Yazar: 18:02 Öykü

Yakup’un Ceketi

Ben ilk cinayetimi böyle işledim. Bir tepeye tırmanıyorum; yorgunum, susadım. Görenler dağ tırmanıyorum sanacak ama ben hiç dağa tırmanmadım. Benim payıma düşen tepeler aşmaktır. Tepeye vardığımda bir kayaya yaslandım, soluklandım sonra kayaya baktım. O heybetli kaya birden çatlamaya başladı bedenim ağır geldi ona, tepeden aşağıya yuvarlandı, önüne ne gelirse ezdi geçti, yetişemedim arkasından bakakaldım. Net görünmüyordu buradan olup bitenler yaklaştım, bir insan bedeni boylu boyunca yatıyor. Uyuyor gibi. Nefsi müdafaa gibi. Bu işin sonu belli gibi. Boylu boyunca uzanmak istemiştim ben de onun yanına. 

“Çünkü o hiç görmedi bir kadının insanlar tarafından asıldığını, kafasını ucu ilmekli ipe uzattığını hiç duymadı. Aslında görmekten öteydi bu duymaktan öte. Hazırdı işte her şey görecekti bir kadının sallandığını boşlukta. Kalemi kâğıda verdim, her ikisini de masamdaki çekmeceye emanet ettim, gitme vaktidir artık. Sadece masa lambası yanıyor her yer karanlık, gölgem vuruyor evin sıvası dökülmüş duvarına, manzara şahane taburenin üzerine çıkınca denizi görebiliyorsun, cam açık kalmış perde havalanıyor, ürperiyorum birden bu son ürperiş artık, allahaısmarladık. 

İzin vermedi gitmeme, ağlamaya başladı. O kadar çok ağlıyordu ki bu beni rahatsız ediyordu. Camdan başımı uzattım:

 “Ne oldu çocuk, neden ağlıyorsun?” 

“Ceketimi kaybettim, ceketimi bulmam gerek.”   

“Bir ceket için mi ağlıyorsun böyle?”

“Bir ceket değil o, benim tek ceketim.”

“Adın ne senin?”

“Yakup.”

Kenan ilinde değildik, 

Kadıköy’deydik.

Yakup ağlıyordu, 

ben ölemiyordum. 

Başarısız bir intihar girişiminden sonra aşağıya inip kapıyı açtım, Yakup bildiğimiz diğer kâğıt toplayan çocuklar gibi eli yüzü kirli, üstü başı dağınık, hayattan alacağı var ama sürekli borçlu. Bu sefer alacağı bir ceket onu da almadan durmayacak gördüm gözlerinde, gözleri bu çıkmaz sokağı aydınlatan sokak lambası gibi her yere ulaşamasa da ışığı kendine yetiyor ya buna da şükürdü onun için. Benim için değil ben kendimi bile aydınlatamam artık bu dünya üzerindeki son mücadelemi Yakup için mi verecektim galiba öyle yapacağım sen de tahmin etmişsindir belki.

“Tamam Yakup, hadi gel ben sana yeni bir ceket alayım, olur mu, sen de daha fazla üzülme, ben de yarım kalan işimi bitireyim artık.”

“Senin ne işin vardı ki ne yapıyordun?” diye sordu Yakup o kocaman gözlerini dikip yüzüme.”

“Ölüyordum Yakup, her şey hazırdı seni duyana kadar.”

“Yalnız ben yeni ceket istemem, ben kendi ceketimi isterim.”

“Ne inat çıktın sen de arkadaş, tamam sana yardım edeyim de bulalım ceketini o zaman, olur mu?”

“He, bu olur işte.”

“Nerede kaybettin ceketini?”

“Rıhtımda, kâğıt arabamın sapına asmıştım, acıkınca simit almaya kadar gittim, arkamı bir döndüm ceketim yok, almışlar arabamdan. Nasıl bulacaz abla kim ne yapsın benim eski yamalı ceketimi?”

“Sen ne diye ısrar ediyorsan bu yamalı ceketi bulmaya, alanda yapacak bir şey bulmuş olmalı herhalde. Gel hadi rıhtıma inelim, etrafa bakınalım belki bir şey buluruz. Hadi sil gözlerini sen de.”

“Tamam abla sağ olasın, seni de işinden ettim.”

“Böyle dualar etme Yakup, sağ olmak ister gibi miyim.”

Rıhtıma doğru yürürken biz, güneşte yüzünü göstermeye başlamıştı, hafiften pembelik sardı etrafı. Manzara güzeldi, Yakup telaşlıydı. Bu manzarayı görebilmem için mi, Yakup’a yardım edebilmem için mi ertelenmişti ölümüm bilemedim.  Ben dalıp gitmişken düşüncelere Yakup bağırmaya başladı.

“Abla! Orada işte, o adamın üzerinde gördüm abla, koş vapura biniyor namussuz.”

