bir sıcaklığa, karanlık yüzünü gördüm.

Efendim, yabancıların var olduğu bu kentte ben de artık bir yabancı olacağım. Varoluşum bir yabancıya dönüşecek, ben Feriha’nın dünyasında olduğu gibi diğer insanların dünyasında da artık bir yabancı olacağım. Adıma roman bile yazılır, ne dersiniz? Belki o zaman bir roman kahramanı olabilirim. Hem bir roman kahramanı olursam bilirsiniz, beni unutamazlar. Hem biliyor musunuz efendim, Feriha beni unutamazmış hiç. Hatıralarında saklayacakmış anılarımızı. Feriha, efendim Feriha’nın zihninde bir müze olacakmışım, pencereleri bahçeye açılan bir dairede. Beni arada ziyaret edin olur mu efendim? Olur. Beni özler misiniz efendim? Özlerim. Feriha da beni çok özlüyormuş efendim, hem o da benim gibi ağlıyormuş bazen. Onun ağlamasına sebep oldum, beni artık Tanrı affeder mi efendim?

Affetmez. Kimse kimseyi affedemiyor zaten efendim. Tanrı da bizi affetmeyiversin zira varacağım ateş, kalbimde hissettiğim değil mi? Ama efendim, ama… Efendim, sevgili sevgilim eğer isteseydi yaşama sanatı adını verdiğim rutinlerimizi beraberce yapıp yeni bir sanat dalı inşa edebilirdik. Belki bizi ta uzaklardan, Paris’ten Roma’dan eleştirirdi burjuvalar.

Ha-ha-haa. Ne hikâye olurdu ama! Hikâyelere hasrettim ben efendim, insanlar beni hikâyelere hasret biri olarak hatırlasınlar. Olmaz. Neden efendim, kendime içerliyorum şimdi. Ne oluyor ki zaten bunun olmayışına hiddetleniyorum? Hatırlamazlar. Biliyordum efendim, hatırlamazlar. Bir gün ben de her insan gibi unutulurum. Feriha da beni unutur, hem onun unutmayacağım demesine aldanmayın. O Feriha, bugüne kadar kaç insanı unutmuştur biliyor musunuz efendim? Bilmiyorum. Yaşınızdan daha çok insanı unutmuştur efendim ve sanırım ben de yaşınızdan daha çok olan insan grubunun içindeyim. Unutulmuş veya unutulmaya hazır bir insan ordusuna katılıyorum efendim. Sağdan say, marş marş! Brap, brap, brap… Feriha efendim… Feriha kaç kişiye tek kurşun sıkmıştır? On üç harf, iki kelime.

Merak etmeyin efendim, bana hiç kurşun sıkmadı. Hem ben Feriha gibilerine vurulmam efendim, acemi birliğimi sınır dışında yaptım, annemin bana sır küpü demesi de bu durumdan dolayıydı. Ha-ha-ha… Gülmeyin efendim, gülmeyin. Bir sır küpüyüm diyorum, anlasanıza!

Dünya yıkılır diyorum, bir konuşsam. Ah bir konuşsam… Ha-ha-ha… Pekâlâ efendim, ben de

Feriha’ya giderim. Sizinle de konuşulmuyorsa artık, siz de beni dinlemiyorsanız artık ve istediğim gibi de beni dinlemiyorsanız artık Feriha’ya giderim. Hem öyle bir giderim ki sakin sakin, Feriha bile şaşırır.

Sevgilim, bir bir akıyor gözlerimden yaşlar. Takvimlerde her güne aynı ismi vermişler: özlem. Bir buğulu bu dünya gözlerime. Görebildiğim her şey yarım yamalak, sevdalar gibi. Seninle ben gibi. Dinle beni Feriha, benim dinlenecek çok sözüm, çok kelimem var. Cümlelerim var Feriha, ağlama artık, duy beni. Sil o gözyaşlarını, eğer üzebilmişsem seni, sen benden önce yap. On üç harf, iki kelime. Hadi Feriha, ben duamı ettim. Feriha… Feriha ağlama, lütfen. Sevgilim, sensiz on mutluluk yaşayabilirim paha biçilmez. Cebimde mutluluklar, ben seninle bir mutsuzluğa hasretim. Yaralı ellerimden gözlerini çek Feriha, gözlerimin içine bak. O gözlerini diktiğin yara, karanlık geceden kalan bir armağan sevgilim: parmağımdaki izmarit izi. Hani gülmüştün bana, elin neden orada geziyor? Sahi

Feriha, kalbim neden ellerinin ucunda geziyor? Neden vatanı işgal edilmiş bir çocuk gibi bakıyorsun gözlerimin içine? İşgal yok sevgilim, bağımsızlığın gözlerimin önünde.

Özgürlüğünü, bayrağını tanıyorum. Kabul ediyorum sınırlarını, ihlal yok, toprağın çok güzel!

Sadece sürgünü kabul edemiyorum onca yıl sonra. Feriha, sınırların genişken beni neden sürgüne gönderdin? Balta girmemiş ormanlarında çiçekler büyütecektik daha… O karanlığı da bu karanlığı da bilmiyorum Feriha. Aydınlığı arıyorum duvarlarda. Kayboluyorum Feriha, bir karanlık gecede yalnız başıma. Yaşamış olduğum yüz yetmiş bir bin yirmi ikinci geceydi belki de. Bu bir son Feriha, yaşamın bir daha öyle delicesine filizlenemeyeceği bir son artık.

Bir gün eğer bir gecede gelirsem aklına, üzerimi örtme. Beni bırak karanlık bir kuytuda, ben yolumu bulurum. Bir seni bulamam Feriha, uzaklara gitme. Yolun, yolum değil ki… Bir sonraki durakta inecek bir yolcuyum, senin zaman yolculuğunda. Kendimi de seni de bırakabilecek hatta tüm bavullarını bırakabilecek umarsız bir yolcuyum ben. Hatıralarıma iyi bak olur mu? Tebessüm ettirdiğim o yüze, taradığım o saçlara, göz kırptığım o gözlere ve en çok var olmuş o bütüne iyi bak. Şairin de kalbinden boşluğa akıttığı gibi, “nemsin belli değil, şaşırdım kaldım işte.” Pekâlâ, pekâlâ Feriha iyi bak kendine! Anlamayacaklar değil mi efendim? Ses yok. Ne hissettiğimi, nasıl bir yangının içinde olduğumu anlamayacaklar değil mi efendim? Ses yok. Siz de, çok saygıdeğer efendim, siz de beni anlamıyorsunuz değil mi? Ses yok. İnsanın kendisini bile efendim, anlamaması nasıl da acı, ah bir bilseniz. Ses yok. O halde gidiyorum ben de. Hiçbirinize bir veda bile etmeden, bir vedayı hiçbir söze yakıştırmadan gidiyorum işte. Sessizce kaybolup gidiyorum efendim, bir daha gelmemek üzere -kimselere haber vermeden- gidiyorum. Elveda…

Editör: Hatice Akalın

Visited 15 times, 1 visit(s) today
Close