Bahar Hanım, yeni kitabınız Gündedün, Tara Kitap’tan yayınlandı. Tebrik ederiz. Yolu açık olsun…
Çok teşekkür ederim.
Kitabınızın ismi çok güzel, neden Gündedün?
“Gündedün” Türkçede fazla bilinmeyen bir sözcük. Nostalji anlamına geliyor. Gün ve dün sözcüğünün bir nefeste birbirinin içinden geçmesi bana çok sihirli geldi ve meselemi ifade ettiğini düşünüyorum. Hümanist bir izlekte yazdığım on iki öykü, hayatın anlamını kendi geçmiş izlerinden bulup çıkararak bugüne aşılayanları anlatıyor. Birbirinden farklı hayatları olan öykü kahramanlarım, geçmişe cesaretle bakarak kim olduklarını hatırlamaya açılan bir pencereden, bugünü kendilerinden umutla çoğaltıyor.
Gündedün’ü okurken kendimi bir zaman tünelinde ve birbirinden çok farklı hayatlar geçidinin içinde buldum. Bu süreç nasıl gelişti, Gündedün nasıl ortaya çıktı?
1920’lerde başlayıp 2000’lere günümüze uzanan yüzyıllık bir dönemde, farklı coğrafyalara, hayatlara ve dünyalara ışık tutmak istedim. Öykü kahramanlarımın koşulları, yaşları, açmazları ve arayışları birbirinden çok başkaydı ama “insan olmak” ortak paydası beni hep aynı noktaya taşıdı. Yazarken kimi zaman bana benzeyeni yazdım ama çoğu zaman benden farklı olanı yakından tanımak için yazdım. Öykü kahramanlarımla iki yıla yakın bir zaman geçirdim. Onların “unutmayı” seçtikleriyle “hatırlamaya” cesaret ettikleri arasındaki boşluğa hayatlarından sızanları koydum. Bir anlam arayışının, hayattaki yerini ve yolunu bulmanın derdine düştük. Öykülere konu olan kahramanların arasında hayattaki yerini bulmuş olanlar da vardı. Bazen birlikte sesli düşündük bazen onlar anlattı biz dinledik, bazen de mektuplar yoluyla “bir iç yazışma” gibi onlar durdukları yerden birbirlerine seslendi ve yazdı.
Kitabın kapağındaki mektup zarfı ve sakura çiçekleri dikkat çekici, kitabı okuduğumuzda görüyoruz ki özel bir anlamı da var, bu konuyu biraz açıklayabilir misiniz?
Evet, var. Teknolojiyle iç içe yaşamanın nimetlerinden faydalanıyoruz ama öte yandan bir yanıyla bizi ruhsuzlaştırdığını düşünüyorum. Bazı öykülerimde anlatımsal gücüne ve estetiğine inandığım mektup formuna başvurdum. Şimdilerde birbirimize pek mektup yazmıyoruz. Oysa samimi mektup satırlarını yazmaya kendimizden başlarız ve başkasına uzanan o yolda önce kendimizi ortaya koyarız sonra da karşımızdakini empati ve sabırla sararız. Kitapta, çocukluk arkadaşı olan ve sustuklarını ancak yazarak birbirlerine itiraf edebilen iki kadının mektuplaşmalarına sakura zamanı Japonya konu oluyor. Kiraz çiçeği olan sakuraların hayatın evrelerini, kırılganlığını ve umudu temsil etmesi hem “Beyza” ve “Leyla”nın hikâyesine hem de kitabın ruhuna yakıştı diye düşünüyorum.
Kitaptaki öykülerin ortak paydasından bahsedebilir misiniz? Okuyucuyu kitapta ne karşılayacak?
