Yazar: 10:52 Öykü

Adam ve Gölgesi

Küçük mutfağın, toza bulanmış yırtık perdeli camından içeri giren sızıntıyla gözlerini araladı. Gün ışığına direnen göz kapaklarıyla adamı görmeye çalışıyordu. Adam, daha gücü yerine gelmemiş parmaklarıyla düğmeyi sağa doğru bastırarak çevirdi. İlk denemede alev almayan ocağın yanmadığı zaman çıkardığı ses, onu her sabah öfkelendirirdi. Öfkelenmeye alışıktı. Alışılmışlığın getirdiği gülümsemeyle izledi adamın öfkesini. Düğme üçüncü kez döndüğü sırada, pencerenin poşetle sarılmış havalandırma kapağından sızan rüzgarla gözlerini kapadı bu sefer de Gölge. Usul usul salınan perde varlığını sildi, aniden yok oldu adamın gölgesi. 

Yavaşça durulan perdenin arasından süzülen ışıkla tekrar mutfakta açtı gözlerini. Ne kadar zamandır orada yoktu Gölge, emin olamadı başta. Ocağın bir bölümü mavilikle sarılmıştı. Pes etmemişti demek adam, yakmıştı ocağı her sabah olan gayretiyle. Dirseğini soğuk mermere dayamış, avucuyla ağır başını kucaklayarak alevleri izliyordu şimdi. Uyur gözlerle hareket bekliyordu. Bir ses, bir soluk, bir fokurdayış. Halbuki bu boşluk anında yastık sıcaklığındaki yüzünü suyla bir araya getirebilirdi. Ama o, yatakta geçiremediği dakikaları çaydanlıktaki hiçbir şeye benzemeyen şekline bakarak geçiriyordu. Benzersizliğinin aklına gelmesine izin vermeden. Onun için çaydanlık çaydanlıktı sadece, kendisi de çaydanlıkta uyuklayan adam.

Gölgenin düşünceleri, keskin acı kahve kokusunun buharıyla dağıldı. Kahveyi acı severdi adam. Bazı sabahlar kaşıkla karıştırırken zift renkli suyu, siyahlığına dalıp da geri çıkamayacak diye korkuya kapılır ama bu korkuyu da severdi. Şimdi de adamın ilk yudumlayışına, karanlığın yavaşça mideye doğru izlediği yola baktı Gölge. Bir yudum daha aldığı bardağı koydu adam donuk mermere, daha sonra gelip bulmak istemeyeceğini belli eden öylesine bir yere. Uykusuna karşı gelerek kahvenin meydana gelişini sabırla izleyen o değildi sanki. Herhangi birinin herhangi bir bardağıymış gibi içindeki sıcaklığı soğumaya terk edip hazırlanmak için arka odaya doğru yürümeye başladı. Arkasından sürüklenen Gölge, gözlerini bir an olsun ayıramadı bardaktan. Görüşünü yitirmeye başladıkça içi buz gibi oldu.

Bir yatmak bir de oturmak için odası olan evin, sabah saatlerinde mutfak dışında tüm perdeleri kapalıydı. Evin tek aydınlığından, ne diye uyandığını sorgulayan bezginliğiyle, üstünü değiştirmek için içeriye doğru yürümeye başladı adam. Her gün aynı bardakla aynı yudumu alıp aynı adımları atarak benzer giysilere bürünmek yerine, uyumak istiyordu. Daha çok uyumak, uyanmamak belki. Uyanmasa bunu fark eder miydi? Gözüne ilişen iki kere giyip kenara koyduğu buruşmuş kazağa doğru uzandı. Kirli olup olmadığını kontrol etmek istedi ama karanlık buna izin vermiyordu. Tek kanadı olan pencereye doğru adım attı. Sol ayağı sağ ayağını takip ederken tekliği düşündü. Kazağı tutmadığı eliyle tülü iterek güneşliği yakaladı ve sabahın verdiği güçsüzlükle sola doğru sürükledi. Tekliğine meydan okurcasına geri geldi adamın gölgesi, odaya hücum eden gün ışığıyla beraber. Pencereyi arkasına alıp kazağı tavana doğru kaldırmasını izledi. Adam, kazağı süzdükten sonra zaman kazanmak ister gibi bir hızla bedenine geçirdi. Şimdi kendine bakıyordu, tek kulpu kırık dolabın kapağındaki aynadan. Bakışındaki boşluk dikkatini çekti Gölgenin. Sanki karşısındakine, bir daha görmek istemeyeceği ya da tahammül edebilmek için bir neden bulmaya çalıştığı biriymiş gibi bakıyordu adam. Görmek istemese bile bu başkalık onu daha çok merak ettiriyor, baktıkça yabancılaşıyordu aynaya. Üç kişi olmuşlardı şimdi. Ayna, adam ve gölgesi. 

