Yazar: 19:30 Öykü

Panzehir

Karşımda oturmuş gevrek gevrek gülüyordu. Getirmişti bir de gencecik güzel hatunu, neymiş efendim, nişanlısıymış. Taktım mı ben de maskemi? Takacağım tabi, öyle bana ayılıyor, bayılıyor dedirtmem ben. Akrep burcuyum, gebersem burnumu sürtmem yere. Masada, küçük bir tabakta karanfil vardı. Bir tane alıp ağzına attı; diliyle evirdi çevirdi, bir tane de nişanlısına uzattı. Almadı kadın, alerjisi varmış, bir hafta boyunca yüzü domates gibi kızarıyormuş. Bakışlarımı kıstım, kadını incelemeye başladım. Dudak kenarlarımda yukarıya doğru yayılan o yalancı kıvrım, arada aşağıya doğru da titriyordu. Kolay değil tabi bunca zaman hayal kurmuştum, bir saniyede çatır çutur kırıldı hepsi. İnsanların en iyi bildiği şey bu, herkes ayrı bir hayal kırıcı, kurduran da kıran da aynı kişi oluyor. Yahu kıracağın bir hayali neden kurduruyorsun? Candy Crush oynuyorlar ruhumuzla resmen. Her seferinde level atlıyorlar bir de. “Yetmedi mi? Al sana, bir tur daha oynayacağım!” Bağımlılık yapıyor bu hayal kırma oyunu ama kimsenin de anası babası demez ki bırak oğlum zararlı bu oyun, diye. Nasılsa zararı başkasına ya, umurlarında değil. Kendi hayallerini kıran olunca da bu insanlar neden böyle diye yakınıp duruyorlar. Sistem böyle canım, herkes bu sistemin çarkını birlikte çeviriyor. Ucu kendilerine dokunacak tabi. Hak ediyorlar. Ben de hak ediyorum, hayal kırma sicilimin temiz olduğu söylenemez. E, nihayetinde ben de bu sistemin bir parçasıyım. Vallahi pişmanım ama. Hele ki bu mevzudan sonra, eve gidip aynaya baktım, kendi yüzüme tükürdüm. Bak Melahat dedim, bu çocuk senin aynan, ne görüyorsun? Tükürük. Gidip banyodan temizlik bezini alıp sildim aynayı, ya Rabbi çok şükür. Tekrar geçtim karşısına, aynı soruyu sordum. Sormaz olaydım, ayna dürüstlük timsali. Yüzüme yüzüme söyledi acı gerçeği, “Babanın kemikli burnu, çipil çipil gözleri, ortasından tır geçecek aralıklı dişleri,” “Ya iyi niyeti?” diye sordum. “Orası soyut, gösteremem,” dedi. Ben de bayağı somutum, kabak gibi ortada, çirkinim. Annem çocuklarını hiç düşünmemiş buna emin oldum, babamın iyi niyeti bana bir kısmet doğurmuyor maalesef. İnsan evlenince düşünmez mi canım, olacak çocuğa yirmi üç kromozom babadan geçiyor diye. Hadi düşünmedin, genetiğinden bir gram verecek kadar baskın olsaydın bari, bu ne gereksiz çekiniklik?

Ah, nişanlısı da bir güzel, şarkı sözü gibi mübarek. Köfte dudaklar, hokka burun. Annesi akıllı kadınmış, hesap kitaptan anlıyormuş kesin. Ruhlar âlemine geri dönsem de, anne baba tercih hakkımı tekrar kullanmak istiyorum desem, vazgeçtim desem, oy pusulasında şöyle güzel bir kadına ve yakışıklı bir adama eveti bassam. Ne olacak canım, seçim iptal mi olur? Olur gerçi, düzeni altüst ederim. Birinin babası benim babam olur, başkasının karısı benim babamın karısı, annemin kocası şimdiki babam olmaz. Benim babamın annesinin kocası neyim olur? Cevabı yok. İnsanlık piçleşir. Demek bu yüzden ikinci şans verilmiyor. Mekanizma çok hassas. Neyse canım, sadede gelelim. Bu ikisi nasıl da şakıyor, cilveleşiyordu. Ben gülün üstünde bülbül. Çile Allah’ım çile. Döndüm kıza “Yarın işin yoksa Belgrad Ormanı’na gelir misin benimle?” dedim. Kız güzel olduğu kadar aptal. Hemen yuttu zokayı. Afiyet olsun. Nasıl da sevindi, hiç görmemişmiş orayı da çok merak ediyormuş. Ex aşkım girdi oradan, “Ben götürürüm sizi,” diye. “Yok canım biz kız kıza dolaşalım, belki senin dedikodunu da yaparız,” dedim, arkadaşça göz kırptım. Maskeli yüzümle şapır şupur öptüm ikisini, mutluluklar diledim. Maskenin ardındaki yüzümün kafasında iki boynuz belirmeye başladı, suratım kızardı. Görürsünüz siz dedim içimden. İçimi eşek arısı sokmuştu, nasıl da şişmişti, acı acı söyledi vallahi, hıçkırır gibi; gööörrrüüür hüngür hüng süün hüngür üzzz hüngür hüngür. Eve giderken, hıncımdan sert sert basıyordum yere, gören beni garnizon komutanı sanırdı. Arkamda ağır yaralı düşlerim ve bilenmiş intikam duygumla uygun adım yürüyorduk.

Sabahı zor ettim. Ertesi gün köfte dudaklıyla buluşup yola çıktık. Düzgün bacaklarına çekmiş taytı, benimki parantez gibi, bol pantolonla kapatmışım. Bir yerden teselli vurmamış yahu. Çirkinliğin de bir sınırı olmaz mı? Ben hiç sınır tanımamışım maşallah, eciş bücüşlükte rakibim yok. Neyse yürüdük epeyce. Yol boyunca, sıkıntımı çekilmez bir muhabbetle sıvadı. Tenha bir yer bulunca, “Gel şurada bi soluklanalım,” dedim. Termosumu açtım, yanımda getirdiğim karton bardakları doldurdum. Mis gibi karanfil kokusu. “Bir şey koktu sanki,” dedi. “Orman havası canım, bahar kokuyor.” İçmeye başladı. Ohhh yarasın. Yürüyüşümüz bitince yüzü hafiften kızarmaya başlamıştı, kaşıyıp duruyordu, uyuz. Vedalaşıp ayrıldık. Bir haftalık eciş bücüş olma hakkı kazandınız, hayırlı olsun dedim içimden. Eşek arısı zehrinin panzehrini bulmuştum, içim bir rahat, bir rahattı.

Editör: Hatice Akalın

Hicret Birik
Latest posts by Hicret Birik (see all)
Visited 14 times, 1 visit(s) today
Close