Bu; yaşamla ölüm, gitmekle kalmak, bitirmekle başlamak, unutmakla hatırlamak arasında kalanların hikâyesi. Umudu baş köşeye koyarak eksik olanı ve eksileni hatırlamak istedim. Yazarken bütün bu kavramların arasındaki boşluğa hayata dair olanı, insanı anlatanı yazdım. Kitap, on sekiz yaşlarında gecekonduda yaşayan bir kızın hayalleriyle başlıyor ve yetmişli yaşlarını sürmesine rağmen hayatın tüm kör noktalarını çiçeklendirebilen bir kadının mektubuyla son buluyor. Yazılan son mektup bir okurun ağzından yazılmasına rağmen aramızdan ayrılan büyük bir edebiyat ustasına, Hocam’a bir saygı duruşu da aynı zamanda. Bu samimi yolculukta okurun karşısına, bazen her gün rastladıkları bazen de bakıp da görmedikleri çıkıyor. Öyküler yer yer, satır aralarında hepimizin bildiği o eski şarkıları fısıldarken bizi uzaklara alıp götürüyor. Gündedün öyküler, gün’ü dün’den sorarken en çok bugünde varolma direncimizi umutla ve yaşama sevinciyle sınıyor.
Kitabı okurken bazı öykülerde, roman karakteri niteliğinde derin karakterlerle karşılaştım. Öykülerde “anne” karakteri de gerçeklikle ilişkide önemli bir yere sahip. Karakterlerinizin ortaya çıkış sürecini, sizin onlarla iletişiminizi yazma süreciniz içinde biz okuyuculara biraz anlatabilir misiniz?
Bence her öykü ve onun doğurduğu karakter ya da güçlü bir karakterin doğal bir şekilde yazdırdığı özgün hikâye, kendine has süreçler ve ruh halleriyle geliyor. Bazı öyküler etrafında döndüğü karakterle beliriverirken bir çırpıda yazılıyor. Başka bir deyişle sizde yeterince demlendiği için daha kolay dile geliyor. Öte yandan bazı karakterler ise daha girift olduğu için yüzeyini kazımayı üzerinde farklı açılardan daha çok düşünmeyi gerektiriyor. Şiir okumaları yapmak, müzik ve görsel sanatlar gibi farklı alanlardan beslenmek bu nöbetlerin en iyi yol arkadaşı oluyor bende. Defterlere küçük notlar almayı, bir öyküyü zihnimde âdeta bir film akışı seyrinde görebilmeyi seviyorum. Gündedün’ü yazarken bazı karakterler matruşka bebek gibi gözümün önünde açılıp çoğaldı ve kendilerine daha çok alan açtı. “Anne” karakteri de toplumumuzda insan olmak şemsiyesi altında çocukluktan kadınlığa varana kadar o kadar çok kimliğin ve kodun bileşeni ki öykülerde kendine rahatlıkla yer buldu.
İlk kitabınız Zamansız fantastik bir kurgu romandı. İkinci kitabınız olan Gündedün bir öykü kitabı. Size göre roman ve öykü yazmak arasındaki fark nedir?
Okurun elinden tuttunuz ve ona yeni evinizi gezdiriyorsunuz diye düşünün. O büyük eve açılan odalar ve rahat rahat gezme süresi romanın yazara açtığı alandır. Öykü ise o koskoca evin tek bir odasına sığan alanda ve zamanda meselenizi anlatmaktır. Roman uzun bir yürüyüş gibidir. Öykü nefes nefese yüksek bir tepeye tırmanıp bir solukta gördüğünüz manzarayı anlatmaktır. Gerçeklikleri ve anlatım dilleri de aynı değildir. Tomris Uyar der ki “Kısa öyküde “gibi” yi bulmak gerekir. Yaşamdaki gibi gibiyi. Kimi zaman aksak, kimi zaman yanlış, kimi zaman doğru ve yalın olanı.” Öykü metninde eksik kalanın, söylenmeyenin, çağrışımların sizde yarattıklarının peşinden gidersiniz. Öykünün matematiği şiire daha yakındır. Sonsuz bir zaman içinde şimdiyi anlatmak vardır. O şimdi de çoğu zaman geçmişe ve geleceğe doğru genişler. Genişleyen o zaman ve uzam hayatın izidir.
Öykülerde anlatım diliniz karakterin dünyasına çabucak dahil eden, sadelikle akıp giden bir özellikte ve size özgü. Üslup oluştururken yazım sürecinizde nasıl bir yol izliyorsunuz?
