Yazar: 13:01 Öykü

En Pişman Balıkkadın

Merhaba Yeliz!

Sevgili Yeliz. Yelizciğim… Nasıl başlasam bilemedim. İnsan kendine nasıl hitap eder ki? Kendi gençliğine? Zamana müdahale etmemem gerektiğini bildiğim hâlde bu satırları yazma riskini göze aldım. Başına geleni kabullenmekte zorlandığını, bir çıkış, daha doğrusu kaçış aradığını biliyorum. Yapma! İnanmadın bana doğal olarak, ama okumaya devam et. Lütfen! İkna olacaksın ki ben senim…

Yer çekimi ile kırk beş dakikalık ayrılığı sonlandırmak için son metreleri yüzerken kafanda onlarca Keşke var. Keşke plana sadık kalıp otuz üçten dönseydim, keşke inatlaşınca denge yeleğini şişirseydim, keşke yakaladığım ayağındaki paleti çıkartsaydım. Kırk beş dakika önce ikinizin de ağzı kulaklarındaydı hâlbuki. Şimdi tek başına yüzeye yaklaştıkça korkun artıyor. Normalde bir rahatlık sarar bedenini bu derinliklerde. Yüzden fazla dalışı olan tecrübeli bir balıkadam, daha doğrusu balıkkadınsın. “Yeliz Hoca,” der öğrencilerin. Gururlandırır seni bu şekilde çağrılmak. Bu çıkış sırasında ise kalbin kulaklarında atıyor. Dilinin ucunda bin bir küfür. Beynin karman çorman, kalbin paramparça. Hayatının en büyük kabusuyla yüzleşmek üzere olduğunun farkındasın. Aslında kırk metre aşağıda yüzleştin çoktan. Az sonra bu korkunç haberi başkaları da öğrenecek.

Mısır seyahatini planlarken piramitleri katmadınız listeye. Aileler kadar arkadaşlar da şaştı bu duruma. Halil ile amacınız, mümkün olduğunca sualtında vakit geçirmekti. İkinizin de ne arkeolojiye ne mitolojiye merakı vardı. Hobi tanımını çoktan aşmış dalış aşkını, nişanlına da bulaştırdın. Balayı için, Kızıldeniz’den başka alternatif yoktu size. Derinlik sarhoşluğu, romantik bir isim tamlaması değil, bilimsel bir gerçek. Daha teknik adı, Azot Narkozu’dur. Etkisini hesaplamak için bazıları her on metreyi bir bardak martiniyle kıyaslar. Düşündün: Belki 4 martini yüzünden kafayı buldum ve hayal gördüm. Halil ölmedi, ben uydurdum. Böyle bir felaket yaşanmadı. Yaşanmamalıydı da zaten. Sonra sorgulamaya başladın, Buraya mutluluğumuzu mühürlemek için gelmedik mi? Binlerce dolar verip, saatlerce uçmayı unutulmaz bir hafta geçirmek için göze almadık mı? Yargılama kısmına geçemedin. Henüz.

Ne güzel başlamıştı her şey oysa. On iki ay önce kuzeninin nikâhında martinileri deviriyordun. Hem kimseyle dans etmen gerekmiyordu hem de içki paran cebinde kalıyordu. Görünmez olma planın gayet iyi işliyordu. Ta ki, onu görene kadar. Kaya’nın arkadaşıydı Halil. Kaya, yani kuzeninin nişanlısı, daha doğrusu nikâh memuruna, “Evet,” dediği andan itibaren resmi nikâhlı kocası. Eski sevgilindi Kaya. Ama, kızgın ya da kırgın değildin. Kaya’nın kuzeninle ilişkisini davetiyeyi açana kadar da bilmiyordun zaten. İkisiyle de pek yakın değildin son yıllarda. Yine de geldin düğüne. Aile büyüklerinin, “Yeliz yine yok ortalarda,” diye fısıldaşmalarını istememiştin arkandan. Halil, seni açık büfenin başında buldu. Genç adamın, dans etmeyi sevmemesi kadar, içkiyi sevmesinin de rolü vardı salona girdiği andan itibaren gözünün barda olmasında. Görüş alanındaki varlığın ise pastanın üstündeki çilekti onun için.

