Yazar: 11:00 Röportaj

Meral Saklıyan Söyleşisi

Bana Yaklaşma Meral Saklıyan’ın üçüncü kitabı. Saklıyan’ın tüm çalışmaları birbirinden farklı türlerden oluşuyor. İlk kitabı biyografi türünde:

Yaşar Kemal: Çukurova’dan Dünyaya. Bu kitabında edebiyatımızın en önemli yazarlarından Yaşar Kemal’in yaşamını inceleyen Saklıyan, ikinci kitabı Uzağa Gidemem’de öykü türüne geçmiş. Kitap yayınlandığı yıl, Kayıp Rıhtım Edebiyat Dergisi tarafından “yılın öykü kitabı” ödülünü alıyor. Son kitabı Bana Yaklaşma ise bir döneme olayları yaşayarak tanıklık etmiş bir doktorun, yazar sorumluluğuyla kaleme aldığı eser. Kitap tüm dünyayı saran bir virüsle mücadelenin güncesi olmakla beraber profesyonel bir anlatımla hafızamızda görselleşiyor olması açısından da taktiri hak ediyor.

Kitap elime geçeli bir hayli oldu. Ancak araya Türkiye’mizin büyük felaketi 6 Şubat depremi girince okumak hayli zor oldu. Meral Saklıyan’la hem o günden bugüne 2. Baskı yapmış kitabını hem de mesleğini -doktorluğu- konuşmak istiyorum.

Buyurun sohbetimize.

Meral Saklıyan, edebiyatımıza üç eserle katkı sunmuş bir yazarken aynı zamanda da doktorsunuz. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Doktorlukla yazarlığı nasıl dengeliyorsunuz?

Merhabalar. Bir yoğunbakım uzmanıyım. Hayatımın hiçbir döneminde salt hekimlik yaparak yaşamadım. Merkezi bir daire olan yaşamımda hekimlik bu dairenin içini dolduran ana madde olsa da, çoğu zaman bu dairenin etrafını hep okuyarak, yazarak, yardım ederek, bana ihtiyaç duyulan yerlerde bulunarak besledim ve beslemeye devam ediyorum. Şu sıralar Hatay-Samandağ-Tomruksuyu deprem bölgesinde gönüllü hekim olarak çalışıyorum. Depremzede çocuklara katkı sunmak, yanlarında olmak için buradayım. Bir süre daha buralarda olacağım. İşte bu ve buna benzer nedenler yüzünden, son zamanlarda kimin kimi beslediği biraz karıştı ve yeni bir yaşam tarzı oluştu. Her şey olması gerektiği gibi yani. Yerli yerinde. Kaos gibi görünen her şeyin içindeki sonsuz düzen gibi.

Siz yoğun bakımda görev yapıyorsunuz. Benim için yoğun bakım, ümidin ve ümitsizliğin yarı yarıya olduğu bir yer. Aynı şekilde oradaki süreç de öyle, tedaviye cevap vermek istemeyen hasta ile tedaviyi sizinle sırtlanan hastalar olmalı. Kovit bu anlamda yoğun bakımda nasıl bir süreçti?

Bu soru için özellikle teşekkür etmek isterim. En çok zorlandığım konulardan biriydi çünkü. Tabii bu soruyu cevaplarken kişisel özellikler, yaş, cinsiyet, inanç, psikososyal durum… gibi kavramları da göz önünde bulundurmak gerektiğini düşünüyorum. İlk günlerde korku ve belirsizlik ön plandaydı. Daha sonraki günlerde buna ümitsizlik eklendi. Korku duygusunun bütün insanlığı ele geçirdiği dönemlerde bilinci açık gelen hastaların çoğu ölmek için geliyorlardı sanki ve baştan ipin ucunu bırakmak istiyorlardı. Gelenlerin çoğu yaşlı hastalardı ve kaybımız çoktu. O durumlarda çok zorlanıyor, ara ara çaresizlik hissediyordum. Zaman içinde kendimce birtakım yöntemler uygulamaya, bazı kişilerden, olaylardan medet ummaya başladım. O sırada beni yanıltan ve ileri yaşına rağmen çok direnen, hastalığı çok iyi yöneten hastalarım da oldu. Bunlardan biri seksen yaşlarında bir kadın hastaydı. Yattığı yerde yoga, meditasyon, el kol hareketi yaparak, sürekli tebessüm ederek hastalığa meydan okuyordu. Ve evine sağlıkla taburcu edildi. Örneklerimizin ardında hep bir yaşam tecrübesi ve hayata bakış açısı gibi önemli kriterleri de eklemek gerekir.

Kitabınızın önsözünde naif bir dille anlatmış olsanız da yine de Mahal Edebiyat okurları için sormak isterim; bu kitabı neden yazma gereği duydunuz?

