İlk filmini henüz on dokuz yaşında çeken ve günümüzün popüler auteur yönetmenleri arasında gösterilen Xavier Dolan dünya sinemasında önemli bir yere sahip. Yazarlığı, oyunculuğu ve yönetmenliğiyle sektöre çok genç yaşta giriş yapmış başarılı bir isim. Filmlerinde ağırlıklı olarak iletişimsizlik, aile içi çatışmalar ve LGBT konularını tekdüze kavramını aşarak işleyen Dolan, Cannes Film Festivali’nin de aranan isimlerinden.
İlk filmi J’ai Tué Ma Mère ve son filmi Matthias & Maxime arasındaki filmlerine bakıldığında tarz olarak diğerlerinden bir tık sıyrılan bir film var. O filmin Tom Á La Ferme (Tom Çiftlikte) olduğunu anlamak çok da zor değil. 2013 yapımı olan bu filmde ön plana çıkan en önemli detay gerilim ve merak. Dolan’ın hayatın akışına karışan sinema algısına bir yenilik kattığı söylenebilir.
Bugün bir parçam öldü ve ben ağlayamıyorum; çünkü üzüntünün anlamını unuttum.
Hikâye erkek arkadaşını bir kaza sonucu kaybeden Tom’un cenaze için taşra bir kasabaya gitmesiyle başlıyor. Ailesinden kopan ve ayrı bir hayata başlayan erkek arkadaşının ailesinin bu kasabada bir çiftliği bulunuyor ve olay örgüsünün neredeyse tamamı burada geçiyor. Film boyunca az oyuncu kadrosu ve sınırlı mekân kullanımı göze çarpan detaylardan yalnızca biri. Kısıtlı bir örgüyü olabildiğince net bir şekilde izliyoruz.
Tom, erkek arkadaşının annesi Agathe ve daha önce varlığını bile bilmediği abisi Francis ile tanışıyor. Erkek kardeşinin gerçek kişiliğini annesinden saklayan ve her şeyi görmek istediği gibi yansıtan Francis, Tom’u her an patlamaya hazır bir bomba olarak görüyor. Böylelikle ikilinin iletişimi çok sert bir şekilde başlamış oluyor.
Yalnızlık ve sessizliğin dolaştığı kasabada yeni bir insanın misafirliği karakterlerin alt metnini ortaya çıkartıyor. Francis’in zorba ruhu ve Tom’un pasifliği birleştiği zaman ortaya çıkan tutku, filmin en keskin tarafı. Alışılagelmiş LGBT ilişkilerinin dışında bir anlaşma metoduna sahip bu ikilinin arasında geçen her diyalog seyirciyi geren bir ortam yaratıyor. Tom ve Francis birbirine çok zıt olsa da birbirine ihtiyaç duyan iki karakter. Agathe ise bu ihtiyaca bahane olarak görülen, oğlunun yasını tutan en insani taraf. Tom’un içine düştüğü çukuru yuva olarak benimsemesi ve bir noktadan sonra her şeyi normal olarak görmeye başlaması seyirciyi rahatsız etmeye yetiyor. Francis’in yabani, sert ve kendi içinde bastırmış olduğu kişiliği ise ortaya çıkan çatışmanın en büyük sebebi. Seyir süresi boyunca tehdit unsuru oluşturan tek varlık olduğunu söylemek mümkün. Şiddete eğilimli, fazlasıyla maskülen ve bir noktadan sonra homofobik hareketlerle örülü davranışlara sahip. Tom’un aksine tamamen kalıplaşmış LGBT karakterlerinin dışında oldukça farklı bir karakter.
Benim gözüme çarpan en önemli detay ise Hitchcock tarzı bir gerilimin seyircinin kanına işlemesi. Öyle ki bazı noktalarda seyirci üzerinde istemsiz bir müdahale etme isteği uyandırıyor. Bence bu yönü filmi başarılı yapan en önemli noktalardan biri.
Müzikler ise bu filmin tamamen Dolan’ın elinden çıktığını kanıtlar nitelikte. Kaliteli müzikler hikâyenin akışını bozmayan, aksine gerilimi renklendiren önemli unsurlardan biri. Mekânlar, hızlı ve sürükleyici olayları daha sakinleştiren bir tarzda tasarlanmış. Yavaşlığın içindeki sürat oldukça akıcı. Film boyunca Tom’un kendisiyle olan çelişkisi ve Francis ile olan mücadelesi tam da bu mekân algısına hitap ediyor. Detayları bir bütün olarak ele aldığımızda oldukça başarılı bir yapım.
Xavier Dolan’ın kendine has tarzı ve paha biçilemez yeteneği ile sinemada uzun yıllar boyunca kalıcı olacağı şüphesiz. Umarız ki olayları kendi bakış açısıyla harmanlamaya devam eder. Sinemanın altın çocuğunun ne yaparsa yapsın kitlesini peşinden sürüklemeye devam edeceğine eminiz.
- Modern Zamanda İletişimin Sancıları - 20 Kasım 2021
- Girdabın Çıkış Noktası: Edip Cansever - 15 Ağustos 2021
- Aile Kavramı Üzerine - 14 Temmuz 2021