Yazar: 19:19 İnceleme, Kitap İncelemesi, Tarih

19 Mayıs 1919’dan Bugüne, Milli Mücadele 101 Yaşında!

Bugün 19 Mayıs 2020;
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Samsun’a çıkışının 101. yılı.
Bugün Büyük Komutanın Doğum Günü…
Kutlu Olsun!

101 yıl geçmiş olmasına rağmen birileri tarihten ders almamış olacak ki Sayın ÖZAKMAN bizlere bir hatırlatma yapmış…

Tarihten ders almazsanız;
Tarih size çok güzel dersler verir;
Bizim tarihten anladığımız, tarihten ders almadığımızdır.
Dünü anlamayanların, bugünü anlamasını beklemiyoruz.
Bugün söylenen yalanlarla, dünü bilirkişi seviyesinde yorumlayanlara da hiç şaşırmıyoruz.
Dün varlardı, bugünde varlar; yarında olacaklar…
Onlara diyeceğimiz tek şey;
“Geldikleri Gibi Giderler!”

“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” Mustafa Kemal ATATÜRK – 1931 (Hasan Cemil Çambel, T.T.K. Belleten, Cilt: 3, Sayı: 10, 1939, S. 272)

Şöyle bir düşünelim, dünden bugüne neler oldu? 19 Mayıs nedir, ne değildir?
Mustafa Kemal Hangi Şartlar altında Samsun’a çıktı? Ve sonrasında neler oldu?
Biraz geriye gidelim, anılarımızı tazeleyelim.

6 Mayıs 1919:
Harbiye Nezareti tarafından Atatürk’e müfettişlik vazifesiyle ilgili yetkilerini belirten talimat verilmiş ve acele hareketi istenmiştir. Atatürk’ün Harbiye Nezareti’ne “İtilaf Devletleri’yle yapılan antlaşma ve alınan kararların Hariciye Nezareti’nden, görev sahasına giren vilayetleri gösteren bir krokinin de Dahiliye Nezareti’nden alınarak kendisine verilmesi”ni istemiştir.

9 Mayıs 1919:
İsmet İnönü’nün Süleymaniye’de ki evine ziyarete gitmiş ve ona “Ben yerleşinceye kadar sen de bana yardım edeceksin ve iş başladığı vakit yanıma geleceksin!” demiştir.

14 Mayıs 1919:
Atatürk, Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın Nişantaşı’ndaki evine, akşam yemeğine davet edilmiştir. Yemek sonrası Cevat Paşa ile aralarında şu konuşma geçmiştir;

– Bir şey mi yapacaksın, Kemal?
– Evet Paşam, bir şey yapacağım!
– Allah muvaffak etsin!
– Mutlak muvaffak olacağız!

15 Mayıs 1919:
Atatürk Yıldız Sarayında Padişah Vahdettin tarafından kabul edilmiş ve bir görüşme gerçekleşmiştir.
Bu tarihte ise Yunanlılar İzmir’e çıkmıştır…

16 Mayıs 1919 – Kalkış…
Atatürk’ün Yıldız’da Hamidiye Camii’ndeki Cuma selamlığından sonra mahfil-i hümayun’da Padişah Vahdettin tarafından kabul edilmiş ve veda etmiştir. Cuma selamlığını takiben Şişli’deki evine dönmüş, annesi Ve kız kardeşine veda etmiştir.

Atatürk o günleri şöyle anlatacaktır: (16-17-18-19)

“Artık Şişli’deki evi bırakmak üzereyiz. Bandırma vapuru Galata rıhtımında hazır, bildiğimiz bu! Karargâhımızdan olanlar belirlenen saatte rıhtımda toplanmış olacaklardı. Otomobil kapımın önünde idi. Evdeki vedaları bitirmiştim. Tam o sırada gelerek beni büroma götüren bir dostum. Aldığı bir habere göre benim ya hareketime müsaade edilmeyeceğini, yahut vapurun Karadeniz’de batırılacağını söyledi. Yıldırımla vurulmuşa döndüm. Daha sonra vaktiyle uzun müddet yanımda çalışan bir kurmay subay da gelerek, maiyetinde çalıştığı bir Damat’tan aynı şeyleri öğrendiğini bildirdi. Bir an yalnız kaldım ve düşündüm. Bu dakikada düşmanların elinde idim. Bana her istediklerini yapamazlar mıydı?