Ben bir yazarım ve hayatımı etrafımda gelişen, görünen, oluşan, konuşulan, yapılan, irdelenen… her şeyi gözlemleyerek yaşıyorum. Bugünlerde olduğu gibi. Şu anda bulunduğum deprem bölgesini de bir mikroskop altında gözlemlemeye çalışıyorum. İnce ince ayrıntılar, acıların doğurduğu rekabet ortamı, kederin içindeki umut ya da umutsuzluk ve elbette insan olan her yerde su yüzüne çıkan kişisel hırslar. Devamlı bir şekilde günübirlik gözlemlerimi not ediyorum. Bu günleri yazar mıyım, bilmiyorum. Yakın zamanda böyle bir şey yapacağımı sanmıyorum ama ileriki günlerde, yıllarda ne olur, ne yaparım, zaman gösterir.

Kitabınız 2. Baskısını yaptı. Bu bir yazar için gurur verici, motive edici olmalı. Yazarken bu ilgiyi tahmin ediyor muydunuz? Ya da kovitten bıkmış bir halka yakın tarihi yeniden hatırlatmak, okutmak zor olur diye bir düşünce geçti mi?  Etik bir kaygı yaşadınız mı?

Fazlasıyla yaşadım hem de. Yaşar Kemal ile ilgili kitap yazarken de çok zorlanmıştım. Dünyanın tanıdığı bu dev yazar hakkında yazılmadık cümle yoktu. Kalbim sıkışıyordu. Onunla ilgili her şey anlatılmış, ben ne anlatabilirim ki, diye düşünüyordum. Bir yıl süresince okuma yaptım, lakin hâlâ nereden başlayacağımı bilemiyordum. Bir gün yazar bir arkadaşımla fikir teatisinde bulunduk ve nihayet bir yerden başlamaya karar verdim.

Bana Yaklaşma kitabının yazım süreci daha da sancılıydı. Covid19 virüsü bir halkı değil dünyanın tümünü canından bezdirmişti. 2019 yılında virüsle ilgili ilk alarm verildiğinde, hiçbirimiz ileride yaşanacak günleri hayal bile edemiyorduk. 2020 yılının ilk aylarında bu gerçeğin ağırlığı hepimizi ezmeye başladı. Global bir hastalık sürecine girdiğimizi algılar algılamaz bilgisayarın başına geçmek için kendimi zorlamaya başladım. Her gün bir satır, bir sayfa, hiç satır… Yine ve yeniden o meşum kalp sıkışıklığı baş gösterdi, kendini hissettirmek için eşikte bekliyordu çünkü. İlkine göre daha bile şiddetliydi diyebilirim. Bu kadar sıkıcı ve bu kadar kötücül bir hastalığı kime, nasıl okutabilirim, diye düşünüyordum yazarken. Her işte olduğu gibi yazarlıkta da durum aynıydı. Önce inanç gerekiyordu. Sonra da kendinize güven. Aklıma 1919 İspanyol gribi geldi. O günlere ait roman, yazı, makale…elime ne geçtiyse okumaya başladım. Yazılanlara bakınca yaşadığımız günler daha çok anlam kazanmaya başladı. O günleri yazanlar bugünlere bir belge bırakmak istemişlerdi ve ben o belgeleri okurken o yıllara gitmiş, o günleri tüm hiddetiyle yaşamıştım. Burada önemli olan anlatımdı.  Çok sıkıcı, lanet bir konuyu öyle iyi anlatan yazarlar vardı ki hayran kalmamak mümkün değildi. Ben de o günden sonra sadece yöntem peşinde koştum. Anlatacaklarım belliydi. Yöntem bulundu mu, iş tamamdı. Ve sonunda yöntemi bulduğumu düşünüyorum. İşin kötü yanı kitap 2023 yılının ocak ayında çıkmıştı. İki hafta geçmeden korkunç şiddette bir depremle ülkem yeniden sarsılınca, bu kitap ölü doğum olur diye düşündüm. Çok şükür öyle olmadı. Bana destek veren herkese minnettarım.

Kitabınızda, kovit süresince hastalığa yakalanmamış, hastanede olmamış, o ortamı bilmeyenler için olaylar bir sinema filmi gibi akıyor. Okurlar o çıkmazın içinde. Toplamda on üç olay var. Hepsinde derin bir hüzün yaşadım, bazılarında da yüreğimin sıkıştığını hissettim. “En genç hastam” başlıklı anlatınız bir örnek olabilir. Muhakkak hepsi sizi etkiledi ama hikâyesini değiştirmek istediğiniz, bu kaderi ben yazsaydım şöyle yazardım dediğiniz olay hangisi?

Hepsi. Yaşananların tümünü olduğu gibi anlatsaydım o kitap okunmayabilirdi. Olaylar ve hastalarla aramdaki o çizgiyi korumak için çok çabaladım. En oldurulabilir durumu bulmak için bütün olmazları tek tek irdeledim.

