Yas:
İnsanlar sadece kaybettiği birkaç yakınının değil, hayattaki rollerinin, belirli ideal geleceğinin, kaybettiği düzenli hayatının, evinin, hatıralarının, emeklerinin ve hayallerinin, olmasını öngördüğü her şeyin kaybının yasını tutuyor. Ve bu insanlar tüm bunların hepsini tek bir gecede, saniyeler içinde, bir anda kaybetmenin şoku içerisindeler. Örneğin 5 Şubat akşamı yatağa bir eş ve iki çocuk annesi olarak giren Ayşe Hanım 6 Şubat sabahına eşini ve çocuklarını kaybederek, artık bir eş ve anne olamayarak uyandı. Burada sadece yakın kaybı değil, kimliğini tanımlayan başlıca özelliklerin de kaybı var. Ayşe Hanım okuldan mezun olup işe giren çocukları için emekli olan eşi ile, “Artık evlenirler ve torun severiz,” diye muhtemel bir gelecek öngörüyorken aslında bir günde bunu da kaybetti ve şu an sudan çıkmış bir balık gibi… Yas, yaşayan kişiye sürecin sonunda hayata yeni roller, umutlar ve planlar üzerinden tekrar bağlanma ödevi de verir.
Hayatın bu kadar kırılgan olduğunu ve aslında hiçbir şey üzerinde kalıcı bir hakka sahip olmadığımızı görmek ise insanı sarsıyor, belirli inançlarını ise dramatik bir hızda yıkıyor. Bugün yaşadığımız tablo büyük bir kayıp yaşantısı ve patolojik yasa da gebe pek çok done içeriyor. Afete maruz kalmayan vatandaşlarımız bile kriz yönetimindeki aksaklıklardan, yetersiz yardımdan ve önlenebilir astronomik kayıplardan dolayı çaresizliği, “sıradaki kurban benim ve diğerlerinden hiçbir farkım yok,” düşüncesini iliklerine kadar hissediyor. Bunun ana sebeplerinden biri ise stresörlerin birden çok olması ve hâlâ yavaş yavaş elenmek yerine güncelliğini koruması (barınma, tuvalet ve duş, belirsizlik, ölülerine ulaşamama ya da cenazeleri teşhis edememe, bitmeyen artçı depremler vs.) Hal böyle olunca aslında bir türlü bitmeyen kriz yaşantısından dolayı bir türlü yas deneyimimize geçemiyoruz çünkü hâlâ bir şekilde canımızın derdinde ve bir hengâmenin içerisindeyiz.
Evreler:
Daha anlaşılabilir ve dikkat çekici olsun diye Kübler Ross’un, yasın beş evreden oluştuğunu söyleyen modeli çok konuşuluyor. Bu evreler ise; İnkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme. Yaşadığımız üzücü olaylarda çoğu insanın bu aşamalardan geçtiği varsayılıyor.
Sonradan gelen bir diğer uzman David Kessler ise yas ve üzüntünün kazanım ve geri dönüş noktasında bir evresinin daha olduğunu söyleyip ekliyor. Bu kazanım 6. Aşama olan anlamlandırma evresinde yatıyor. Kessler bunu Ross’un ailesinin izniyle onun evreler listesine altıncı evre olarak eklemiş.
Kessler basitçe, “Anlam bulmanın milyonlarca farklı yolu var. Örneğin, ‘sevdiğim kişinin ölümü beni daha iyi bir insan haline getirdi’ veya ‘onun ölümü olmaması gereken bir şekilde oldu, bu yüzden dünyayı daha güvenli bir yer haline getirmem lazım ki başkaları aynı şekilde ölmesin’ gibi,” diye bizler için örneklendirmiş.