Beynimden bir şimşek geçti: Tutabilirler, sürebilirler, fakat öldürmek! Bunun için beni Karadeniz’in coşkun dalgaları arasında yakalamak lazımdır. Bu ihtimal mantıkî idi. Ancak artık benim için yakalanmak, hapsolmak, sürülmek, düşündüklerimi yapmaktan men edilmek, hepsi ölmekle aynı idi. Hemen karar verdim, otomobile atlayarak Galata rıhtımına geldim. Baktım ki rıhtıma yanaşmış olacağını“ sandığım vapur, uzaklardadır. Sandallarla vapura gittik. Kaptana yola çıkmak için emir verdimse de Kızkulesi açıklarında kontrole tabi tutulduk. Birkaç yabancı subay ve asker bizi yoklayacaklardı. Kontrol uzayıp gitti. Gelip gidildiğine göre acaba bunlarla şehirdekiler arasında bir haberleşme mi vardı? Maksat beni tevkif etmekse, bütün bu şeylere lüzum yoktu, sıkılıyordum. Bir kararsızlık da olabilir, diye düşündüm. Bundan istifâde edebilmek için kaptana hareket hazırlıklarını çabuklaştırmasını söyledim. (…)

Sahili takip ede ede evvela Sinop’a geldik. Kasabaya çıktım. Oradakilerle görüşerek, Samsun’a kolaylıkla gidebilecek yol olup olmadığını soruşturduın. Maalesef yokmuş! Çok zorluk çekecek ve günlerce yollarda kalacaktık. Bilmem nedendir, Samsun’a bir an evvel ayak basmak için o kadar acele ediyordum ki zaman kaybetmektense tehlike’ ye göğüs germeyi tercih ettim.

Tekrar Bandırma vapuruna bindik. Aynı şekilde seyahat ederek, nihayet Samsun Limanı’na vardık!”

19 Mayıs 1919
Mustafa Kemal sabah saatlerinde Samsun’a çıkmıştır.

Samsun’a çıkışını da Nutuk’ta şöyle anlatacaktır;

1919 yılı Mayıs’ın 19. günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüm:

(…)Saltanat ve hilafet makamında bulunan Vahdettin soysuzlaşmış, kendini ve yalnızca tahtını güvenceye alabileceği alçakça önlemler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükümet zavallı, beceriksiz, onursuz ve korkak; yalnızca padişahın buyruğuna bağlı ve onunla beraber kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma razı(…)

(Devamı için Nutuk’u okumanızı tavsiye ediyorum.)

Ne Saraya/Sultana, ne İngiliz veya Amerikan mandasına güveniyordu. Tek güven kaynağı milletti.
Yalnızca milli iradeye güveniyordu.
Samsun’a çıkmasından üç gün sonra, sadrazama çektiği telgrafta ”Millet topluca ‘Egemenlik esasını’ benimsemiştir” demişti. Amasya Genelgesi’nde ”Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararının” kurtaracağından, ”milli bir heyetin” kurulmasından, Sivas’ta ”halkın temsilcilerinden oluşan milli bir kongre” toplanmasından söz etmişti.

Şimdi kasetimizi biraz ileri alacağız..

Milli Mücadeleyi başlatacağız, Genelgeleri Yayınlayacak, Kongreleri yapacağız. Ankara’da Meclis’i kuracak, Cumhuriyet’in ilk adımını atacağız, Meclis üzerinden kararlar alacak, Sevr’i imzalayanları lanetleyecek, vatan haini ilan edeceğiz. I ve II. İnönü savaşlarından galip ayrılacak, emperyalist güçlere biz buradayız diyeceğiz. Büyük Taarruz ile görülmemiş bir zafer kazanacağız. 22 Gün 22 Gece düşmanla çarpışacak, tarihe Türklüğün Unutulmuş vasfını hatırlatacağız. BİZ Hür doğduk, HÜR yaşarız diyeceğiz! Yunan ordusuna ağır kayıplar verdireceğiz ve komutanlarını esir alacağız! Yetinmeyeceğiz! İLK HEDEFİNİZ AKDENİZDİR emrini alacak, düşmanı İZMİR’den DENİZE DÖKECEĞİZ! Yunanlılar kaçarken hem köyleri hem de İZMİR’i ateşe verecek ama en büyük zararı yine kendi vatandaşlarına vereceklerdir. İzmir sadece duraktır. Amaç İstanbul ve CUMHURİYET’tir. Yaptıkları, yapacaklarının göstergesidir. İzmir alındıktan ve düşmandan temizlendikten sonra İSTANBUL tek kurşun atılmadan 1923’te düşmandan temizlenecektir. Artık TAM BAĞIMSIZ bir “Türkiye” dünyaya merhaba diyecektir. Yeni Meclis seçilecek, Cumhuriyet İlan edilecek; ZAFER’in taçlandırılması için, İLKE ve INKILÂPLAR, DEMİR AĞLARLA örülen VATAN’ın her bir köşesine serpiştirilecek, ARTIK MODERN bir TÜRKİYE inşaa edilecektir..

