Yazar: 12:34 İnceleme, Kitap İncelemesi, Öykü Kitabı

Ahmet Büke’nin “Alnı Mavide” Adlı Eserine Kavramsal Açıdan Tematik Bir Bakış

Mahal Edebiyat’ın haziran-temmuz sayısının başyazarı olarak belirlediğimiz yazarı sevgili Ahmet Büke’dir. Çok değil, geçen hafta yazarımız Ahmet Büke Atakum Belediyesi tarafından roman, öykü, şiir, ilk roman ve çeviri kurmaca eser olmak üzere beş kategoride düzenlenen Vedat Türkali Edebiyat Ödülleri’nde roman dalında ödül sahibi olmuştur. Ödül, Büke’nin yeni yayımlanmış eseri olan Deli İbram Divanı’na gitmiştir. Eserin niteliğine, kurgusuna, diline ve yazarın hakimiyetine bakıldığına şaşırılmayacak bir sonuç olmuştur. Bu kadar kısa süre içinde bu kadar iyi bir okur kitlesine sahip olan Büke’nin kitap incelemesine geçmeden önce yaşamına da değinmek istiyorum.

Hemşeri olmaktan büyük gurur duyduğum Ahmet Büke, 1970 yılında Manisa’nın Gördes ilçesinde doğmuştur. İlkokul ve ortaokulu Gördes’te, liseyi ise İzmir Atatürk Lisesinde bitirmiştir. Bir süre ODTÜ Jeoloji Mühendisliğinde okuyan Büke, yine 1997’de Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümünden mezun olmuştur. Öyküleri E, Adam Öykü, Ünlem, Patika, İmge Öyküler, Özgür Edebiyat, Eşik Cini, Notos Öykü, Yeniyazı, Sus, Har gibi edebiyat dergilerinde yayımlanmıştır. 2004’te İzmir Postası’nın Adamları’nı, 2006’da Çiğdem Külahı’nı, 2008’de Alnı Mavide’yi, 2010’da Kurunun Gördüğü’nü (2011 Sait Faik Hikâye Armağanı), 2011’de Ekmek ve Zeytin’i, 2012’de Cazibe İstasyonu’nu, 2014’te Yüklük’ü, 2019’da Varamayan’ı, 2021’de Deli İbram Divanı’nı yayımlamıştır.

Bu ayın yazarı olarak belirlediğimiz sevgili Ahmet Büke’nin inceleyeceğim kitabı ise yine 2008 Oğuz Atay Öykü Ödülü’nü almış olduğu Alnı Mavide adlı öykü kitabıdır. Alnı Mavide’nin içerisinde 24 öykü mevcuttur. Can Yayınları tarafından basılmış olan öykü kitabını yayına hazırlayan Faruk Duman’dır. 157 sayfadan oluşan Alnı Mavide’ye Ahmet Büke “Babam İçin”başlığıyla başlamıştır.

Baba, bir birey için varoluşun ana tohumu olarak görülebilir. Tohumdan çıkan fideler daha sonra yeşererek dünyaya kök salar. Bizlerse bu köklere sıkı sıkı tutunmayı amaç bilen yeni ağaçlarızdır. Baba kültürdür, gelenektir, yerel olandır ve topraktır. Bizler de bu toprağa tutunmayı hedef bellemiş ve oradan sürüm kazanacak olan körpe filizleriz. Filiz büyüdükçe gövdeler, dallar uzadıkça ve tüm bunlar topraktan uzaklaştıkça toprakla arasına mesafe koyar. Bununla birlikte yaşamını oluşturan ve onu besleyenin toprak olduğunu da gözden kaçırır, unutur. Toprak ne zaman susuz kalır ne zaman kurur, o zaman ağaç da kurumaya başlar ve toprağın varlığını anlar. Ağaç yaşlanır, dallar kırılır. Eğer ağaç sulanırsa, toprak suya doyarsa, ağaç o vakit kurumaz ve daima yeşil kalır. Bu olay bir babanın yaşlanma serüvenine benzer. Yaşlandıkça babadan uzaklaşan evladın, babası üzerindeki sevgisinin azalmasına benzer.