“Arabayı ben kullanacağım, dolayısıyla bir taneden fazlası yasak bana. Oysa, senin buradan kaçmadan önce son bir tane içebilirsin.” Bu cesur açılış cümlesinin Halil’in başına iş açmamasının sebebi, o esnada, sosyal ilişkilerine çektiğin duvarda büyük ‘martini’ gedikleri olmasıydı. Zaten bahane arıyordun düğün salonundan erken ayrılmak için. Aradığın bahane bir seksene yakın, buğday tenli, kumral saçlı, kahverengi gözlüydü. Sıradan sayılacak fiziksel özelliklerini sıradışı kılan Halil’in zamanlamasındaki isabetti.

Kaçış o kaçış. İki gün kimse haber alamadı sizden. Cep telefonları kapalıydı. Lapseki’ydi saklanma yeriniz. İkinizin de iyi bildiği bir balıkçı kasabası. Çanakkale’nin içindendi Halil. İstisnasız her hafta sonu kraliçeliğini ilan ettiğin cennet mekândan yani. Senin dalış güzergâhın, onun doğum yeriydi. Suyun altı senin, üstü onundu. Çanakkale’nin vatandaşıydınız sonuçta, Halil doğuştan, sen gönülden. Mavinin tüm tonlarında hayaller kurdunuz iki gün boyunca. Yıllardır arzuladığın dalış okulu açma fikrin destek buldu Halil’den. İstanbul’dan istifa ettiniz arka arkaya. Derken yolunuza bir engel çıktı. “Hadi kariyerini çöpe atmana göz yumduk diyelim; evlenmeden aynı evde yaşamana razı gelmeyiz.” Senin ailen yetmezmiş gibi Halil’inkiler de mutaassıplar korosuna katılınca oyunu kuralına göre oynamaya karar verdiniz. Önce nikâh, sonra mutluluk. Aslında mutlu olmasına mutluydunuz, birbirinizi bulduğunuz için şanslı sayıyordunuz kendinizi. Yine de şu gölge edenler aradan çıksın istediniz. Oysa, hiçbir zaman her şey tam olamazdı. Bilmeniz gerekirdi.

Halil’in esrarengiz ölümü basında geniş yer buldu. Yerli ve yabancı gazeteciler mahkeme salonuna alınmak için kuyruk oldular. Seninkiler kaza olduğundan emindiler. Hatta senden bile daha emindi ailen. Ama, karşı tarafta cinayetten şüphelenenler vardı. Duygusal kayınvalide değil, soğukkanlı kayınpeder bu soru işaretlerinin sebebiydi. Emekli deniz subayı olduğu için, dalışın tehlikeli bir spor olduğunu gayet iyi bilmesine rağmen kazaya ihtimal veremedi bir türlü. Senin tecrübendi biraz da bu soru işaretlerinin sebebi. Oğlunun duygularının saflığını bilen anne ise sadece kederliydi. Oğlunun kalbine güvendiği için gelinine karşı kin gütmüyordu. Suçlamanın düşürülmesi için eşini ikna etmeye bile çalıştı. Eski subaysa sonuna kadar gitmeye kararlı. Dava sonuçlanacak ve hak yerini bulacak.

İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma batığa dalmak hep hayallerini süsledi. Böyle olacağını bilemezdin tabii. O sabah, o kadar heyecanlıydın ki, bir şeylerin ters gitmesi kaçınılmazdı. İçinde bulunduğunuz mevsimde görüş mesafesinin düştüğünü, akıntının hava tüketimini artıracağını, çıkışta vereceğiniz emniyet beklemelerini hesapladın. Ancak, dört bardak martiniye denk düşen derinliğin Halil’i o derece sarhoş edeceğini hesaba katmadın. Katamazdın da zaten, çünkü a-planında otuz üç metreden aşağı inmek yoktu. b-planın ise, güçlü kuvvetli adam, barlarda fazlasını içti de dağılmadı… gerekirse biraz yükseliriz ve kendisine gelir; zira, azot narkozu sığ sulara yükselince son bulur, şeklindeydi. Ahh Yeliz ah!

Olay Mısır’da gerçekleştiği için mahkeme de Mısır’da görüldü. Arapça bilmiyordun ve sana verilen avukatın İngilizcesi, anlattığın teknik detayları kavramaya yetmiyordu. Yine de hiç itiraz etmedin, başka avukat talep etmedin. İsyanını vicdanın bastırıyordu çünkü. Kendini suçluyordun Halil’in ölümünden. Eğitmenlik kariyerinde kimsenin burnu bile kanamamışken hayatını birleştirdiğin adamı kurban vermiştin sonsuz maviliklere. “Senin tek rakibin, senden önceki en büyük aşkım,” diye şakalaşıyordun daha o sabah bile. Vah Yeliz vah! Kendine işkence ediyorsun her aynaya baktığında. Her zamanki gibi otuz üç metre diye anlaşmıştınız teknede. On metreden sonra kırmızı, yirmiden sonra sarı renk seçilmez olur. Yirmi beşten sonra yeşil de kaybolmaya başlar. Otuz üç metrede doğal ışıkta görünen tek renk mavidir. Mavinin egemenliği aynı zamanda derinlik sarhoşluğunun da en eğlenceli dozuna denk gelir. Yeterli tecrübeye ve ehliyete sahipseniz, bu derinlikte on beş dakika boyunca güvenle kalınabilirdi. Bugüne dek siz de öyle yaptınız. Fakat o gün, derinlik saati, yan yana iki tane 3 gösterince şirinlik yapmaya başladı Halil. 4 ve 0’ı yan yana görüp, kendi rekorunu kırmaktı niyeti, kırk metre. Tüplerdeki havayı kontrol ettin, yeterliydi. Hızlıca inilip çıkılabilirdi. İkna oldun. Oysa, olmamalıydın. 40’a gelince eline vurup inmeye devam etti Halil. Elini kaçırınca bacağını tuttun, ama o palet vurmaya devam etti. Kaygan bir balık gibi sıyrılıp gitti parmaklarının arasından. Daha kaslı, daha güçlüydü senden. Böyle bir tepkiyi beklemiyordun, hazırlıksız yakalanmıştın. Takip edip yakalamaya çalıştın. O kararlıydı dalmaya. Gösterge, 50’ye dayandı, ışık zaten azdı, mesafe iyice açıldı ve gözden kayboldu. Panik içinde çıkmaya başladın. Yardım çağıracak, arattırıp bulduracaktın Halil’i… Çok geç olmadan. Yüzeye varmak beş dakikanı aldı. Vurgun yememek için yapılması zorunlu tüm beklemeleri atladın. Halil kayıptı ve her saniyenin önemi vardı.

Seni helikopterle en yakın basınç odasına yetiştirdiler. Atladığın emniyet beklemelerini o daracık çelik tankın içinde yaptırdılar. Neyse ki Mısır, birçok konuda geri kalmış olmasına rağmen dalış turizmi söz konusu olunca, gelişmiş ülkeler sınıfındaydı. Hayatın kurtuldu, ama Halil ortalarda yoktu. Taburcu olur olmaz polis eşliğinde mahkemeye çıktın. Tek celsede mahkûm olup cezaevini boyladın. Cezaya itiraz etmek istedi avukatın, sen kabul etmedin. Ne kadar uzun yatarsan o kadar çok arınacaktın günahlarından. Öyle sandın. Kendine bolca kızarak ve bazen de acıyarak geçen aylardan sonra aklın azıcık başına gelir gibi oldu. Gerçekleri daha net görmeye başlayınca suçluluk duygun biraz olsun hafifledi. “Ölüme sebebiyet veren ihmal!” cümlesi yeterli değildi yaşananları anlatmaya. Kimseye anlatmak da istemiyordun zaten. Bir şekilde kabuğundan çıkıp yeniden insanların arasına karışmak istedin. İlk kez. Önce kendinle barıştın, sonra Neptün’le.