Bu kadar kısa bir anlatımla tanımlamak mümkün mü? Tabi ki değil… Ama Mustafa Kemal ATATÜRK bunları ve daha fazlasını yapmış, bütün projelerini gerçekleştiremeden aramızdan ayrılarak, ebediyete intikal etmiştir. Biz ise onun kendi sözüne cevaben şunu diyecektik;

Biz Mustafa Kemaliz efendim;
Ve Mustafa Kemaller ÖLMEZ,
Fikrimizde, kalbimizde ve ruhumuzdadır,
Hiç görmedik, gözünün içine canlı olarak dahi bakamadık ama FARK ETMEZ,
O’nu GÖRMEK demek mutlaka YÜZÜNÜ görmek değildir,
O’NUN fikirlerini, O’NUN duygularını anlıyorsak ve hissediyorsak bu kafidir…

Demek ki, bugün de söylesek, yarın da söylesek bu kelimeler Mustafa Kemal’e yetmeyecektir. Çünkü ebedi istirahatinden dönecek; “19 Mayıs 1999’da tekrar Samsun’a çıkacaktır.” Uzunca yazdım, kitabın incelemesine şimdi başlayacağız.

ATATÜRK yeniden aramıza gelmiş ve SAMSUN’a ayak basmıştır.
Ona eşlik eden kadro ise tam olarak şu şekildedir;

“Salih Bozok, Albay Nazım, Yarbay Mahmut, Ali Kemal Efendi, Rifat Börekçi, Mahmut Edat Bozkurt, Mazhar Müfit Kansu, Ibrahim Ethem Akıncı, Asker Saime, Eribe, Türkan Baştuğ, Mustafa Necati,Vasıf Çınar, Dr. Reşit Galip, Hasan Ali Yücel, Ruşen Eşref Ünaydın, Yunus Nadi ve Falih Rıfkı Atay.”
Bu kadro ile neler yapılmaz ki? İnsan hayal edemiyor.

“Ah bir gelse!”, “Ah Atatürk olsaydı!” diye özlediğimiz Atatürk tekrardan Samsun’a çıkıyor. Bu kısımları okumaya başladığınız anda içinizde bir şeyler canlanıyor, bir elektriklenme yaşıyor vücudunuz. Kendinize gelemiyorsunuz. Gerçekten O’nun geldiğini hayal etmeye ve şu düzene neler neler yapacağını, her şeyi nasılda düzelteceğini düşünüyorsunuz. Okudukça daha çok okuyasınız geliyor.

Mustafa Kemal ATATÜRK ayağının tozu ile ardı ardına olmak üzere televizyondan halka sesleniyor. Bir hayal edin şimdi. Gerçekten geldi ve dünya çalkalanıyor, ülkede yer yerinden oynamış, halk dışarıda ve sevinçten ne yapacaklarını şaşırıyor. Atatürk düşmanları saf değiştiriyor, yıllarca koltuk sevdasından başka sevdası olmayan Cumhuriyet düşmanları ortadan kayboluyor.

Yıllardır ülkemizde neler oluyor, biz neleri görüyor ve anlatıyorsak sayın Özakman daha da ileri giderek bizim gözümüze soka soka her şeyi ortaya döküyor.

