Yazar: 15:00 İnceleme, Kitap, Kitap İncelemesi, Roman

Mağaradan Modern Dünyaya: Ayışığı Sofrası

Gerçeklik duygusunu kıran Ayışığı Sofrası, akılla ilerletilebilecek olaylar silsilesi okumayı sürdüren okurlar için alışılmadık bir okuma deneyimi olur. Mantık ve neden-sonuç ilişkisi bağlamında farklı yapılandırılmış bir eserdir. Roman, metinlerarasılığı mitoloji, söylenceler, efsaneler üzerinden kurar. Çok tanrılı dönemde tek tanrıya inandıkları için dönemin hükümdarı Dakyanus tarafından ölümle tehdit edilmeleri ve kendilerine inançlarını değiştirmek için çok kısıtlı bir süre tanınması üzerine yedi gencin yanlarında köpekleri Kıtmir olmak suretiyle hayatlarını kurtarmak hedefiyle yola çıkıp bir mağaraya sığınma ve orada üç yüz dokuz yıl uyumalarını anlatan efsanenin kahramanlarıyla tanışırız Ayışığı Sofrası’nda. Mersin’in Tarsus ilçesinde bulunan hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar tarafından kutsal kabul edilen Eshab-ı Kehf Mağarası; Yedi Uyurlar inanışının en önemli merkezlerindendir. Roman kurgusu, Eshab-ı Kehf Mağarasını, Gaziosmanpaşa Migros’a yakın bir yere konumlandırır. Mağaradan günümüzün modern dünyasına geçişi, uygarlığın geldiği zirveyi geniş bir perspektiften ve ayrıntılarla örülü biçimde Yedi Uyurlar’ın mağaradan ilk çıkanı Yemliha’yı özne kılarak verir, yazar. 

Romanda karakterlere eşit olarak alan açılmamıştır. Okur, herkesi öznel dış ben anlatıcı Serra’nın bakış açısıyla tanır. Onun yargıları, düşünceleri kılavuz olur. Ancak anlatı olanaklarını genişletmek için rüya, hayal, anımsanan hatıralar, bilinçaltının temsili vb.den cömertçe yararlanılmıştır. 

Aşo’yu Serra’nın anıları, rüyaları üzerinden anlatılanlar kadarıyla tanırız. Adeta ete kemiğe bürünür hiç karşılaşmadığımız kadın. Aşo, sonuna değin romanın merak unsurunun temelidir. “Aşo’yu belki de bu dünyada hiç göremeyeceğim fikri yavaş yavaş beynimde yerleşmeye başlamıştı…(1) Bu cümleyle başlayan roman boyunca okunacak aynı cümleler bir örüntü oluşturur. On üç defa geçer Aşo’yu bu dünyada belki de artık göremeyeceği düşüncesi. İşte bu örüntü okurun merak fitilini hep ateşler, kitabın sonuna kadar Serra ile Aşo’nun görüşüp görüşmeyecekleri beklentisini oluşturur. 

Erkekler hep ev dışı mekânda konumlandırılmış. Götten Bacak Hasan, Aşo’nun Güz Sokak’taki evine zaman zaman girse de içeride bulunduğu süre çok kısadır. Şefik tipi üç şekilde karşımıza çıkıyor. Karı Şefik, Şefik Bey ve atsineği Şefik. Kanımca Karı Şefik toplumdaki cahil kesimi temsil ediyor. Bunu düşündürten nedir? Karı Şefik’in yaşam biçimi, davranışları, konuşurken seçtiği sözcükler, tek ideal olarak para kazanmanın peşinde koşması, değerlendirme ölçütlerinin çoğunlukla maddi olması, sürekli kendini ve ailesini acındırmaya çalışması, her şart altında herkesten maddi anlamda doğrudan yahut dolaylı olarak yararlanmaya çalışması vs. İki ayrı yerde karşımıza çıkan “atsineği Şefik” işgüzarları, Şefik Bey’de sonradan görmeleri temsil ediyor. Her üç rolde de Şefik büründüğü karakterin özelliklerine uygun davranır. Kusursuz beyaz smokini içinde hiçbir mıymıntılık belirtisi göstermeyen, tatlı tatlı gülümseyen, güçlü bir erkeğin yumuşacık sesiyle konuşan, nazik, anlayışlı Şefik Bey; sinek Şefik’e dönüştüğünde çekincesiz şunları söyler: 

Yolda gelirken bir pisliğe kondum. Çok güzeldi.“Bir boka kondum. Başka arkadaşlar da vardı.” “Saçmalamıyorum. Alt tarafı bir karasineğim ben.(2)

Şefik karakteri üzerinden bir başka okuma biçimi de şu olabilir. Okur, kendine peşinen şu soruyu sorup okuma sürecinde dikkatini yoğunlaştırabilir: İki kadının durduğu noktadan; Aşo’nun Şefik’e bakış açısıyla Serra’nın Şefik’e bakış açısındaki fark mı karakteri Karı Şefik veya Şefik Bey yapan?

