“Rezeneler, sedef otları, küpe çiçekleri görünür pencereden…”1
Büyük bir pencere. Pencerenin önünde bahçe olmaktan son anda vazgeçmiş gibi görünen yeşile bezenmiş bir balkon. Balkonun ortasında yıpranmış bir sandalye. Sandalyenin üzerinde bir adam. Ortayı az geçmiş yaşlarda. Eskilerin ununu eletip duvara astırdığı, şimdilerde ise esas hayatın başlatıldığı civarlar. Uzun boylu, hafif göbekli, saçları seyrek ve beyaz. Elinde, ucunu başının üzerindeki tavanın göbeğine dayadığı bir matkap var. Ne yapacağını iyi bilenler kadar güveniyor kendine, duruşundan belli. Bir an düşecek gibi afallasa da henüz duvarda elek olma vaktim gelmedi dercesine usta bir çeviklikle yeniden toparlanıyor.
Balkon ve tavanı birbirine bağlayan uzunca, enli bir demirden yapılmış kolon. Hemen önünde, sırtı dönük aynı yaşlarda kısa boylu etine dolgun kadın. Bir eliyle eşarbını tutarken rüzgarda saçı açılmasın diye, diğer elini de demirden direğe uzatmış öylece bekliyor. Kır saçlı adam işini yaparken bir aksilik olursa, sıkıca tuttuğu kolon sayesinde kurduğu setin onu koruyacağını düşünüyor. Kendince yaptığı yerçekimine muhalif bir koruma kalkanı. Düşerse, onu o tutacak. Her düştüğünde yaptığı gibi, yine onu tutacak ve yine görünmeden yaşamaya devam edecek. Çünkü ondan istenen bu. Yitik bir ruh olması. Sesin duyulmadan çocuklarınla beraber sana ayrılan metrekarede mekâna ait olmadan yaşa ve mutsuz olmama gerekçen yok sayılmak olmasın. Oradasın ama aslında hiçbir yerde değilsin. Sevdiğin adam tarafından sevilmemeyi geride kalmış bir ömrün sicili olarak boynunda taşımalısın. Aman, sus birisi duymasın. Sakın kimse görmesin. Perdeleri açma, pencereni de. Elâlem ne der bilirsin. Utanması gereken kim, sen misin gözden ırak olması reva görülen? Zaten göremezler. İstemezler görmeyi, severler görmezden gelmeyi. Görseler, üzerine getirilen kumaya rağmen hala onu, nikahlı ama başkasının yatağında uyuyan adamı, sevdiğini gözlerinden okumazlar mıydı? Ona nasıl baktığını. Bir başka kadının elini tutmuş yürüyorken eve dönüş yollarında, pencerelerden nasıl gözü yaşlı onları izlediğini anlamazlar mıydı? Artık sevmediğini söylesen de, öyle olmadığını hisseden olmadı. Bir şeyin farkında olmak sonucu değiştirmeyecekse, bilmek niye önemli olsun ki? Topluca bir sessizlik devrimi yapılıyordur belki de bir yerlerde.
Kimse anlamadı, kimse görmedi, hiç kimse duymadı. Kımıldamak istedi, olmadı. Yer değiştirmek istedi, yine olmadı. İyi şeyler olsun istedi sadece, biraz da muhabbet diledi. Mesela o pencere önü balkonunda okumak istemeyen oğullarının geleceğini memleketten gelen kaçak çayı içerek hiç konuşamadılar. Baba şefkati göremediği için aradığı merhameti başka bir erkekte bulacağını sanarak evden kaçan kızları konusunda nerede yanlış yaptıklarını da. Günün yorgunluğunu unutturacak kahveyi içerken cama vurmuş aksları, keyiften hiç dans etmedi. Gökyüzü de kuşlar da bir şiir dizesi gibi pencereden içeri girmedi evden gelen gülme seslerini merak ederek. Mahcup arzulu dokunuşları olmadı kocasına, omzunda ağlayamadı, göğsünden unutamadı tüm kederlerini ve kimsesizliğini. Sessiz hıçkırıkların yerini, şarkı söyleyen güzel bir kadın sesi almadı. O, sadece soluğu cama deyince yaşadığı anlaşılan kayıp bir kadındı. Herkesin arasında ama herkesten uzak. İsmi gibi bir saltanatı hiç olmayan, bunu hayal bile edemeyen. Çalınmış yaşamı yerine, usulca, evinin penceresi önünde başka hayatları izleyerek var olan.
Bir tek onlar, kendine benzemeyen ama yerinde olmak istediği pencere önü çiçekleri işitti çaresizliğin ve yalnızlığının sesini. Şarkıdaki gibi çiçeklerini sulayan evin hanımı değil, yerinin yabancısı her an gitmeye gönüllü olanıydı. Özlemleri kırılmış, yüzündeki yorgun çizgilerden belli. Sağanak bir yağmur gibi kalbinin camına vuran gözyaşları, pencerelerinin pervazları çürümüş ıslanmaktan. “Durumun nasıl?” Onun dilinde halin vaktin iyi midir manasında, sordukça unutup tekrar soruyor. Belki de her kaybedilen cevap, kendi durumunu hatırlamaya duvar örsün istiyor. Eskiden kocası olan, çocuklarının babası olan adamın düşmesin diye önüne sevmelerden ördüğü bedeni gibi. Düşmesin diye. Düşerse tutabilsin, tutamazsa da üzerine düşsün diye.
“Yarayı açanla yarayı dolduran yan yana…“2
Büyük bir pencere. Pencerenin önünde bir balkon. Balkonda bir sandalye. Sandalyenin üzerinde orta yaşlarda bir adam. Ne yapacağını bilemeyenler kadar emin kendinden. Hemen arkasında ondan çok genç bir kadın. Zayıf ve uzun boylu. Elinde bir tepsi. Günler akıp gidiyor ve üst katında “abla” diye seslenilen başka bir kadın hüzünlerini pul pul biriktiriyorken “sevdim” dediği için yurtsuzluğu, annesizliği seçen başka bir kadın, aynı adamı başka bir ev ve pencerede sevildiğini bilerek bekliyor.
Komşu bir balkonda içiyorlar kahvelerini. Seslerini duyan, gören ve her şeye şahit olanlar eşliğinde.
“Şu tatlı pencereniz,
Sizin.
Bunu anlamayacak ne var?
Pencere tanıklık ediyor işte.“ 3
Uzun kirpikli, güzel gözlü biber oyalı kadına ve Edip Cansever’e…
Editör: Elif Türkoğlu
1 Edip Cansever
2 Birhan Keskin
3 Edip Cansever
- Tanık Pencere - 2 Ekim 2022
- Aşk (Amour) Film İncelemesi - 22 Haziran 2021