Yıllardır ne yazıldı, ne çizildi? Şu an ne yazılıyor, ne çiziliyor? Bir bakalım;

*Yalan ve alternatif tarihler üretilerek halk kandırılıyor,
*Partiler din üzerinden siyaset yaparak oy almaya çalışıyor,
*Kapatılan tekke, zaviye gibi yerler hortlatılıyor ve cemaatler destekleniyor,
*Halka Milli Mücadele ve Kuva-yı Milliye ruhu gerçeklerle değil, yalanlar ile anlatılıyor,
*Hainlere hain denmiyor, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları tarafından tarihte olmadıkları yerlere yerleştiriyorlar,
*Vahidettin kahraman yapılmaya uğraşılıyor (büyük cesaret ve yetenek),
*İstanbul düşerken dahi kılını kıpırdatmayan, Milli Mücadele karşıtı, isyan teşvik eden, Emperyalistlere bel bağlayan, hainliğin son kademesine tırmanan kişileri yobaz takımı milli mücadeleye entegre etmeye çalışıyor ama hiçbir belge, argüman sunamıyor,
*Belgeler sunmayarak tarihi gerçekleri çarpıtıyor,
*Kazanılmış bütün zaferler küçümsenerek “ONLARDA SAVAŞ MI” deniyor,
*Bütün İnkılapların yapılış ve sisteme ekleniş şekli çarpıtılıyor, yalan söyleniyor,
*İstiklal Mahkemeleri tarafından idama mahkum edilenlerin sayısı abartılıyor, (İki bin dolaylarında olan ve bir çoğu isyancı grup olan bu zatların sayısını 500 bine kadar çıkaranlar var.)
*İşgal güçlerinin askeri kayıp sayıları bilerek azaltılıyor, zaferlerin masa başında uydurulduğunu söyleniyor ama hiçbir belge sunulamıyor…

Bu liste daha da uzar,
Çünkü; söylenen yalanların haddi ve hesabı yok maalesef…

Yalan yazıp türetenlerle bitiyor mu sadece, hayır. 10 Kasım 1938’den bu yana neler yapıldı? Hızlı bir koltuk kavgası, yavaş yavaş yükselen irtica, sesi kısılmış ve yeraltına inmiş fırsat bekleyen Cumhuriyet düşmanları..

Neler yok edildi?

*Halkevleri kapatıldı,
*Köy Enstitüleri kapatıldı,
*Tam bağımsız ülke, bağımlı hale getirildi,
*Tarım programı terk edilip, Menderes zamanı tutsaklık anlaşmaları imzalandı,
*Çalışan ve üreten köylüyü alıp, sınırlı üretime mahkum edildi, fazla üretmesin diye ağaçları kesildi,
*İhtilaller yapıldı, Atatürk kullanıldı,
*Dış politika zaferleri, dış politika rezaletlerine,
*İç politika zaferleri de, iç politika rezilliklerine dönüştü.
*Başa gelmek için halk yeniden din ile sömürüldü,
*Milli mücadele ile ilgili Atatürk hayattayken yazılamayan, konusu dahi açılamayan yalanlar türetildi,
*Eğitim sistemi her gelen hükümetle birlikte daha rezil bir hale getirildi,
*Cumhuriyetin ilk zamanlarında yurt dışına gönderilen öğrenciler önemli yerlere gelirken, yeni eğitim istemi ile birlikte bu oran iyice düştü,
*Açılan fabrikalar bir bir kapatıldı,
*Yerli ve milli sermaye ile kurulmuş birçok işletme devredilip özelleştirildi,
*Ülkenin haberleşme alt yapısı yabancı devletlere verildi,
*Yap, işlet ve devret gibi mantığa sığmayan işlerle halk kullanmadığı şeylerin vergisini ödemeye başladı,
*Hak edenin değil torpili olanların kamusal alanda iş bulması sağlandı,
*İç ve dış borç arttı,
*Cumhuriyet’in ilk kurulduğu yıllarda onca imkansızlığa rağmen millileştirilen kurumlar, hiç pahasına satıldı ya da kapatıldı,
*Mustafa Kemal Atatürk’ün kendi parası ile satın alıp devlete bıraktığı çiftlikler kapatıldı, parçalara bölünüp satıldı,
*Yeşil alan her yıl azaldı,
*İhracat azaldı, ithalat yükseldi,
*Üreten değil tüketen toplum türedi…

O kadar çoklar ki hangi birini yazalım değil mi? İncelemeyi toparlayacak olursak;
Turgut Özakman bizlere ders niteliğinde harika bir kitap bırakmış. Bu kitap tiyatro oyunu haline getirilip oynatılmalı, sinema filmi yapılmalıdır, neden?

