“Guernica tablosu sergilendiği sırada bir general Picasso’nun yanına gelir ve tabloyu işaret ederek “Bunu siz mi yaptınız?” diye sorar. Picasso “Hayır! Siz yaptınız.” diye karşılık verir. “

1889 yılında Eyfel Kulesi’nin yapımı, sanatın yerini mühendisliğin alacağına dair bir işaretti. Bu demir yığını sanatçıların büyük çoğunluğu tarafından tepkiyle karşılandı ve protestolar yapıldı. Oysa 1909 yılında Fütürizmin doğuşu ile birlikte Fütürizmin sembolü haline gelmiştir. Fütüristler teknolojiden ve büyük, modern insanlıktan umutluydu. Teknolojiyi ve modernizmi savunan Fütüristler, faşizm yanlısı bir tavır içerisindeydiler.  Öyle ki Birinci Dünya Savaşında birçoğu cephede savaşmış ya da savaşı destekleyen yazılar yazmışlardı. Özellikle İtalya’da Fütürizm insanlığın gelişmesi için gerekli tek manifesto kabul ediliyordu. Savaşın getirdiği sadece büyük bir yıkım oldu. G.Apollinaire savaşta ağır yaralandı ve hayatını kaybetti. Alexej von Jawlensky büyük bir bunalım içine girdi ve sadece insan ile hayvan suretleri çizmeye başladı. Kandinsky ve birçok ressamın renkleri gittikçe karamsar bir tona büründü. Savaşın sonuna doğru, 1916 yılında, bu bunalım Zürih’te; Hugo Ball öncülüğünde bir grup sanatçıyı bir araya getirdi ve Dadaizm bu ortamda doğdu. Hugo Ball, Tristan Tzara, Hans Arp, Max Ernst, Francis Picabia gibi isimler çeşitli manifesto metinleri yazdılar. Fütürizm’e ve Kübizm’e saldırdılar. Özellikle Fütürizm’in getirdiği savaş ve yıkımı eleştirdiler. Kuralları kuralsızlık oldu ve sanatın ciddi bir şey olmadığını savunup, onunla dalga geçtiler. Yaklaşık altı yıl sürmüş bu akımın içerisinde incelemek istediğim ve hayatını oldukça ilginç, bir o kadar trajik, bulduğum bir isim var : Max Jacob.

Max Jacob 1876 yılında Musevi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Picasso ile tanışmaları kendi dediğine göre 1905 yılında gerçekleşiyor. Oysa 1903 yılında tanıştıklarına şahitlik etmiş isimler var. Picasso ile bir dönem aynı evde yaşayan şair,  Picasso’nun övgü dolu “Çağın tek şairi” sözüne mazhar olmuştur. Apollinaire ile birlikte çağdaş şiirin öncülüğünü yapmış ve sembolizm ile sürrealizm arasında bir köprü oluşturmuştur. Ben onun hayatının ansiklopedik bilgi kısmını atlayıp ilginç bulduğum hikayesine geçmek istiyorum. 

Max Jacob falcılık, büyücülük ve mistizme meraklı birisiydi. Arkadaşlarının yıldız fallarına bakar, çoğunlukla dedikleri yanlış çıkarmış, koca karı inanışları içine girerdi. Birkaç kere ruh çağırdığı da söyleniyor. Daha din değiştirmeden saçlarını kazıtan Max Jacob hakkında Andre Billy şunları söylüyor: “Dipten tıraşlı bir adam gördüler mi, bir sahne oyuncusuna, bir rahibe, bir lorda ya da soytarıya benzetiyorlardı. Max da halindeki, konuşma edasındaki yapma yumuşaklığıyla kötü bir rahibi, canlı ve gülünç mimiklerinin kıvraklığıyla bir sahne oyuncusunu andırıyordu.” 

Genel olarak böyle bir yapıya sahip, insanların eğlenceli bulduğu bir isimdi. 

Jacob’a, 7 Ekim 1909 yılında, Ravignan Sokağı’ndaki odasında, bir yağlı tablo içinde “İsa göründü” ve Jacob Hristiyan olmaya karar verdi. 

“Semavi vücut, yoksul odamın duvarı üzerinde! Niçin, Tanrım! Ah! Bağışla beni! O bir manzara resmi içinde, eskiden yaptığım bir manzara içinde, hem de ta kendisi! O ne güzellik!”

Bu hikayeye çok fazla inanan çıkmadı. Oysa Max Jacob herhangi bir akıl hastalığına ya da hastalık belirtisine hiçbir zaman sahip olmadı. Kullandığı uyuşturucular yüzünden değişik imgeler toplamına şahit olduğu söylense de o; uyuşturucu, eter kullanmaya bu görüntüleri gördükten bir yıl sonra başladığını söyledi. Din değiştirmesi ise kolay olmadı. Kapısına gittiği bütün kiliseler onu reddediyordu. 1914 yılına kadar yalvardı. 1914 yılında ikinci bir görüntü kendisini sinema salonunda, sinema perdesinde yakaladı. Ve o gece şu dizeleri yazdı:

En sonunda Musevilerin din değiştirmesi için kurulmuş bir kiliseden kabul gördü ve 18 Şubat günü nihayet vaftiz edildi.