Ahmet Büke bir olayı anlatırken, benzetmeler üzerinden vermeye çalışmaktadır. Tüm bunları yaparken metafor kullanarak yapmayı tercih etmektedir. Alnı Mavide’de yer alan öykülerde bu durum sıkça karşımıza çıkmakta ve bu benzetimleri sıkça tekrarlamaktadır. Ana-baba toprağı vardır onun öykülerinde. Kendi yaşamına da hâkim olduğumuzda Büke’nin, bu bağın nasıl bir bağ olduğunu çok rahat bir şekilde gözlemlemekte ve eserlerindeki etkisine şahit olmaktayız.  Memleketi Gördes’e sık sık giden ve geleneğin etki altında bırakıldığı sinilerle yemek yiyen bir Ahmet Büke… Bağlarını ana ocağından koparmayan ve bunu sıkı tutmaya çalışan bir yazar. Öykülerinde, romanlarında bu denli iyi olabilmesini buralara bağlamak yanlış olmayacaktır. Büke, ebedileşmek için ezeli olana tutunmaktadır ve tutunma da Ahmet Büke’yi ileriki yıllarda klasikler arasına koyacaktır.

Alnı Mavide aşılamaz acı yoktur diye başlıyor. Geleneğe bağlı olan Büke’de geleceğin ışığını, umudunu, yeniliğini, burada görüyoruz. Umut vadeden Cioran’a ait bu sözde bir harmanlanış, bir beklenti ve çaba gözler önüne serilmiştir.

“Biz” adlı öyküsü biz eskiden çok zenginmişiz diye başlamaktadır. İşte şu anki zenginliği bu maneviyat duygusunda arayan Büke’nin neredeyse tüm öykülerinde bu ve buna benzer bir özlem duygusunu, arayışı hissetmek mümkündür. Öykü içinde öykü işlemek Büke’nin girift bir yaklaşım içinde olduğunu hatta bilinç akışı içinde öykülerini vermeye çalıştığını gösterir. Verilen bu zihinsel karmaşıklık kimi zaman öykünün kronolojisini etkileyip okumayı güçleştirirken aynı zamanda Büke’yi postmodern bir tarza da yaklaştırmaktadır. Öykülerinde kendi kendine konuşan insan tiplemelerinin varlığı ve iç dünyasında var olan düşünceler bunu göstermektedir.

Ahmet Büke’nin öykülerinde birden fazla takma ada denk gelmekteyiz: Terzi Selami, Doktor Rahmi, Deli Fadime, Kör İbram, Bakkal İbram… Bu İbramlar sanki Deli İbram Divanı’nın habercisi gibi. Deli İbram Divanı’nda da durum böyledir. Yöresel ağzın etkisini kitaplara taşır Büke. Kullanılan bu takma adlar köylerde, kırsal kesimlerde çok fazla kullanılır. Ancak bu adların kötü bir özelliği vardır: Topal Osman, Kör Hayri, Sıska Ayşe gibi… İnsanların tabiatı gereği ya da sonradan oluşan bir kusurundan dolayı verilen bu adlar aslında çok can acıtıcı ve çirkin bir yakıştırmacadan başka bir şey değildir. Ahmet Büke de bilir bunları, çünkü o da bu yörelerin bağrından kopmuş bir yazardır. Aynı zamanda bu öykülerle sıradan insanların yaşamlarını vermeye çalışır. Sıradan insanlara yüklenen suçlamalara değinir, köşeye atılmış insanlar onun karakterlerindendir.

Neymiş suçu? Şimdi suçlu, suçsuz arayan mı var? Kaptıklarını götürüyorlar. Dile getirilen bu düşünceler tam bir manifesto niteliğindedir. Buna benzer öğütçe yaklaşımlar Büke’nin öykülerinde sıkça karşımıza çıkmakta ve öykülerin en can alıcı noktasını yaratmaktadır. Yaratılan tüm bu düşünceler aslında yaşamda var olan kimi sıkıcı olaylara değinmecedir. Yine buna benzer bir yaklaşım “Zaman Çürüğü”adlı öyküde, karşımıza çıkmaktadır: Beni nereye götürüyorsunuz? Yanımdaki omzuma dokundu. Merak eme. Yabancı bir yer değil. Çocukluğuna gidiyoruz. Yine geçmişin izlerine ve özlemine rastladığımız bu cümleler, Büke’nin ana-baba ocağındaki yansıtmalarına şahit olduğumuz ifadelerdendir. Ege’nin tütüncülüğüne, kabak kavurması ve bamya yemeğine, zeytinine hatta belki Kırkağaç’ın kavununa, Kız Gördes Halısına bazı öykülerde sıkça denk gelmekteyiz. Evvelin sinikliğine bir iki kavram da olsa her öyküde şahit olmaktayız. Hemen her olayın İzmir’de veya İzmir’in çevre ilçelerinde geçtiğini görüyoruz. Ege’nin varlığıyla her daim bu öykülerde karşılaşıyoruz.