Verilen örnekler gerçeğin ötesindedir, Özakman’ın Atatürk’ün ağzından bugünü sorgulaması her hattıyla doğrudur. Bundan daha azını yapacağını ya da söyleyeceğini sanmıyorum Mustafa Kemal’in. Daha fazlası olur ama azı asla olmaz.

Mustafa Kemal Atatürk “Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.” der. Evet kesinlikle öyledir ve devam eder; “Ölülerden medet ummak uygar bir toplum için lekedir.” der. Ne bu kitap ne de biz Atatürk’ün ebediyete kavuşmuş Yüce ölüsünden medet ummuyoruz. Tam tersi bizim için önemli olan onun BİLİMİ, EĞİTİMİ, ÇAĞDAŞ bir yaşamı hedefleyen FİKİRLERİDİR!

Yalanlara itibar etmemek için OKUYUN,
Cumhuriyeti Anlamak için OKUYUN,
Milli mücadele ve Kuvâ-yi Milliye ruhunu anlamak için OKUYUN,
Tarihi safsataları tarihin tozlu raflarına hiç çıkmamak üzere gömmek için OKUYUN,
En basiti Mustafa Kemal ATATÜRK’ü biraz daha anlamak için OKUYUN…

Kolay Kazanılmadı!
Kolayca bırakmayız!
İftiracı ve yalan tarih anlatanlara da asla göz yummayız.
Yolun Yolumuzdur PAŞAM.

Mustafa Kemal bir temeldir. Bir yöndür. Yapılmış, her şeyi bitmiş bir bina değildir. Onu ancak devam ettirerek, sürdürerek sevebiliriz. Kendisine yeni şeyler, yeni değerler ekleyerek sevebiliriz. Yalnız yüreğimizle değil, aklımızla da sevelim. Mustafa Kemal en büyük zaferini o zaman kazanmış olacak.”

Cemal Süreya

101 Yıl önce başlayan bu mücadele, TAM BAĞIMSIZLIK ile sonuçlandı.
Her şey yeniden başladı, yeni bir ülke inşa edildi.
Milli Mücadele iki satır ile anlatılacak basit bir şey değildir.
Mucize değil, inanmışlığın, hakikatin, gelecek için, bağımsızlık için, özgürlük için; boşa değil, bir işe yaraması için ölenlerin ve yaşayanların mücadelesidir 19 Mayıs; UNUTMA.

Bu kitabı okumak boynumuzun borcudur,mutlaka okuyun, yapılan hataları ve neleri yıllardır umursamadığımızı tek tek görün ve kendinizi sorgulayın.

Son sözü Turgut Özakman’ın kitaptan bir alıntısına bırakıyorum;

Ne idik, ne olduk?

“Kısacası ölüyorduk, dirildik; kulduk, vatandaş olduk; yarı sömürgeydik, tam bağımsızlığa kavuştuk; çağdışıydık, çağı yakaladık; dünyaya kapalı bir toplumduk, dünyaya açıldık; ikinci sınıf bir devlet muamelesi görürken, milletler ailesinin eşit bir üyesi olduk; her yerde ve her düzeyde saygı gördük; uygar dünyanın kamuoyu karşımızdaydı, yanımızda yer aldı; milli ekonomi ve planlı kalkınma dönemini açtık; Batı on yıl tek kuruş kredi vermediği halde, dürüst ve bilinçli bir yönetim sayesinde sanayi dönemini başlattık; birçok fabrika kuruldu; Osmanlı Devleti borca batıktı, bütün borçlarını son kuruşuna kadar ödedik; kıt kanaat geçindik ama tüm yabancı kurumları ve demiryollarını millileştirdik; yeni demiryolları yaparak yurdun batısıyla doğusunu, kuzeyiyle güneyini birleştirdik; sanata, kültüre, spora büyük önem verdik; onurlu, bağımsız bir dış politika izledik; bütün komşularımızla dostça ilişkiler kurduk.”

Cumhuriyetine ve başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm değerlerine sahip çık, Falih Rıfkı Atay “Mustafa Kemal’in Mütareke Defteri” kitabında der ki; 

“Ona dil uzatanlara ağız açtırma!
Çünkü o sensin artık. O sende sağdır!”

101. Yılında 19 Mayıs 1919 Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız Kutlu Olsun.

Visited 5 times, 1 visit(s) today
Close