“Dur Yakup! Düşeceğiz, dur.” Düşecek miyiz birkaç saat önce ölecektik oysa düşmek dert mi olmuştu şimdi. Yakup önde ben ardında koşuyoruz ama yetişemiyoruz her zamanki gibi. Kocaman çocuk, küçücük adam olan Yakup, ilk önce sessizce baktı vapurun ardından sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bir şey diyemedim ben de ağlamaya başladım birden Yakup’un ceketi için. Bulmalıydık o ceketi Yakup’a vermeliydik belki o zaman dinerdi acısı, ağlamaktan şişen gözlerini silerdi ceketinin kollarına açılırdı gözleri gülerek belki.

“Gel hadi, bir sonraki vapur on dakika sonra gidelim peşinden, çocukların ceketini çalmak neymiş bir soralım bakalım.”

Karşıya geçtik geçmesine de adamı nasıl bulacaktık. Etrafa bakındık, tarif edip başkalarından medet umduk. Son bir kez vapurların olduğu tarafa tekrar bakalım dedik. İnsan ümidi, tükendiğinde yerden yeniden filizleniyor, bitmiyor, bitmesin de zaten iyi geliyor. İyi geliyorsa sen niye ölüyordun, yeniden filizleniyorsa seninkini nasıl kuruttun, neden takıldın Yakup’un peşine, herkes Yakup’u kovmadı mı uzaklara, sen niye kaçtın onun yanına. O dışından ağlayıp feryat ederken sen içinden yaptığın için mi? Kim duydu ki içini, öteledi seni de?

Ben dalıp gitmişken yanımdan geçen simitçinin taze simitlerini satmak için o gün kaçıncı kez bağırışına denk geldim. Yakup, adamı bulmuş ceketinin hesabını soruyordu ama ne fayda adamın üstünde Yakup’un ceketi yoktu. Bu ceket yine nereye gitmişti başını alıp yoksa sahibinden mi kaçıyorsun? Yoksa bizi bir yere mi götürüyordu? Adam ceketin sahibi yok sanmış üşüdüğü için almış üzerine, bu yakaya da dilenmek için geçmiş.

“Ceketi ne yaptın? O nerededir?”

“Aldılar benden onu.”

“Kim aldı abi, neden alsın eski püskü ceketi senden?”

“Para vermedim diye, sen de çok para vardır, iyi sömürmüşsündür bunların vicdanlarını, bizi de gör bey amca dediler, yoktu ki bende de beş kuruş. Ceketi ver o zaman dediler, ellerinde bıçak vardı ben de ceketi verdim ne yapayım canımdan kıymetli mi?”

“Kıymetli tabii!” diye bağırdı Yakup. 

Yakup’u sakinleştirdikten sonra ceketi alan eli bıçaklı gençlerin evet tekrar edeyim içimden eli bıçaklı kafası dumanlı gençlerin peşinden gittik. Niye bilmiyorum, gidiyoruz işte. İleride bir varilin içine yaktıkları ateşin etrafında ayin yapıyorlardı. Ben nasıl yaklaşalım, anlatım derdimizi diye düşünürken Yakup çoktan yanlarına doğru yürüyor ve “Ceketimi verin lan!” diye bağırıyordu. 

Ne yaptın Yakup ayini bölmek günahtır, bedelini ödemeyelim sonra. Ben de yanına koştum Yakup’un, anlatmaya çalıştım ki hiç beceremem anlatmayı ne bir masal ne bir hikâye ne de bir fıkra anlatmıştım bugüne kadar. Kendimi bile anlatamamıştım kimselere şimdi Yakup’un ceketini anlatacaktım.

“Bakın bu ceket önemli, verin gidelim hem para da veririm size.”

“Neden önemliymiş ki bu ceket bu kadar?” dedi içlerinden biri. İçlerinden biri hep sorulmayacak sorular sorardı, içlerinden biri olmak belki de bunu gerektiriyordu. Cevap veremedim, sahi neden önemliydi ben de bilmiyordum ki Yakup’a baktım. O biliyordu, söylemiyordu, söylemeyecekti. 

Gençler kızmıştı, ayin bozulmuştu, tartışma çıkmıştı, sorular sorulmuş sevaplar alınamamıştı, bu yüzden de kurban verilecekti. Kan akıtılacaktı; ılıktı, cız etti, koptu gitti hiç böyle hayal etmemiştim çünkü o defalarca görmüştü bir kadının kurban edildiğini ama hiç görmemişti kafasını ucu ilmekli ipe uzattığını.

Yakup ceketini almış, gençler olay yerinden kaçmış. Yakup’un ceketini üzerime örtmüşler. Bir ceket ne kadar ağır olabilirdi ki tüm insanlık altında ezilsin. Yakup’un ceketi öyleydi, üstüne giymeye çalışan altında kaldı hep. 

Kenan ilinde değildik,

Kadıköy’de de değildik,

Yakup ağlıyor,

Ben ölüyordum.    

Şule Şahin
Latest posts by Şule Şahin (see all)
Visited 8 times, 1 visit(s) today
Close