Yazar: 19:10 Öykü

Feriha’ya Üç Mektup – Sevgili

Sevgili, seninle yeniden tanışabilirdik bir çift çay bardağının ardında. Kavak ağaçları olurdu yanımızda kim bilir, belki de küçük bir gölet, kuğular olurdu içinde bembeyaz. Saflığa gönül verirdik, kentlerin birer yabancısı olurduk bu sokaklarda. Kimseyi tanımayan herkes, bizi birer yabancı sanırdı. Biz olurduk diyemiyorum ama aynı ismin birer parçası olabilirdik. Her neyse! Yürüyelim efendim, bu kızıl göğün altında güneşin veda ettiği bir günün sonuna doğru yürüyelim. Hem belki kendimizi buluruz kim bilir? Nereye istersen efendim, nereye gittiğimizi bilmeden gidelim. Sessizlikle gidelim, kavga ederek gidelim ama gidelim olur mu? Bazen mecbur kalırız gitmeye. Öyle bakmayınız efendim yüzüme. Feriha’nın gidişi gibi değil; hiç farkında olmadan, biz seçmeden gitmek zorunda kalırız. Giderken kaybolduğumuzu hissederiz ama her yok oluş bir varoluş değil midir? Var olamayacak mıyım efendim, gittiğim bu simalardan? Kaybolmak bize günah efendim. Senin günahın çok! Pekâlâ, Feriha’yı affeden Tanrı beni de affetmez mi efendim? Onun günahlarının hükmünde ben varım! Cezasını yoksunluğumda çekiyor, öyle değil mi? O kadar günahımın ıstırabı onun yoksunluğundan değil mi? Yürüyelim efendim, bugün Feriha’sız yürüyelim. Yalnız Feriha olmasaydı efendim, yani saçları ateş zerreciklerine benzeyen Feriha’ya dönüşmeseydi size bu kadar gelmezdim. Gecekondu mahallenizde sabahları sizi uyandıran güneş olurdu, ben değil. Beni affedin efendim, bilmezdim kalbime bir kor düşmeseydi evinizin yolunu. Seni Tanrı affetsin. Affedilemiyorum, tutsak kaldım buralarda, çıkamıyorum çemberin içinden. Efendim görüyorsunuz işte, koca bir dünya önümde. İnsanlar, kuşlar, ağaçlar… İstenmiyorum efendim, bir kez değil, iki kez değil bu başıma gelen. Defalarca istenmedim efendim. Ben de tamam o zaman, dedim kendi kendime. Gidiyorum ben ey insanlık dedim, gitme dediler. Yahu bırakayım işte bu yaşamak işini dedim, yine de bıraktırmadılar. Suratlarını astılar, kaşlarını çattılar efendim. Benim bu diyarlardan uzaklara gitmeme rıza göstermediler. Bir Prometheus’um, her seher vaktinde. Bir makberde, üzerime çekilmiş bir yorgan, başımda duruyor ince uzun çam ağaçları. Hah efendim, gidemiyorum da buradan. Tutsak kaldım işte var olamadığım kalplerde, tutsak kaldım yabancıların yaşamlarında. Ölüm var Feriha, yanı başımda sessizce oturuyor. Elimi bile kaldıramıyorum, yorgunluğum böylesine heyecansız. Daha kim olduğumu bile bilmiyordum Feriha, kendimi arıyordum bana kalırsa gece gündüz. Öyle yolun ortasından yürürken bilemedim yüreğimin bir dala çarpacağını, Feriha’ymış bu ağacın adı. Kurtulamadım Feriha bir yürek sancısından.

Neylesem boş, adıma hasret bu ayaklar. Zamanı bir meçhule sürmüşler, kalbimin kıpırtısızlığı bundan. Anlasana Feriha, susamışlığımı. Her gece gelip zihnimde kira vermeden konaklaman yok mu? En çok bu yaralıyor beni. Oysa yüzde otuz dokuz bile artırmadım kirayı, hâlâ aynı. Hatta yüzde otuz dokuz kanununa takılıp kirayı iki katına çıkarıp kiracı da hukuken olmaz dediğinde “Evi derhal boşaltın, satacağım, hukuki satma özgürlüğümü kullanacağım,” diyerek iki kat kiraya ikna etmek durumunda da kalmadım Feriha. Fakat cüzi de olsa öde artık şu kirayı. Hem nereden biliyorsun, bu evin kaç gecesi kaldı? Kaç gecesi kaldı küçücük ömründe? Borcun çok Feriha, söz, ilk ayın kirasını almayacağım. Yeter ki diğer ayları taksitle bile olsa öde. Birtakım beş taş sadece. Çocukluğunda o nazik ellerinde oradan oraya fırlatıp havada tuttuğun beş tane irili ufaklı taş. Bana çocukluğundaki beş taşı getir Feriha, bana çocukluğunu getir Feriha. Feriha’nın F’sini ilk nereden sevmeye başladım, onu göster bana. Bazen öylece duruyorum Feriha, bırakıyorum ne ile uğraşıyorsam. Yalnızca bir boşluğa takılı zihnim, sebepsiz dalıyorum. Seni özlüyorum Feriha, durup durup seni özlüyorum. Seninle yürüdüğümüz sokakları özlüyorum. Seninle bir kahveyi paylaşmayı özlüyorum. Şimdi o sokaklardan Feriha, nasıl geçeceğim ben yalnız başıma? Bir koca kahve bardağını nasıl içeceğim tek başıma? Ah ah! Sevgili seninle yürüdüğümüz yollar, içtiğimiz kahveler sıradan sanırdık, değil mi? Ne tuhaf, hayatın şakası! Hem seni zihnimde ve kalbimde saf bir renge dönüştürdüğüm için, tüm saf renklerden özür diliyorum. Koca bir yanlışı zihnimde taşıdığım ve senin adını verdiğim için çok üzgünüm. Üstelik gözlerime çekilen perdeler için de kendime kızıyorum, senin varlığını ak pak bulutlarla bir tutmuşum. Ne büyük bir akılsızlık ama!