İrkilerek bakışlarını aynadan uzaklaştırdı. Yıkanana kadar takılı kalan kemerin sesi eşliğinde, pantolonunu bacaklarından geçirip son bir kez daha baktı bedenine. Havada toz tanecikleri gibi dolaşan kaygıyı izliyordu adamın gölgesi de, işe geç kalacak olmanın verdiği o kaygı taneciklerinden sadece birini. Adam büyük adımlarıyla çıktı odadan. Bir umut adamın kahvesini içeceğini düşünür oldu Gölge. Ama o, mutfakta unuttuğu paltosunu alıp aynı büyük adımlarla ardında sadece çarpılan bir kapı sesi bırakarak dışarı çıktı.

Gölge, şimdi de koşar adım indiği apartman merdivenlerinde aynı anda paltosunu giymeye çalışan adamın peşinden sürükleniyordu. Yine her sabahki gibi adam geç kalmadığı işine gitmek için geç kalmadığı otobüsün durağına koşuyordu. Adamın bu telaşını düşündü gölgesi, kendinden daha çok var olan telaşını ve hep geciktiği kendini.

Tam vaktinde geldiği ofisin kapısından içeri girdi Adam. Neredeyse 20 yıldır ofisin kapısından girer girmez herkesi görecek şekilde kafasını çevirir ve en neşeli sesiyle günaydın diyerek geçerdi iş arkadaşlarının yanından. Aniden bıraktı tekerlekli döner sandalyesine kendini, sarsılan gölgesiyle beraber. Gölge dinlenirken bir yandan adamın bu kendini neşeli gösterme gayretini düşündü. Kendine bakmaya bile tahammülü olmayan adamın nasıl da başkalarına mutlu gözükmeye tahammülü vardı. Derin bir iç çekerek geçmiş olan yıllara hayıflandı adamın gölgesi yine, adamın yerine.

Kasvetli hava ofisin camından  kendini gösteriyordu. Su gibi akıp gelmişti öğle paydosu yine. Gölge bu sefer de arkadaşlarıyla dışarıda yemek yiyen adamı izlemeye başladı. Yemeği bitiyordu adamın ama neşesi bitmiyordu. Kendi kendinden uzaklaşıyor ama yaklaşmayı aklının ucuna dahi getiremiyordu. Sesini duyurmak istedi Gölge, yanında acıyla debelenen birine yapacak hiçbir şeyinin olmadığı duygusuyla bağırmak istedi. Ara sıra gölgesini görmüştü halbuki Adam ama görür görmez bakışları donuklaşmış ve görmemişçesine devam etmişti. Her defasında tam olanca heyecanıyla sevinecekken adamın gölgesi, görünmediğini fark edip hüzünlenirdi. Yine de beklerdi Gölge. Çünkü bunu da görmek zorundaydı, her şeyi görmek ama görünmek istemeyen adam.