Max yazılarında, gülünç kılığa sokma ve parodi yapma eğiliminde olduğu için; din değiştirmesi de kimileri tarafından ciddiye alınmadı. Mean Cassou ise Max’ın din değiştirmesinde, burjuvaziye karşı büyük bir başkaldırı görmüştür. 

1914 yılında savaş başladı ve 1916 yılında Dadaist sanatçılara katıldı. Apollinaire’in ölüm haberi onu derinden üzdü. Bu yıllarda bir kış akşamı operaya giderken bir araba köprücük kemiğine çarptı ve bir süre hastanede yatmak zorunda kaldı. Hastanede stajyer doktorlardan başka kimse yoktu. 

“Ah! Doktor Bey; iyi, dikkatli ve insancıl görünüyorsunuz. İyi ama beni demir bir sandalye üzerinde, yarı çıplak ve de bir başıma nasıl bırakabiliyorsunuz?”

Ölümüne sebep olan zatürrenin başlangıcı buydu. 

1921 yılında Loire kasabasında bir papazın evinde yaşamaya başladı. İki ay keşişlerle yaşadıktan sonra manastıra geçmek zorunda kaldı. 1927 yılında İtalya, İspanya ve İngiltere gezisinden dönüp tekrar Paris’e yerleşti. Bir süre sanat camiasında, eğlencelerde bulundu ve bunlardan sıkılıp tekrar dini yaşamına dönmek üzere Saint-Benoit’e yerleşti. Dünyevi zevklerden elini eteğini çekmiş kendini sadece yazmaya vermişti. Ancak artık güldürü taşıyan şiirler değil aydınlatıcı şiirler yazıyordu. Son derece kibar ve tatlı dilli bir insandı. Yoksul bir kadına her ay para gönderiyor ve elinde avucunda ne varsa dilencilere dağıtıyordu. Herkese dini anlatıyor ve herkesin dinini değiştirmesini istiyordu. En çok da Musevilerin din değiştirmesini diliyordu. Daha sonra İkinci Dünya Savaşı patlak verdi. Bu yıllarda İspanya İç Savaşı yeni yeni bitiyordu. Picasso’nun Guernica’sının boyaları yeni kurumaya başlamıştı. Joan Miro iç savaştan kaçıp, ailesiyle birlikte Paris’e sığınmıştı ancak, 1939 yılında Alman Ordusu Paris’e girince tekrar İspanya’ya dönmek zorunda kaldı. Max Jacob işkenceye uğrayan, katledilen Yahudiler yüzünden tedirgin ve korkulu bir ruh haline girmişti. Annesini hastalık yüzünden kaybedince derin bir kedere boğuldu. Annesi vaftiz edilemeden ölmüş, kurtuluşa erememişti. Savaşta ölen eniştesi ile bu keder iyice büyüdü ve en son kız kardeşinin Naziler tarafından götürüldüğü haberini aldı. 

“Bu sevimli yavruyu niçin alıp götürürler, bilmem ki! Ne tatlı bir çocuktu o! Böylesine bir acıya nasıl dayanır o? Onun için ne yapabilirim? Yazık! Elimden bir şey gelmiyor, dua etmekten başka!” 

Ve ayın 24ünde Almanlar Max Jacob’ı almaya geldi. 1944 yılında Jacob, zatürre yüzünden, toplama kampında hayata gözlerini yumdu. 

“Ne zaman öleceğim? Nasıl? Hastanede mi? Şu oturduğum odada mı? Sokak ortasında düşüp kalarak mı? Ailem arasında mı?… Ey aziz Josef! Ey Azize Bakire! Tatlı bir ölüm nasip eyleyin bana! Tanrım, buyur ki hazır olayım! İnsan bir kez ölür ancak, ama yargı ebedidir. “

Tarih bu yıkımı yapanların yüzüne tükürmüş ve “Hayır! Siz yaptınız. “demiştir. Ancak bize bir Max Jacob borçludur. 

    Picasso 

Kaynakça 

-Max Jacob, Seçme Şiirler, Yön Yayınları (Ülkü Tamer çevirisi) 

-Dada Bir Armadillodur, Kült Yayınları 

-Resimde Müziğin Etkisi, Nazan İpşiroğlu, Hayalperest Kitap Yayınları 

Utkucan Yazıcı
Latest posts by Utkucan Yazıcı (see all)
Visited 8 times, 1 visit(s) today
Close