Nazlı Eray, Türk toplum yapısını yakından tanıyan, birey davranış ve tepkilerine, kültürüne aşina bir yazar. Karı Şefik romanda göründüğünden daha önemli bir karakterin temsiliyetidir. Toplumun genel algısı ve bakış açısını onun gözünden izleriz. Yine aynı karakter üzerinden kırsaldan büyük şehre göç olgusu dip akıntısı biçiminde sezdirilmiştir romanda. Yurt içi göçmenlerin, hayatlarını kurmak adına baş etmek zorunda kaldıkları sorunların, altı çizilmiştir kısaca: “Ben sana aileni köyden Ankara’ya getirme demedim mi? Aldığın maaş belli. Yaptığın iş belli. …büyük kent sizi yutar; ev kirasını yetiştiremezsin, kışın ısınamazsın, aldığın paranın iki mislini de alsan, yol parası, çocukların okul parası… Evin masrafları… Yetmez hiçbir para sana. Niçin köyden getirdin onları? … dördüncü çocuğu niçin doğuruyor karın?(3) 

Yazar, anımsamalar ışığında okurun belleğini de yoklar. 17 Ağustos depreminden 12 Eylül darbesine, laçkalaşmış amir-memur ilişkilerinin masaya yatırılmasından birey davranışlarına, sapık telefonlarından kapkaççılara pek çok konuya parmak ucuyla dokunulmuştur. İyi bir gözlem gücünün sonucunda iyi yapılmış tahliller okunur romanda. Toplumumuz dışında dünyada hiçbir ülkede görülmez herhalde, bana iyi geldi al sen de kullan, mantığıyla bir diğerine ilaç ikram etmek. Çantasını karıştıran Serra bir tüp Amerikan aspirini bulur. Yemliha, meraklı sorularının sonunda aspirin hakkında bilgi edinmekle kalmaz, üstelik aspirini yutar. Serra’nın sesi dozunda bir ironiye ulaştırır okuru: “Al bunu. Mağaraya götür. Belki arkadaşlarına da lazım olabilir.”(4) Yer yer karşılaşılan mizahi ögelerle gülümser okur. Zaman zaman da toplum ve birey davranışları ironik bir dille eleştirilir. 

Felsefenin en temel sorularını sorar Serra: “Kimdim ben, kimin nesiydim? Nereden gelmiş, nereye gidiyordum?(5) Yazar, okura peşinen, karakterlerine hesaplaşmalar yaşatacağının ipucunu vermiş olur. Ay ışığı her yeri pırıl pırıl aydınlatmaz. Gizemli bir ışık yayar, sisli puslu. Zamanın izlerini silikleştirdiği geçmişteki olayları, kişileri de böyle bir ışığın içinden anımsarız; yarısı unutulmuş, yarısı hatırlanmaya çalışılan hatıralar, tanıdıklar… Ayışığı Sofrası, geçmişle hesaplaşmanın kitabı olarak da okunabilir. Değer verdiğimiz, etkilendiğimiz insanları gözümüzde büyütür müyüz? Artık eski değerini korumayan, hayatımızdaki işlevleri kaybolmuş insanlar, gökte minicik gördüğümüz uçaklar gibi bizden uzaklaştıkça küçülürler mi? “Bu tabaklara uzanmış ufacık insanlar, geçmişimde beni bir şekilde üzmeyi başarmış, yalnız ruhuma her biri birer çentik atarak mazi denilen o karanlık, küf kokulu dehlizin içinde yok olup gitmişlerdi.(6) 

Ayışığı Sofrası, her ne kadar içinde kısıtlı zaman dilimleri için Bodrum’a, İstanbul’a yer açılmış olsa da Ankaralı bir kitaptır. Yazar, okuru adeta Ankara’da gezdirir: Güneş Sokağı, Güz Sokak, Mesnevi Sokak, Yukarı Ayrancı, Refik Belendir Sokak, Reşit Galip Caddesi, Tunalı Hilmi Caddesi, Arjantin Caddesi, Kader Sokak, Gaziosmanpaşa, Kızılay, Konur Sokak, Karanfil Sokak, Mesnevi Sokak, Gelincik Sokak, Cebeci, Karum Alışveriş Merkezi, Beğendik Mağazası…

Romanın tematik süreci doğrusal bir çizgi izlemez. Zamanda geriye dönüşler, hatırlamalar vardır. Gece, bir zaman dilimi olmasına karşın Ayışığı Sofrası’nda mekânsal bir boyut kazanmıştır. Bu yönüyle roman boyunca süregelen zaman, mekân geçişleri oldukça ilginçtir.

