Namus belasına kardaş verdiğimiz can bizim

Cem Karaca

Polis sirenleriyle dağılmıştı meraklı kalabalık. Mahallenin girişindeki çöp konteynırına üşüşen sinekler gibi üşüşmüşlerdi bağımsızlık isteğiyle birbirinden ayrılan ve tek başlarına bir halt beceremeyeceklerini anlayan kemiklerin doldurduğu cesedin başına.

Şafağın sökmesine epey bir vakit vardı henüz. Karanlığın hükümranlığındaydı dünyanın bulunduğumuz yanı. Sokağı uyku mahmurluğuyla doldurmuştu insan kalabalığı. Elbette merak duygusuydu gecenin bir yarısı insanların gecelikleriyle sokağa dökülmesine sebep olan. Ve tabii ki acil yardım çalışanları ile polis memurları da oradaydı. Gecenin kör bir vakti aynı sokakta toplanmışlardı; uyuması gerekenler ile görev beklerken uykuya direnenler. Ölümün geri kalanlar üzerindeki tek etkisi: Hangi tabakadan olduğuna bakmaksızın bütün insanlığı bir araya getirmekti.

‘OLAY YERİ GİRİLMEZ’ yazılı sarı şeridin dışında kalmıştı meraklı kalabalık. Ve sarı şeridin içinde kalmıştı tamamlanmamış hayalleri olan ceset ile birbirinden farklı hayaller kurarken aynı göreve çağırılmış olanlar. Cesedin siluetini yere tebeşirle kazıyanlar, cesedin bu dünyada alabileceği son hali teknolojik aletlere kaydedenler, taş sokağı yavaş yavaş boyayan kan ve bu kanın cesedin neresinden boşandığını tespit etmeye çalışanlar, mahalleye hafiften yayılmaya başlayan ölümün kesif kokusu ve bir de vazifesi sadece orada durup ayakta dikilmek olan vasıfsız polis memurları. Hepsi sarı şeridin içerisinde cesetle baş başaydılar.

Nöbet gecelerinde doğru düzgün çalışmayan elektrikli sobayla güç bela ısıttıkları odalarını bırakıp olay yerine gitmek zorunda kalan Salim Komiser ile Muzaffer Komiser de oradaydı. Ayakta dikilmiş öylece bakıyorlardı yerde yatan cesede; biri bıkkınlık öteki acıma duygusu ile. Görev arkadaşlarının vazifelerini bir an önce bitirmelerini beklerken Muzaffer Komiser bozmuştu, içinde kaybolmakta oldukları sessizliği:

“Ne vardı lan dördüncü kata kadar tırmanacak? Hırsızsın lan sen. Gir işte birinci kata, al alacağını sonra s*ktir git. Değer miydi canına?”

Kulaklarında çınlayan sözleri, karanlık gecenin içinde kaybolduktan sonra:

“Amma da yüksekmiş ha… Nasıl tırmandı lan bu hergele oraya. Pek de çelimsiz bir şey…” diyerek sessizlikten sıkıldığını iyice beyan etmişti Muzaffer Komiser.

 “Tırmanamamış zaten Muzaffer abi. Tırmanabilseymiş şu an burda olmazdık.”

Olay mahalline geldiklerinden beri sesi çıkmayan Salim Komiser, kendi sesine alışmış olan Muzaffer Komiser ’in ağzı yırtılırcasına esnemesini yarım bırakmıştı. Kendinden başkasının sesine ihtiyacı olan lakin bu sese hemen uyum sağlayamayan Muzaffer Komiser, hemen yanı başında duran Salim Komisere ters ters bakarak:

“Yok, bi’ de tırmansaymış. O zaman da ya haneye ya ırza tecavüzden burda olurduk. Geçmişini dürdüğümün namussuzu, her türlü iş açacakmış başımıza.”

“Öyle deme be abi. Bak öldü gitti işte. Hem belki gerçekten ihtiyacı vardı diye girmeye çalışıyordu eve. Alacağını alır çıkardı. Kimseye zarar vermezdi. Belki de bu daha ilk denemesiydi. Ne belli… “

Salim Komisere ters ters bakmaya devam eden Muzaffer Komiser:

“Namuslu hırsızdı yani.”

Duymuş olduğu hoşuna gitmiş gibi sırıttı Salim Komiser.

“Aynen abi. Belki namuslu hırsızdı.”

Alaycı bir kahkahanın kenarından dönen Muzaffer Komiser, bulunduğu ortamın kahkaha kaldırmaz cinsten olduğunun farkındaydı. Alayını bakışlarına taşıyarak:

“Salim, bu dünyada namuslu hırsız diye bir şey yoktur. Namuslu insan diye bir şey de yoktur. Hatta bu dünyada namus diye bir şey de yoktur. Burda ölüler var. Ölülerin arkasını toplayanlar var. Ha bi’ de o ölülerin dedikodularını yapanlar var. Ölüye bile saygı duyulmayan bir yerde namustan bahsedemeyiz. Namussuz bir dünya oğlum burası. Biz de bu dünyanın en namussuz zamanlarına denk gelmiş ondan bile namussuz insanlarız. Namus buralardan göç edeli çok oldu.”

“Ama abi…” diyerek sözüne devam edecekti ki Muzaffer Komiser‘in sabrının taştığını beyan  bakışlarıyla birlikte sözünü yüklemsiz bıraktı Salim Komiser.

“Hadi Salim hadi, git çalıştır arabayı. Klimayı da yak, araba ısınsın. Onlar işlerini bitirene kadar biraz ısınırız. Sonra gelir toparlarız buraları. Hem biraz daha üşürsek biz de yerdeki gibi buz keseriz.”                                                                                        

Salim Komiser ‘in yırttığı sarı şeridin ne içinde ne de dışında kimse kalmamıştı. Güneş doğmaktaydı şimdi. Şafağın ayazı Salim Komiser ‘in yüzünü yalamaktaydı. Az sonra arabaya binmiş, Ellerini ovuşturmaktaydı Salim Komiser. Arabayı hareket ettirirken:

“Abi bi’ mercimek içmeye gidelim mi? Sabah sabah içimiz ısınır. Ha ne dersin?”

Gece boyu kendisini sinir eden Salim Komisere siniri geçmiş olan Muzaffer Komiser “Olur” dedi.

“Hadi sür de bi’ mercimek içmeye gidelim.”

Visited 6 times, 1 visit(s) today
Close