“Hayır, var olduğumdan emin değilim.

Ama olacağım, bundan kuşkum yok.”

Albert Camus – Sürgün ve Krallık

Devasa bir sinekmişçesine vızıldayan tıraş makinesini alnının orta yerine dayadı ve enseye varıncaya dek makineyi kafasından kaldırmadı. Kafasının ortasında Musa’nın denize açtığı yol gibi bir boşluk açılmıştı.Tıraş makinesinin yerinden ettiği saçlar ağır ağır zemine ulaşılırken buğulu aynaya yansıyan görüntüsünden kendisine bakmaktaydı. Bir bütün değildi artık yıllardır kafasını kaplayan saçları. İki ayrı parçaya dönüşmüşlerdi. İki ayrı düzen. İki ayrı yaşam. Aynıydılar aslında ama bir değildiler artık. Birbirlerine karşı olan mecburiyetleri ortadan kalkmıştı. Kişisel bir yaşam hakimdi şimdi iki taraf içinde. Ve bu iki tarafı oluşturan her bir saç teli de yıllardır içine düşmek istedikleri bireysel özgürlüğün derdindeydiler şimdi.

Madem ezelden beri tek parça halinde ki bir bütün ikiye bölünebiliyordu. Madem bölünebilmek mümkün şeyler arasında yerini almıştı o halde her bir saç teli de kendi hayatını yaşamak hususunda özgür olmalıydı. Özgürlüğün sadece dilden dile anlatılan bir halk hikâyesi olmadığını anlamışlardı. Özgürlük vardı. Gerçekti. Kendileri kadar gerçekti. Buğulu camdan yansıyan kafanın ortasında açılmış düz yol kadar gerçekti. Şimdi sırada özgürlüğün bugün anlatılan dili geçmiş zamanlı halk hikâyelerinde kaldığını anlamaktaydı.

Bir kafa. Kafanın her iki yanını kaplayan iki ayrı saç topluluğu. Ortada hiç bitmeyecekmiş gibi ufukla birleşen bir yol. Tek bir kafanın üzerinde iki ayrı yaşam.Birlik kalkmıştı.İkilik doğmuştu.Ama ikiliğin birlikten pek bir farkı yoktu.Bir aradayken muhteşem, yenilmez, harikulade bir şey olduğunu düşünenler iki ayrı taraftayken de aynılarını düşünüyorlardı. İkiliğin birlikten tek farkı artık kötüleyebilecek bir karşı taraf olmasıydı. Ben çok iyiyim, diğeri berbat. Ben mükemmelim, diğeri b*ktan. Karşı karşıya olmak bunu gerektirir çünkü. Bir arada dururken dışa vurulamayan kötülük karşı karşıya gelindiği anda kendini dışarı salar.Karşıdaki her zaman kötüdür. Karşıdaki her zaman korkaktır. Karşıdaki her zaman haindir. Vurdumduymazdır. Saygısızdır. Vicdansızdır. Karşıdakinin düşünceleri saçmalıktan ibarettir. Sözcükleri neredeyse kelime israfıdır. Karşıdakinin yaşamı gereksiz bir yaşamdır. Oysa ‘ben’ her zaman muhteşem bir varlıktır. Ben bir varlıktır. Karşıdaki ise ancak bir mahlûktur. Varlık, mahlûktan her zaman üstündür.

Hiçbir toplulukta özgürlük yoktur. Hiçbir zaman olmamıştır. Her bir saç teli bunun farkındadır aslında. Tek başlarına hareket edemeyeceklerini bilirler çünkü özgürlük çok güzel olsa da yalnızlık çok daha zordur. Özgürlük daima yalnızlığa gebedir. Hiçbir birey kendi düşüncesini bütün çıplaklığıyla ileri süremez çünkü tek başına kalırsa sesinin yükseklere ulaşamayacağından korkar. İçten içe merak edilen, bilinmeyenin anayurdu olan karşı tarafa da geçemezler çünkü karşı taraf için söylenenlerin kendileri için söylenmesinden korkarlar. Ki aslında karşı tarafın da kendileri için aynı şeyleri söylediklerini bilirler çünkü kendileri de aslında onlar için karşı taraftır ama yine de kişinin kendisi için söylenen kötü şeyleri duymaması duymasından her zaman daha iyidir. Mesele özgürlüğün var olması değildir. Mesele özgürlük diye anlatılan halk hikâyelerine inanılmasıdır. Anlatılan hikâyeler yaşamın kendisinden daima daha çekicidir. Aldatmak ve aldatılmak… Hiçbir şey bu ikisi kadar güzel değildir.

Artık buğusu dağılmış aynada her iki yanı iki ayrı saç topluluğu, ortası ise uzun bir boşlukla kaplı olan kafa net bir şekilde görülmekteydi. Az sonra tıraş makinesi kafanın her yanında dolaşmaya başladı. Geriye bir tek saç teli kalmayıncaya kadar gezindi kafanın üzerinde. Bütün saç telleri… İstekler, kibirler, hırslar, doymayan nefisler… Hiçbir şey kalmamıştı. Asırlardır aranan kurtuluş yok olmaktan geçiyordu belki de. Yine de tamamıyla yok olmaktan söz edilemezdi çünkü üzerinde tek bir saç teli bile kalmayan kafanın içerisinde hala doğmayı bekleyen cenin halindeki taptaze saç kökleri bulunmaktaydı.

Visited 1 times, 1 visit(s) today
Close