Bir diğer model ise Dr. Lois Tonkin’in “Yas Etrafında Büyümek” makalesindeki hayatı temsil eden kavanoz ve içindeki büyük siyah yumru olan görsel yas tasviri. Bu modele göre ise yasımız ve acımız küçülmeyecek ama hayat yasa rağmen bir şekilde genişleyecek ve çok yönlülüğü ile bizi çeşitli kollardan saracak; böylece yasımız ve üzüntümüz aynı büyüklükte olsa da hayatımızda aynı derecede yer kaplamayacak. Kendimize de zamanın ve hayatın doğası gereği nefes alıp yaşayacak yeni alanlar açılacak. Ayrıca unutmamalıyız ki evrelerden oluşuyor tabiri akılda kalması için, yoksa yas deneyiminde kesin sınırlar yok. Yasın deneyimi bir madalyon gibidir, evreler arasında gider gider gelir. Bu madalyonun hangi evreler arasında dalgalanacağı ve ne kadar süre kalacağı da kişinin kaybının niteliği, deneyim ve aldığı destek şekli ve diğer özelliklerine göre değişkenlik gösterir ve yas deneyimi kişiye özgüdür.
Destek:
Zorlayıcı olmadan, kişisel merakımıza hizmet eden sorular sormadan kişiye destek olabiliriz. Susuyorsa saygı duyalım, çayımızı çorbamızı ikram edelim, içindeki duyguları tartmasına, dengelemesine ve olan biteni düşünmesine müsaade edelim. Anlatmak istiyorsa iştirak edelim, kişi travmatize olduğu olayı bizlere içinde işlemeye hizmet eden bir yarar sağlayarak/bilmeden defalarca anlatabilir. Çocuklar sözel olarak yetişkinler kadar duygu düşüncelerini ifade edecek yeterliliğe sahip olmayabilir, bu küçük afetzedelerimize de kendini ifade edebileceği kâğıt, boya, oyuncak gibi araçlar sağlayıp; oyun ve resimlerine müdahale etmeden eşlik edebiliriz. Gece yatmadan önce sohbet saati yapıp yanımızdaki küçük insanla hissettikleri ve hayata bakışı hakkında konuşabilir, konuyu işleyen terapötik masallar ve hikâyeler okuyabiliriz.
Unutmak/ Unutmamalı mıyız?
Unutacağız, acıları ve yaşananları ilk günkü güncelliği ile yaşarsak hayata devam edemeyiz. Toplumca, “Unutmamalıyız!’ diktesi doğru değil. Unutmamak yetkililerin görevi, biz hayatımıza acımız ve yaşananların etkisi hafifleyerek devam etmek zorundayız. İnsan için hayat her zaman için dalgalı bir yer, gelecek günler devamlı iyi ve kötü yaşam olaylarıyla dolu olacak. Hayat boyu bu tamir-onarım çeşitli olaylarda istisnasız sürekli olmak zorunda ki hayata devam edebilelim. Evet, biliyorum düştük ama yerden kalkıp önce sendeleyip yalpalayarak yavaşça, zamanla normal hızda… Ve sarsılan inançlarımız, hafifleyecek olan yasımızın etkisi ile eskisi gibi, istersek de koşabileceğimiz bir potansiyele tekrar ulaşmamız mümkün. Bu durumsa tabii ki çevrenin, sevdiklerimizin ve tüm toplumun destekleri ile; yardıma ulaşabilmek, acıyı ve sorunlarımızı paylaşabilmekle mümkün.
