Bazen bir ses olur kulaklarında, bazen bir türkü olur dökülür dudaklarından… Beynini kemirerek emeğini sömüren bu düşüncelerin dışavurumu nedir? İnanç meselesi… Cevap inandığın her şeyi aynada görebilmekte saklı.

 Kendine özgü yaşam biçimine sahip her coğrafyanın ayrı bir sorunu var. Kimininki çaresizlik, kimininki mutsuzluk, kimininkiyse inançsızlık. Biz kendine olan inancın ve tutkuların hiçe sayıldığı bu toprakların çocuklarıyız. Hepimizin bastırılmış bir arzusu, pes ettirilmiş bir hayâli var. Genciz, yaşlıyız, kırılganız… İşte sırf bu yüzden hâlâ çocuğuz. Yok olmaya mahkûm edilmiş her hayâl bir çocuğa ait değil mi zaten?

 Sokaktan geçen on insanı çevirsek ve “Küçükken ne olmak isterdiniz?” Diye sorsak alacağımız cevaplar bizi şok etmekle kalmaz, bir süre düşündürür. Dansöz olmayı istemiş doktorlar, yönetmen olmayı istemiş mühendisler ve daha niceleri… Bunlar bizim üstüne düşünmekten kaçtığımız gerçekler. Bunlar, uyumadan önce düşündüğümüzde bizi gülümseten ve tek başına mutlu etmeye yeten şeyler-di. Peki neden kaçıyoruz? Bu mesleği kaldıramayacağımız için mi? Yoksa, “bu” toplum kaldıramayacağı için mi? Bize yakışmıyor olduğu için mi?

Belki biri, belki de hiçbiri. Gözle görünen tek şey içimizdeki ateşin, inancın zamanla köreltilmiş olduğu. Manipülasyonla, baskıyla, hatta cezayla… 

“Ressam olup ne yapacaksın ki? Sanki galeri mi açacaksın? Resim öğretmeni ol en iyisi.” 

“Oyuncu olursan aç kalırsın. Ekranda dizi çevirip birilerine kuyruk sallayacak değilsin ya?”

“Spor başlı başına bir kariyer olamaz ki… Kırk yaşına geldiğinde ne yapacaksın?”

Bu sözler bize çok tanıdık çünkü çoğumuz avukat, doktor, diş hekimi, mühendis veya öğretmen olmak için yetiştirildik. Bize uygun görülen ve herkes tarafından sorgusuzca onaylanan, hepsinden önemlisi saygı gören meslekler bunlardı. Yaşadığımız ülkenin insanı memur kefili olmayana zor ev kiralar mesela… Devlet kapısı insanlara güvenli ve garanti gelir. Taşrada saygı görmek için oldukça yeterli.

 Toplum, kaçtıklarımızdan geriye kalandır. Pes ettikten sonra, geriye kalan o yığında kendini aramak beraberinde bir çöküşü getirebilir. Yetmiş yaşına gelmiş bir insanın geçmişe dönüp baktığında arzuladığı hayatı yaşamamış olduğunu görmesi kendini değersiz ve işe yaramaz olarak düşünmesi için yeterlidir. Ne demiş Tezer Özlü “Şunu öğrenmelisin: Sen hiçbir işe yaramaz değilsin. Seni senden çalan toplumdur.”

 Bizi biz yapan şey inancın ta kendisidir. Önemli olan içimizdeki inancı yitirmeden önümüze bakabilmektir. Hür iradesiyle hayatı ve hayalleri için mücadele etmeyen, toplumu kendine kılavuz bellemiş her insan kaybolmaya ve inançsız yaşamaya mahkûmdur.  İnancın bittiği noktada hayaller de ölür, düşünceler de. 

Aslı Kaplan
Latest posts by Aslı Kaplan (see all)
Visited 10 times, 1 visit(s) today
Close