Kuşkusuz kovitten en çok etkilenen tıp çalışanlarıydı. Hem şifa vermek için canhıraş koşturup hem de kendini bu illetten korumak için çabalaması gerekiyordu. Bu olağanüstü geliyor bana. Maalesef bu uğurda yitirdiğimiz doktorlarımız da oldu. Hem manevi olarak güçsüz kalıp hem de insanüstü bir gayretle koşturmanız gerekiyordu. Siz gücünüzü nasıl toparlıyordunuz?  Nasıl ayakta kaldınız? Bedensel ve ruhsal olarak bu virüsten kendinizi nasıl korudunuz?

İlk zamanlarda kendimi korumak için çok çabaladım. Koruyucu ekipmanımız tamdı. Uyku, beslenme, film seyretme ve yürüyüşler bu konuda çok etkileyiciydi. Ama bir yerden sonra yoruluyor insan. Hastalığın bir gün son bulacağına olan inancımı yitirdiğim zaman film koptu ve ben de hastalananlar arasında buldum kendimi.

Bu virüsün bilgisayar ortamında üretildiği hakkında çıkan iddialara ne söylemek istersiniz? Doğru olabilir mi?

Bu konuda çok yazıldı, çizildi, spekülasyonlar yaratıldı. Açık söylemek gerekirse o kadar çok hastanın öte aleme geçtiği bir dönemde bunları düşünmek bana bir şey kazandırmaz, diye düşündüm ve işime dört elle sarıldım.

Şu günlerde deprem bölgesinde gönüllü hizmet veriyorsunuz. Orada sizin gibi çalışanların ve halkın ruhsal durumları nasıl? Bu yara kapanır mı sizce?

Ben bir yoğun bakım uzmanıyım. Umutsuzluğu umuda dönüştürebilmek için sürekli bir çabanın sarf edildiği yerin kaynağından geliyorum. Burada da, deprem bölgesinde, umudu başımızda hare yaptık; başımızın tacı şeklinde dolaşıp duruyoruz. Bazen ortamdaki enerji düşse de toparlamak için kılı kırk yarıyor, neşelenmek için bahaneler yaratıyoruz. Bu da buradaki insanlara yansıyınca olumlu sonuçlar elde etmeye başlıyoruz. Günden güne acının yerini, bundan sonra ne olacak, kaygısı alsa da bizim gibilerin burada olması onlara güç veriyor. İyi hissediyorlar. Bu durumu kendim de gözlüyorum. Bir gün yaralar kapanacaktır elbette ama sızısı hep kalacaktır. Herkeste olduğu gibi.

Kitabınızın dili son derece akıcı ve sade. İyi bir okur olduğunuzu düşündürüyor. Son dönemde sizi etkileyen yazar kimdir?

Çok teşekkür ederim. Bunu sizden duymak ne güzel. Hayat yeterince karmaşık, yazdıklarımız daha sade olmalı, gibi klişe bir cümle kurup devam etmek isterim. Çok okuyorum ve okuduğumu anlamaya çalışıyorum. Maalesef bazen kurgusunu, konusunu çok beğenebileceğimi düşündüğüm bir kitabı sırf dilinin karmaşıklığı yüzünden, baştan elediğim oluyor. Üzülüyorum, hem de çok. Yazmak büyük emek çünkü. Maalesef böyle şeyler oluyor.  Bundan dolayı yazdıklarıma çok dikkat ediyorum.

Yazar olarak tek tek isim veremeyebilirim ama son zamanlarda Elena Ferrante’nin kitapları bu konuda bana çok yardımcı oldu, diyebilirim.

Yeni çalışmalarınız var mı? Mesela depremle ilgili bir günce tutuyor musunuz?

Elimde henüz yeni yazmaya başladığım bir romanım var. Daha çok başındayım. Çalıştığım alanda çadır kütüphanemiz var. Ara ara romanımla ilgili okuma yapmak için geceleri çadır kütüphaneyi mesken tutuyorum. Tabii şartlar çok elverişsiz, soğuk, rüzgârlı ve molozlardan dolayı çok tozlu bir ortamdayız. Maskeli olsak da ağzımızın içinde hep bir toz tadı dolaşıyor. Buradaki depremzede çocuklarla birlikte yine de kitap okumaya devam ediyoruz.

Deprem alanındaki gözlemlerimi bir deftere geçiriyorum, evet. Lakin şu andaki ruh halim devam ederse, hiçbir şey yazabileceğimi sanmıyorum. İlerisi neyi gösterir, onu şimdiden bilemem. Hep birlikte göreceğiz.

Mahal edebiyat adına zaman ayırdığınız için ve bize böyle bir eser sunduğunuz için teşekkür ederim.

Soru sorma tarzınız harikaydı. Bunun için ve varlığınız için asıl ben teşekkür ederim.

Hazırlayan: Nilgün Çelik

Editör: Melike Kara

Nilgün Çelik
Latest posts by Nilgün Çelik (see all)
Visited 14 times, 1 visit(s) today
Close