Yazar: 21:00 İnceleme, Kitap İncelemesi, Öykü Kitabı

Ölümün 55. Yılında Refik Halit’in Eskici Hikayesine Bir Bakış

  Bazı hikayeler okunur etkisi o anlıktır,bazı hikayeler vardır etkisi birkaç gün sürer,bazıları ise bir ömür bizimle yaşar.İşte Refik Halit’in Eskici hikayesi benim unutamadığım hikayelerden.Bu hikayeyle ilk kez Türkçe ders kitabının sayfalarında tanışmıştım.Büyünce tekrar okuduğumda da bende yine aynı duyguları uyandırdı.Bir çocuk kalbinin her şeyini yitirdiğini anlayıp hayata küsmesi ve sonra kendi diliyle konuşan biri ile karşılaştığı anda tekrar hayata dönmesinin hikayesi: Eskici.

        Dil,coğrayfa,gelenekler,içinde yaşadığımız toplum bize aidiyet duygusu verir.Ama bu duygunun bizim için ne denli önemli olduğunu ancak yaşadığımız memleketten uzaklaşınca anlarız.Refik Halit’in öyküsündeki duygu yoğunluğu siyasi fikirlerinden dolayı sürgüne gönderildiği yıllarda bizzat gurbet acısını hissederek bu hikayeleri yazığı için bize de aynı şekilde intikal eder.Yazar Eskici adlı hikayesinde gurbetin onda yarattığı etkiyi beş yaşındaki Hasan adlı çocuğun üzerinden anlatmıştır.Hasan önce babasını sonra annesini kaybetmiş olmasına rağmen vapurla Arabistan’a doğru gitmek için yola çıktığında bir çocuk saflığıyla neşeli ve konuşkandır.Ne zaman ki yol uzar sıcak memleketlere doğru gitmeye başlarlar ve artık vapurdakiler bilmediği bir dili konuşmaya başlar işte o zaman Hasan’a bir durgunluk gelir.Vapurdan inip trene bindirilmesiyle hikaye değişen coğrafyanın tasviri ve bu çocuğun üzerindeki etkisi ile sürer.Daha önce hiç tanımadığı halasının evine yerleşen Hasan önceleri yadırgasa da artık onlar gibi giyiniyor, yemeğini onlar gibi yiyordur.Ancak bu daha önce hiç görmediği topraklarda, anlamadığı bir dili konuşan insanlar arasında derin bir yalnızlık hisseder.Sonra sonra Arapça’yı anlamaya başlasa da o susmayı tercih eder.Susar,susar, günlerce susar ta ki hikayenin yönünü değiştirecek olan ‘eskici’ nin ayakkabı tamiri için çağırılmasına kadar.Evin avlusuna gelen eskiciyi ayakkabıları tamir ederken dikkatle izleyen Hasan bir süre sonra eskicinin çivileri ağzına doldurduğunu görünce şaşkınlıkla “Çiviler ağzına batmaz mı senin?” diye sorar.Bundan sonra eskicinin “Türk çocuğu musun sen be?” demesiyle hikayenin düğümü çözülür.Hasan kendi dilini bilen kendi milletinden birini bulunca konuşmaya başlar.Anlatır, anlatır, anlatır.Eskici de onu dinler.”…artık erişemeyeceği yurdunun bir deresini,bir rüzgarını,bir türküsünü dinliyormuş gibi hem zevkli, hem yaslı dinliyordu.” Eskicinin gitme vakti geldiğinde Hasan’ın ağlamasına karşılık eskicinin de kendini  ağlamamak için zor tuttuğu son kısım kahramanların vatan hasretini, kendi dillerini konuşamamanın acı tadını okuyucuya gerçek bir samimiyetle yansıtır.Bu samimiyet biraz da yazarın dili ustaca kullanmasından ve yaptığı canlı tasvirlerden kaynaklanır.Refik Halit’in hikayelerini okumayız da bir film gibi izleriz adeta.Hatta çiçeklerin, toprağın, kara çarşaflı halanın, eskimiş ayakkabıların kokusu burnumuza gelir.Hikayeyi okurken içine dahil oluruz.
        Sade dil akımının öncüsü Ömer Seyfettin Refik Halit’i “İstanbul Türkçesini en iyi kullanan yazar” olarak ifade eder.O, betimleme sanatını ustalıkla kullanmış bu anlamda bugün sağlam betimlemeler yapan yazarlara bir öncü olmuştur. “Yanaklarından gözyaşları birbiri arkasına, temiz vagon pencerelerindeki yağmur damlaları dışarının rengini geçilen manzaraları içine alarak nasıl acele acele, sarsıla çarpışa dökülürse öyle, bağrının sarsıntılarıyla yerlerinden oynayarak, vuruşarak içlerinde güneşli mavi, gök, pırıl pırıl akıyor. ”  Hikayelerinde kullandığı açık dille toplumun geneline hitap etmeyi başarmıştır.Yine dile olan hakimiyeti ve samimi uslubu ile bugün hala Türk hikayeciliğinde önemini korumakta ve sevilen bir yazar olarak kitapları okunmaktadır.

Visited 7 times, 1 visit(s) today
Close