Büke, öykülerinde sıkıntı ve acı veren olayları anlatırken tüm bunları betimleyerek yapmaya çalışır. Mümkün olduğunca da bunları, başka bir unsura benzeterek yapar, cansız bir varlıksa da onu kişileştirir ve bu şekilde betimler. Elektrik direğinde geçen bahardan kalma bir uçurtma ölüsü çırpınıyordu.Dönüş” adlı öyküdeki bu anlatım öykünün birden fazla yerinde karşımıza çıkmaktadır. Yine aynı öyküde yer alan Muzaffer Ağabey ve Sevim Yenge üzerinden anlatılan yaşam tahayyülle süslenmiş bir yaşamdır, bir kaybedilişin öyküsüdür. Israrla Muzaffer Ağabey’in ölmüş olan eşi Sevim Yenge’yi ve mahpusta olan oğlu Hıdır’ı bekleyişidir.

Olabildiğince kısa cümleler ve daha çok eylemlerle anlatılan öykülerdeki hız, konu geçişiyle desteklenmiş halde karşımıza çıkar. Yazarımız hayallerle süslenmiş öyküleri, metaforlarla güçlendirir. Aradıkları ya da vermek istediği mesajlar bu metaforlara sığar. Beklenmedik şekilde biten hatta bazen bitmeyen öyküleri, durum hikâyeciliğini yansıtır. Belli bir sona veya çağrışıma bağladığı zamanda da öykülerini, benzetmelerle mutlaka bir nedenselliğe bağladığı görülmektedir.

 Alnı Mavide’de dikkat çeken en önemli metaforlardan biri “göğüs” metaforudur. Öykülerde kadınlar üzerinden anlatılan terli göğüs, iki göğüs arası, taşkın göğüs gibi kavramlara sıkça yer vermesi çağrışım açısından analıktaki kutsiyeti hatırlatmaktadır. “Ay Bitiyordu” da yoksa dünyanın bütün kolları ve göğüslerinin arasından boşalan koku içindeki dipsiz kuyuyu dolduracak ya da yine aynı sayfalarda yer alan göğüsleri taşkın su gibi çalkalanıyordu ifadeleri bayağılığın ardındaki kutsiyeti vermekte olduğu kanısını doğurmaktadır. Bu kutsiyete sığdırdığı bir unsur daha vardır Büke’nin: Ev. Yine aynı öyküde yer alan evimiz sır küpümüz değil midir? Açlığımızı ve suçlarımızı oraya gömeriz. Kabarıp taşana kadar mayalanırlar orada gibiifadeler evin mahremiyetini, kutsiyetini; bilinçaltına atılmış, bastırılmış kötü tesirlerin sığınağı olduğunu verir bizlere. “Akşam”adlı öyküsünde de evler insanların kalesidir. Sanılanın aksine demir ve çimentodan yapılmazlar. Her evin kendine özgü kokusundan dokunmuş zırhı vardır. İç içe geçmiş dikenli pullardan oluşan bu engelin ardında yumuşak doku başlar sözleri belki de kitabın içerisinde yer alan en anlamlı ve çağrışıma dayalı anlatıdır. Hatta küçürek öyküyü ortaya koyan tek başına apayrı bir öykü olarak da düşünülebilir.

Hemşerim olarak gurur duyduğum ve eserlerini okurken ayrı bir keyif aldığım sevgili Ahmet Büke’nin Alnı Mavide adlı eserini üç unsurla özetlersem şöyle diyebilirim: Mavi, ev, köşeye atılmış insanlar. Mavi, günlük hayatın sıradan yaşamına karşı kurgulanmış hayali olaylar; ev, sığınağımız hatta özgürlüğümüz; köşeye atılmış insanlarsa, sıradan hayattan atmak istemeyip de atamadığımız problemler ve kaçamadıklarımızdır. Sıradan olayların hiç göremediğimiz bazı noktalarını daha iyi anlamak ve giz içinde kalan yönlerini anlamlandırmak adına Alnı Mavide’yi tüm okuyuculara önerir ve Büke’nin dünyasını tanımaya davet ederim.

Editör: Enes Yılmaz

Visited 35 times, 1 visit(s) today
Close