 Bir yanlış vardı efendim, bir yanlış tüm doğruları rahatsız ediyordu. Rahatsız ediliyorduk, Feriha’yı sevdiğim için onu rahatsız ediyordum. Sizinle de konuştuğum için, yani kimseyle değil yalnızca sizinle konuştuğum ve konuşabildiğim için sizi de rahatsız ediyor muyum efendim? Hayır. Pekâlâ ben de konuşurum efendim, Feriha’nın yanında sustuğum kadar konuşurum. Hayır, olmaz. Pardon efendim, siz yaş almış bir bey olarak erken uyumalısınız. Yorgunluğunuz ayrılmadı bedeninizden, oysa benim bu yorgunluğum benden gitmiyor efendim. Uyuyorum, uyanıyorum ama yine de her sabah kalbimin ortasında bir boşluk. Yorgunluk efendim, yorgunluk… Bir tatile gitsem, Akdeniz sahilleri, belki İspanya… Geçmiyor efendim, bu boşluğun yarattığı yorgunluk geçmiyor. Tarihten güç almak istiyorum, içinde tarih bulunan ne kadar kitap varsa okuyorum hepsini. Bir silahşor olmaya çalışıyorum, bir silahşor olup savaşmayı diliyorum. Fakat orada da, orada da Feriha’yı buluyorum efendim.

 Şu yüksek yere çıkacağım, önümü ilikliyorum saygıdeğer efendim, ders anlatacağım, dinleyiniz beni. Sanırım Feriha’nın ismi yüzyıllar önce Pandora’ydı. Evet, bunu kabul etmemiz lazım öncelikle. Hedonist bir yaklaşımı vardı birlikteliklere. Bir kum saati kadardı varlığı ve yokluğu yeryüzünde. Bense saygıdeğer efendim, birliktelikleri bir yaşam gibi görüyordum. Gözlerim birlikteliklere bakarken iki kişinin var ettiği bir yaşamı görüyordum. Bu nedenle her birliktelik bitişi, benim için anma törenlerine layık bir ölüm gibiydi. Birliktelikler kaybolurken ölüyorlardı. Fakat Feriha ne böyle düşünür ne de böyle görürdü. O biten birlikteliklerin ardından bir küçük sevinç uğruna, başka bir birliktelik kurmaya çalışırdı, hedonistçe. Ellerimi kaldırıyorum efendim, teslim oluyorum. Yakalayın efendim beni, henüz çok uzaklara gitmemişken kelepçeleyin bileklerimi. Bir kaçıp gidersem efendim buralardan, siz beni unutunca yok olmuş olurum. Sınır dışında bile bulamazsınız beni. Kütüphanelere saklanır ruhum, bedenim ince uzun çam ağaçları altında… Hem efendim hem… Raflarda sosyoloji kitaplarının yanına tarih, siyasal bilimler, hukuk, sosyal politika, ekonomi kitapları koymuştu çok değerli kitapçılar. Neden aralarında bir tıp kitabı yoktu? Yaşamımızı sağlayan, birkaç organın işleyişi değil miydi aslında? Biliyor musunuz efendim, kader… Kaderimizde… Yani geldiğimiz ayrı yollar… Sonunda yollarımızı birleştiren adımlar… Bir kitap değildik belki seninle sevgili fakat ayrılamaz bir bütündük, en azından ben öyle sanıyordum. Ne aynı raflara ne de ayrı raflara koymuşlardı bizi fakat yan yanaydık işte. Yan yanaydık. Bu iki kelimenin arasındaki boşluk kadar uzaktık birbirimize. Kalbin kadar uzaktım sana, ellerimiz kavuşmazdı hiç ayrılmadan önce. Dinlesene beni Feriha, hesap versene bana Feriha!