Mahkumlara dalış öğretip rehabilite olmalarına yardım etme önerin müdüriyetten kabul gördü. Müdür de sertifikalı bir dalıcıydı ve dalışın pozitif etkilerine inanıyordu. Yine de bir engel vardı. Pratik yaptırabileceğin bir havuz yoktu cezaevinde. Bu eksiği, artıya çevirmeyi bildin. Müdür de ikna oldu, bu kısıtlamanın, özgürlüğe giden yolu aydınlatan bir fenere dönüşeceğine. Öğrendiklerini uygulamak isteyen hükümlüleri dışarı çıkmaya özendiren ışıktan bir yol oldu havuzun yokluğu. Uslu olun, umutlu olun ve çıkar çıkmaz öğrendiklerinizi denizde test edin, mesajını çabucak aldı öğrencilerin. Dalış programın o kadar başarılı oldu ki iyi hal gösterenlerin sayısı kısa zamanda dörde katlandı. Hapishane tüm ülkeye örnek gösterildi, müdür ödül bile aldı sayende. Pişmanlık yasası onaylanınca ceza indiriminden faydalanan yüzlerce mahkûmla birlikte salıverildin. Serbest kalanlar arasında dalmayı öğrettiğin onlarca kadın vardı. Senin balıkkadınların. Gurur duydun kendinle. Yaşamak her şeye rağmen güzeldi.

Ülkene dönmek yerine sürpriz bir şekilde Mısır’da kalmayı seçtin. Kararını telefonda açıklamak istemedin sevdiklerine. Duygusallaşmaktan, seni caydırmalarından çekindin. İçini döktüğün mektubu postaya verirken omuzlarından bir yük kalktı. Nihayet hafifledin. Yeni bir Yeliz doğdu, eskisinin küllerinden. Öğrencilerinden en iyilerini yanına alıp, dalış okulunu açtın. Tabelada “Pişman Balıkkadınlar” yazıyordu. Üstelik tam altı dilde. İlk iş gününde, üstelik öğlen bile olmadan telefonun çalmasına şaşırdın. Bolca broşür dağıtmış ve sosyal medyada da duyuru yapmışlardı kızlar, ama sezon tam olarak açılmış sayılmazdı. “Kuzeeen! Tatile Mısır’a geleceğiz Kaya ile. Bize dalmayı öğretirsin değil mi? İndirim isteriz ama.” Keşke yanlış numara olsaydı diye iç geçirdin. Hemen sonra, işe aldığın dört kıza eğitim verirken tekrarladığın cümleleri hatırlayıp kızdın kendine. Ticarette müşteri seçme lüksümüz yok kızlar. Herkese güler yüzlü hizmet verilecek.

Aylar süren mahkûmiyet sonrası okyanusla buluşmandan itibaren her akşam uykuya dalmadan aynı soruyu sordun kendine, “Yarın, o gün mu?” Halil’le buluştuğunu canlandırıyorsun her dalışta. Derinlerden gelecek yakışıklı Halil seni kollarına alacak. Aylarca suda kaldığı için saçları uzamış. Durmadan yüzdüğü için kas kütlesi belirgin derecede artmış. Hatları Neptün’e benzemiş adeta. Ona eşlik etmeni isteyecek ve sen de takip edeceksin sevgilini. Bu umutla devam ettin mesleğe, kavuşuncaya kadar.

Murad Ertaylan
Latest posts by Murad Ertaylan (see all)
Visited 2 times, 1 visit(s) today
Close