Normale dönmek/Bir diğerini yargılamak:
Evet, normalleşmeyin deyip parmak sallayan bir grup oluştu. Tabii ki elimizden geldiğince normalleşmeye gayret edeceğiz, yakından ya da uzaktan bu coğrafyadaki herkes travmatize oldu ama sürecin sonunda az ya da çok iyileşmek zorunda… Hayata dönmemek konusunda ısrarcı olmak, sürekli öfke ve kızgınlığımızı canlı tutmak kimseye bir fayda sağlamaz, aksine zaten ruh sağlığı bozuk ve yardım alması kaçınılmaz travmatize geniş kitlemize ek olarak diğer kişiler de bu tabloya eklenir. Lütfen kendimize merhametli davranalım çünkü fiziken ve ruhen çok yıkıldık. Sadece binalar değil, içimizdeki roller ve inançlarımız da yıkıldı. Üstelik yıkılırken ki gerekçelerimiz de çok geçerli. Hal böyleyken kim daha perişan ve çok kötü deyip rol ve kaynak çalmaya gerek yok, tabii ki elimizden geldiğince sağlıklı olmaya ve günlük rutinlerimize geri dönmeye çalışacağız. Çalışacağız ki zaten güvendeyim inancı dramatik bir hızda, birkaç günde değişen bizler biraz daha güvende hissedebilelim, nefes alabilelim. Gelecek günler kolay gelmeyecek. Kimseye nasıl hissedip yaşayacağı konusunda zorbalık yapmayalım, herkes acısını farklı farklı görünümlerde yaşıyor ve zaten bu böyle sürer gider… Örneğin ben depremin olduğu günden beri bir kez olsun gülmezken bir diğeri duygu durumunu düzenlemekte zorluk çekip çok gülebiliyor. Bu demek değil ki o daha az dert ediyor. Evde depresyon hırkası ile haber izleyen x kişisi iş yerine yüksek özbakımla ve şık giden ağzının içi stresten yara dolu olan y’den daha üzgün ve duyarlı olmuyor. Bizler sadece birer insanız, zihin okuyamayız. Bu zor günlerde hepimizin toleransı düşük, belki öfkeliyiz fakat huzursuzluğumuzu bir diğerinden çıkartmak bir çözüm değil. Aksine işleri hepimiz için daha zor bir hale sokacaktır. Öte yandan yas tutmak kültüreldir de. Birinin cenazesi varken öteki düğününü yapmaz ya da yüksek sesle düğün konvoyu ile kaybı olan cenaze evinin önünden geçmez. Tabii ki asgari düzeyde de duyarlı ve tutarlı olmakta fayda var. Benim, “Hayata dönmek zorundayız,” dediğim durum bambaşka bir durum.
Biz yetişkinler kendimiz ve bakım verdiğimiz kişiler için (bebek, çocuk, engelli, yaşlı vs.) eski rutinlerimize geri dönelim, iletişim halinde kalalım, ısrarcı olmadan konuşalım, insanların sessizliklerine saygı duyalım. Bu yaşananları ve dalgalı duyguları dinginleştirmek/ kendi içinde dengelemek zaman ve enerji alıyor. Bu garip hallerimiz de zaten bu yüzden, bunu bilelim.
Mümkünse de desteğimizi uzun vadeli yapmamız gerektiğini unutmayalım, deprem bölgesinden şehrini, evini, hayatını ve sevdiklerini geride bırakıp zorunlu göç eden dostlarımız için olan üzüntümüzü onlar yeni bir şehre geldiğinde, ev tutmaya çalışırken de aynı samimiyette gösterelim. Çevresel destek, paylaşmak ve sosyallik; travma ve yas konularında patolojik semptomlar geliştirmeye karşı büyük bir koruyucu, iyileştirici güce sahip. Elimizdeki bu değerli gücü göz ardı etmeyelim. Hayat bizlere çoğu zaman bir diğerini daha iyi hissettirebilmek için çeşitli fırsatlar verir, bu fırsatları görelim.
Asude Yağcı-Psikolog
Editör: Onur Özkoparan
- Kanser Tanısı Alan Hastayı Neler Bekler ve Psikolojik Yardım Neleri İçerir? - 10 Şubat 2024
- Koklanabilen Stres Durumlarında Tükenmişlik Sendromundan Önceki Durak - 13 Mayıs 2023
- Yas, Destek ve Unutmak Üzerine - 8 Nisan 2023