Yazar: 11:55 Öykü

Yumurtalıklar

“Doğum günüm yaklaşıyor.” Evet kırk. Yaş günüm bu. Dünyaya gelişimin kırkıncı yılı. Hicri takvime göre kırk yıl. Yıl ise üç yüz altmış beş tane döngüden oluşuyor. Güneşin ve ayın birbirini takip ettiği döngüler. Tamamlanmalar yani. Her sene bir döngüyü işaret ediyor işte. Milyonlarca yıldır birbirini takip eden güneş ve ayın yarattığı döngüde kırk parçaya bölünmüş bir hayatı geride bıraktım demek oluyor bu. Hani şu destanlara, spiritüel rutinlere konu olmuş, mitolojinin, masalların şahı kırkıncı döngü. Kadınlara yaşı sorulmaz diyebilecekleri yaşlara geldim. Densizin biri çıkıp yaşın kaç diye sorsa duraksamadan kırk diyebilecek miyim? Kırk yaşında kadın olmak sorunsalı içinde çok fazla toplumsal veri barındırıyor. Kırk yaşında kadınsın! Sanki daha önce duyduğum cümleler bunlar. Bu yaşımı hiç görmediğim halde kırktan korkmayı nereden biliyorum ben? Son dönemlerde yapılan kırk yaş güzellemeleri yetecek mi yaşlanma korkumun önüne geçmeye? Annemlerin yaşantısına baktığımda anneanne olacak yaştayım aslında ama aynaya bakınca genç, diri, eşikten eşiğe geçmiş, yenilmiş, sonra kazanmış, bir daha bir daha düşmüş, yeniden yeniden kazanmış, yalnız, yalnızlığıyla kavga etmiş, bazen tokatlanmış, bazen tokatlamış, bazen de el sıkışmış barışmış, kendi adında bebekler doğurmuş, onları emzirmiş, buzdolabını taze yoğurtlarla doldurmuş, süt kaynatmış, peynirler yapmış, bebeklerine, boy boy çocuklarına yedirmiş bir kadın görüyorum ben. Hepsi mutfağımdalar aslında, bir sürü çocuk doğurdum kırk yılda, söylemiştim; hepsi de benim adımda. Bana benzer dokuda, kokuda, aynı bakışın iniltisinden konuşuyor. Benden bihaber, benden parça parça, benden ayrı; benim hepsi.

Yalnızım sanılıyor. Sen de öyle sanmıştın. Uzaktan, yedi göbek uzaktan akrabamsın benim. Sanırım seni en son gördüğümde on altı yaşındaydım. Beni bin yıldır tanıyor gibi bakmıştın hâlbuki. Annemi babamı tanıyor olman ve benim doğumuma tanıklık etmiş olman belki, beni yirmi yılda bir görmüş gibi konuşmana mani oluyor. Annemi babamı tanıman beni de tanıyormuş gibi davranmana sebep oluyor. O nedenle doğurduğumu görmediğin çocuklarımı yumurtalarımda hapsettiğimi düşünüyorsun. Bana o nedenle, önümüzde yığınla akan trafiğe aldırmadan, içinden plastik kapların taştığı karanlık bir dükkânın önünde; sanki bir sır vermek ister gibi kolumdan hafifçe çekip “Sana bir tavsiye, yumurtalarını dondur! Kırk yaşına geldin!” diyorsun.

Rahim

İnanılmaz bir şeymiş gibi geliyor düşününce

Yumurtlayan

Çatlayan

Çoğalan, saçan, savuran

Aktaran, ölen, öldüren

İçinde milyonlarca canlıyı aynı anda öldürebilen, yaşatabilen.

İçinde canlılar evi var

Bir de mezarlığı

Hepsi aynı yerde

Pembe bir karanlık; nemli, havasız, loş bir toprak

Kollar bacaklar çıkıyor içimizde

İç organlar, saçlar, kirpikler, tırnaklar son tahlilde

Bir rahmim daha var benim

Orada yaratılan onlarca çocuğun annesiyim.

İçimde oluşan canlıları düşününce dehşetle bakan gözlerin iyi ki onları görmüyor. Cüceler de var onların içinde, şehirleri dolduracak devler de. Kolu bacağı kopuklar, üç kollu doğanlar, iki başlı kadın/ erkek melekler var. Üç boynuzlu atlar, tepesinin yolunu şaşıranlar, âdeminden ayrı düşmüş öfkeliler, bakışları içe dönük medusalar, düz dünya meraklıları, bilim tutkunu budalalar, şişirilmiş yüzler… Hepsinin aynı anda konuştuğu da oluyor, bir tanesinin sesinin daha yüksek çıktığı da. Bazen bir tanesi öyle bağırıyor ki diğerleri susup kalıyor. Ya da donup kalıyor, saklanıyor bilemiyorum. Benim de hepsini göremediğim, duyamadığım zamanlar oluyor. Onlar mı benden kaçıyor, ben mi onları görmezlikten geliyorum? Bilemiyorum…

Afallıyorum. İçimden yumurtalarımı saçmak geliyor. Dondurmak şöyle dursun, akıp giden arabaların arkasından dökülen su gibi dökmek, akıtmak istiyorum. Sadece kendi yumurtalarımı değil, içinde hayat belirtisi olan tüm yumurtaları akıtmak. Bir süreliğine kimse doğmasın, rahimler yerini uzun bir dinlenmeye bıraksın. Yumurtaların bizi terk ettiği yerlerde kim bilir “düşünce” doğar diyorum içimden. Düşünmek için üremeyi durdurmak mı gerekiyor? Bir mucize olsa, insanın üreme becerisi bir anda elinden alınsa kendini asacak kadınlar tanıyorum. Tüm varlığını ne yapacağını, nereye adayacağını şaşıracak, düştüğü boşlukta kaybolacak, doğurganlık içine hapsedilmiş hayatları da yaşama güdüleri de ellerinden alınacak kadınlar.

Hiçbir şey söylemiyorum, söyleyemiyorum. Yutkunurum böyle zamanlarda, bir an duraksıyorum ve göz göze geliyoruz seninle. Aniden oluşan bu dalgalanmayı fark ediyorsun ama önemsemeden devam ediyorsun. Tiksinerek bakıyorsun bana. Tiksindiğin şeyin ne olduğunu ikimiz de çok iyi biliyoruz. Ama maskelerimiz -iyi ki var- izin vermiyor sesimizin çıkmasına. Gerçek sesimizi filtreleyen maskelerimiz, aynı tona yaklaştırıyor, aynı nota çizgisinde olmasa da bir şarkıda buluşacak kadar yakınlaştırıyor birbirimize.

Karşıya geçiyorum, umarım kırmızı ışıkta geçmeye kalkmışımdır deyip son anda kafamı kaldırıp bakıyorum ki evet kırmızı ışık yanıyor. Arkadaşımla buluşacaktım, nerede buluşacağımızı konuşmamıştık. Bir an önce tüm bu olanları arkadaşıma anlatmalıyım. Daha anlatmadan anlayacak beni biliyorum. Biraz nefes almaya isyan etmeye, birlikte küfürler savurmaya ihtiyacım var.

Telefonuma bakıyorum. Birkaç dakika önce gelmiş mesajı hemen okuyorum;

“Ben tüp bebek merkezindeyim, doktorla konuşmaya geldim. Beni buradan alır mısın?” yazıyor.

Editör: Gülhan Tuba Çelik

Sümeyra Öz
Latest posts by Sümeyra Öz (see all)
Visited 57 times, 1 visit(s) today
Close