Hafifçe dokunan rüzgar eşliğinde döndü ofise çalışanlar. Her öğleden sonra yaptıkları gibi çalışmaya çalışarak iş bitimini beklediler. Çalışırkenki yılgınlığı üstünden atamayan her biri işten çıktığı an yeniden doğmuşa dönerdi, adam hariç. Enerjik görünerek yanlarından ayrılışını izledi Gölge. Ne yapacağı hakkında fikri yoktu. Aslında ne istediği hakkında da fikri olmadığını düşündü adamın gölgesi. Adam her defasında bütün isteğiyle bir işe başlar ama istediğinin o olmadığını fark edercesine bir sıkılganlıkla zoraki bitirirdi işlerini. Otobüs durağının yanından geçip gitti adam. Şaşırdı gölgesi. Sanki başkası yürütüyor, itiveriyordu bacaklarından adamı. Neresi olduğunu bilmediği bir yere gitmek ister gibi yürümeye devam etti. Yine üç kişilerdi. Adam, ayakları ve gölgesi.

Usulca çekilmeye başlayan güneş eşliğinde ilerliyordu adam ve telaşa kapılan gölgesi. Güneş bir miktar daha çekti adamın üzerinden ellerini. Gölge kaybolmaya başlamıştı. Adamın gözü, yerde hareket eden kendine takıldı bir an. Tam o sırada terk etti güneş kaldırımları.

Adam etrafına sadece bakan gözlerle bakarak ilerliyordu. Kararmaya yüz tutan hava ve yanmaya başlayan sokak lambaları, ara sıra adamın peşinden sürüklüyordu gölgesini. Adam sanki düşünmemek için yürüyordu. Durduğu an tek tek karşılaşacaktı sanki düşündükleriyle. Düşünüyor muydu merak etti gölgesi, sadece adama eşlik eden bir karaltı olmadığını tam da adamın kendisi olduğunu düşünürken. 

Adam apartmanın ağır kapısını iterken kapının yıllanmışlığında kendini gördü Gölge. Kapının rahatsız eden sesinin yankısı eşliğinde yavaş adımlarla tırmandılar dar ve uzun merdivenleri. Yanıp sönen cılız ışık, binanın eskiliğine derin bir kasvet katıyordu. Dairesinin önüne geldiğinde evin kapısına bir süre bakakaldı adam. Rengini, dokusunu, her şeyini inceledi ama çıkartmadı anahtarını cebinden. Kendisine mi bakıyor diye bakındı bir an Gölge ama kapıda değil duvardaydı adamın gölgesi. Bir vakit sonra sanki hiç beklememiş gibi bir hareketle açtı adam kapıyı. Evin kokusunu dağıtmak için kapıyı kapar kapamaz cama yöneldi ve açtığı pencere kanadından geceyi izledi. Konuşmayı unutmaz mı insan konuşmaya konuşmaya diye düşündü Gölge. Tek kelime etmemişti işten sonra adam ne kendiyle ne de ötekiyle. Camdan içeri bakan ay ışığı uzaklaştırıyordu adamdan gölgesini. Kapıdan adama bakıyordu Gölge. Ötekiliğini düşündü. Adamın hep kapı ardında bırakacağını düşündü kendisini. 

Camı kapattı ve yanındaki sandalyeye bıraktı paltosunu adam. Odasına yönelerek yatmak için olan giysilerini geçirdi üstüne. Kalktığı zamanki gibi duran battaniyesini iteleyerek uzandı yatağına ve döndü yüzünü duvar tarafına. Ay ışığı, sevindirmişti bu sefer duvardan adama bakan gölgesini. İkisi de bacaklarını karnına çekmiş vaziyette birbirini izliyordu. Görmemeye çalışan adam ve görünmeye çalışan gölgesi uyuyakaldı gecenin sessizliğinde. İşte şimdi gelmişlerdi bir araya.

Tek varlığı gölgesiydi adamın, bilmiyordu.

Buse Karabulut
Visited 7 times, 1 visit(s) today
Close