  Bir gün, “Beni sevdiğini bana söylemeyeceksen uyandırma,” demiştim sana, beni uyandırdın son uykumdan, son gecemden. Şimdi yoksun ortalıkta, ne gündüzüm kaldı ne de gecem. Her an, güneş olsa da olmasa da gündüzdür bana. Gecelerim kayboldu, gözlerim hep açık, seni arıyor. Biliyor musun Feriha, doğduğumda doktorlar anneme söylememişler ama bence bu kalbin ortasında koca bir delik var. Bu deliğe sığabiliyorum Feriha, nasıl oluyor diye sorma işte. Sığabiliyorum. Birikmiş hüzünlerimle, sakladığım acılarımla beraber sığabiliyorum. Diyojen’in ağaç kavuğu kadar da büyük değil üstelik fakat dibi derin Feriha. Gidenler gelmiyor. Gitmeden Feriha, dursana! Zihnimi alaşağı eden, geceyi gündüzü birbirine karıştıran şu sorulara cevap ver artık. Bileklerimde kelepçeler yok Feriha ama mahkûmum işte birkaç soruya.

  Doğru düzgün, dürüst, sorumluluklarını bilen ve günde üç öğün seni kendinden bile koruyan bir adam olmayıp bir çapulcu olsaydım, beni sever miydin Feriha? Parmak izlerimin her biri başka bedenlerde kalsaydı, ıslak öpüşlere DNA’mı bıraksaydım, her birini yüzüstü bırakma yeteneğim de olsa beni sever miydin Feriha? Yaşamımın bir anlamı olmasaydı, her günün sonu bir beyhudeliğe ulaşsaydı ve seni sevmenin bir yaşam biçimi olmadığı bir evrende yaşasaydım beni ister miydin Feriha? Yaşamı hiç sorgulamayıp kafelerde aylak aylak şu kahve senin bu kahve benim içseydim günlerce Feriha, kabul eder miydin beni? Artık sana yeni bir isim vereceğim Feriha. Tüm Feriha’lardan ayrılmanı istiyorum çünkü. Sen Feriha’sın, en özel Feriha, sen özel bir varlıksın. Artık sana hayatım, Kötü Kadın Feriha diyeceğim. Tüm Feriha’lardan uzak, kalbime en yakın olacaksın.

Efendim düşünüyorum da bir gün çok uzaklara gitmiş olursam ve yola çıkayım diye yapılan tüm davranışlardan pişmanlık duyarlarsa çok kızarım. Onları hiç affetmem efendim. Onlara çok uzaklardan belalar okurum. Mesela Feriha’nın kalbindeysem eğer ve Feriha sorumlulukları çantasına almak istemediği için bunu benden saklamışsa çok kızarım efendim. Hem biliyor musunuz efendim, Aloe Vera apartmanı. Aloe Vera apartmanındaki kendinden saklanan o duyguların biçim olarak acemiliğinden dolayı O. isimli genç zehirlenerek ölmüş. Gitmiş yani efendim, bir dönüşü yok artık. Gitmiş efendim, gitmiş… Bir daha Aloe Vera apartmanından sabahın erken saatlerinde ekmek almak için çıkmayacakmış. Akşamları apartman kapısını kapatanlardan bir kişi azalacak, hatta sensörlü lambalar bile her gün iki kereliğine az yanacakmış. Bir gidişin bile ne kadar ekonomik olduğunu görüyorsunuz değil mi efendim? Bu memleket böyle ekonomik koşullara hasret kaldı efendim. Ben Ferihalaşmak isterken bu memleket ekonomikleşmeye çalışıyor. Gençler bile öyle efendim. Mesela Fransa’dan uçağa binip Atatürk havalimanına inen “flört, flörtöz”  kelimeleri sayesinde, gençlerimiz hiç sorumluluk almadan bazı sosyal anlamda ihtiyaç duyduğu duyguları daha ekonomik bir şekilde elde edebiliyor. Hiç sorumluluk almıyorlar mesela, hem her insan farklıdır öyle değil mi efendim? Mesela A. adında bir birey, beş bireyle aynı anlamda sevme ve sevilme ihtiyacını ekonomik bir şekilde karşılayabiliyor. Hissediyorlar efendim, hissediyorlar! Hem onlar benim gibi hissizleşmiyor. Hep diri ve dinç kalabiliyorlar. Baksana efendim, yıkıldık kaldık bir katilin ardında. Sessiz olalım efendim, etrafta bekçiler olabilir. Kimliğiniz yanınızda mı sevgili efendim? Hadi geç oldu, artık eve geçelim. Ya gerçekten gidersem Feriha, hani gitmiş olursam artık geldiğinde… Her neyse!

Feriha, Feriha. Feriha bir gün, ben seni hiç unutmam demiştin. Ya şimdi, unutur musun beni?

Visited 9 times, 1 visit(s) today
Close