Sade bir dille yazmayı seviyorum. Kendimi dingin ve samimi bir anlatım dilinde rahat hissederken bunun yaratım sürecine katkı sağladığını düşünüyorum. Gereksiz olanı ayıklamak her alanda iyidir. Bence öyküde az sözcükle daha çok şey anlatabilmek çok çalışmayı ve resmin bütününü şiirsel bir tınıda görmeyi gerektiriyor. Üslup zaman içinde istikrarlı bir şekilde nelerden kaçındığınız, nelerden beslendiğiniz nelerden heyecan duyduğunuza bağlı olarak kendi kendine oluşuyor olabilir. Öykü anlatımına yakışan metafor zenginliğini, okura çağrışımlar ve imgeler üzerinden varma çabasını seviyorum. Yazmak kimi zaman çok eğlenceli bir kişisel oyun ve yaratım alanına benziyor. Kendine göre değişmez kuralları olduğu gibi zaman içinde yeniliklerle de zenginleşip değişebiliyor.
“Acı” tüm öykülerde ortak tema. Geçmişin acısı, dünyanın acısı… Bu acı karakterlerin varoluşunda da önemli bir yere sahip. Kimi zaman acıdan yaratıcılıkla üretmek kimi zaman acıyı güzelliğe çevirmek, acıdan kaçış ya da farklı biçimlerde imgelenmiş… Hayaller de ikinci önemli unsur diyebiliriz. Bu iki kavram üzerinden sizin için hayatın, varoluşun anlamı nedir?
İnsanın hayatla ve kendiyle kurduğu ya da kuramadığı ilişki bende her zaman yazma ve gözlemleme isteği uyandırıyor. Hayatın devamlılığı, varoluş mücadelesinin bin bir insan suretindeki farklı tezahürü ve insanın mutlak ölüm gerçeğiyle başa çıkabilme motivasyonu hep gözümün önünde bir yerde duruyor. Yazmak da benzer şekilde çelişkilerden beslenen bir eylem. Bir yanıyla insana içgüdüsel olarak hayatı hafife al derken aynı anda ona olabildiğince hak ettiği değeri ver ve kayda al gördüklerini diyor. Yazmak hayata öykünür, tüm aksaklık eksiklik ve güzellikleriyle onun kendisi gibidir. Acıyı, sevinci ve hayalleri görünür kılmak hayata ayna tutmakla eş değer benim için. Son zamanlarda içinden geçtiğimiz dönemi zorlayıcı buluyorum. Salgın hastalık, zorunlu mesafeler, bireysel kayıplar, ülke gündemi yazdıklarımı etkilemiştir elbette. Temelde hayal etmenin, umudu diri tutmanın ve üretmenin gücüne inanıyorum, öte yandan acıyla bir şekilde temas etmeyen hiçbir genel hissiyatın yeteri kadar samimi ve güçlü olmadığını düşünüyorum.
Son olarak Bahar Gerçek Doğru’nun Gündedün‘den sonra yazma yolculuğunda neler var, yeni çalışmalarınız ve projeleriniz hakkında bize neler söylemek istersiniz?
Yazmak bir yaşam biçimi, yazarken de aynı, sürekli gözlemleyerek, toplayarak, yaşayarak her şey bana bir şekilde yazmayı çağrıştırıyor. Öyküye kendimi daha yakın hissediyorum ve sürekli kafamda bir şeyler dönüyor. Bu olağan yaşam içinde yeni öyküler yazmaya devam etmek istiyorum. Zamanı geldiğinde mutlaka yeni öyküler ve projeler olacak.
Bu güzel röportaj için çok teşekkür ederiz.
Mahal Edebiyat ve Mahal Dergi olarak bana alan açıp kendimi ifade etme fırsatı yarattığınız için ben teşekkür ederim.
- “Zamansız Meraklar” Üzerine - 19 Temmuz 2024
- Bahar Gerçek Doğru Söyleşisi - 23 Haziran 2024
- Tutunamayanlar, Don Quijote ve Hamlet’te “Ben” İmgesi - 30 Mayıs 2023