“Seni nerede göreceğim?” diye sordu bana.

“Bulursun beni. Gecenin içindeyim.”

“Gecenin içindesin değil mi?”(7) 

Zaman ve mekân geçişleri öncesinde yahut hemen geçişin yapıldığı paragrafta hissedilen belirgin bir koku vardır, her defasında değişen: “…deniz kokan, yosun kokan bir liman kentinin gecesinin içindeyim.”(8) “Gece yeli çürük bir meyve kokusunu burnumuza getirdi.”(9) “Üçümüz de birer takla atarak yeni baştan kahverengi telvelerin üstüne düşmüştük.”(10) Burada işaret edilen Türk kahvesi kokusudur. “Çok değişik bir parfüm sürünmüştüm bu sabah.”(11) “Beni göğsüne yatırmış olan erkeğin kokusunu içime çekip gözlerimi kapattım.”(12) “Yoğun bir küf kokusu burnuma dolmuştu.”(13) “…merdivenler şimdi yaz sıcağında toz içindeler ve su ile ıslatılınca toprak kokuyorlar.”(14) Koku, okur için adeta değişimin habercisidir. Kokuyla birlikte Serra ya bir rüyanın içinde bulacaktır kendini yahut geçmişe gidip bir olayı anımsayacaktır. Peki, neden beş duyu organından illa ki burnun algıladığı koku seçilmiştir zaman, mekân değişimini/geçişini sağlamak için? “Birçok canlıya göre insan koku sistemi daha az yetilere sahip olmakla birlikte, on binden fazla farklı kokuyu birbirinden ayırt edebilmektedir. Aynı zamanda insanlar kokularla ilgili olarak iyi bir belleğe sahiptir. Hatta bazı unutulmuş olaylar veya hatıralar onlarla ilişkilendirilen kokuların yardımıyla hatırlanabilmektedir.”(15)Koku alıcı hücreleri ara nöronlar ile sinapsal bağ yapmadan beyin ile doğrudan bağ oluşturmasıyla da diğer duyulardan ayrılmaktadır.”(16) Bu durumda kokudan yararlanmak zaman geçişleri açısından en doğru seçimdir. Yazar da bize bunu doğrulayacak nitelikteki ipuçlarını vermiş zaten: “… bazı geceler parfüm koleksiyonumdan hafif kokulu bir parfüm seçip birazcık sıkarım havaya. / Çevremde dolaşmaya başlayan çiçek ya da hafif baharatlı koku, sanki bir yolculuğun başlangıcını belirleyen tılsımlı bir işarettir. / Birazdan gece yolculuğum başlamak üzeredir; yatağıma girip gözlerimi kapattığım zaman, bilinçaltımın koridorlarında gerçekleşecek, bilinmeyen bir yolculuğun heyecanını taşırım yüreğimde…”(17)

Televizyon bir kâhin gibi tüm olayları an be an gösteriyor. Falcı Sibil’in, Tanrı Apollon’un sesi üzerinden ilişki kurduğu mağaradakiler; falcının bağırsak falı yorumlarının birebir benzerini televizyondan izlediklerini bildirirler. “Televizyon her şeyi mağaranın içine getiriveriyor. Akıl almaz bir şey ama gerçek. İşte falcının anlattığı olaylar da bunlar.(18) Mernuş’un bu yorumu üzerine, günümüzün modern falcısı televizyondur, denilebilir belki; geçmişi, şimdiyi ve geleceği ekrana yansıtan; insanları mıknatıs gibi kendisine çeken, ağızları ketumlaştırıp büyük küçük herkesi karşısında mıhlayan… Bu arada duyulmamış fal çeşitleri de konuyla ilgilenen insanların ne denli meraklı olabileceklerinin altını çiziyor.

Yedi sayısına yazarın yüklediği bir anlam var mıdır? Serra’yla yolları kesişen Yedi Uyurlar, Serra’nın ayışığı sofrasında yüzleştiği geçmişine ait yedi erkek ve Aşo’nun yedinci ayda kirada oturduğu evinden maddi olanaksızlıklardan dolayı çıkacak olması.

Kitaba adını veren “Ayışığı Sofrası” geçmişle, geçmişte bırakılan kişilerle, anılarla, eski aşklarla, bilinçaltıyla yüzleşmenin de kitabıdır biraz. 

Bütün düşüncelerin, arzuların, isteklerin, korkuların kaynağı bilinçaltımız, en mahrem yerimizdir. Orada olan bitenleri kimsenin deşifre etmesini istemeyiz. Serra’nın gördüğü bir rüyanın içindeki hazineye ulaşmak için bilinçaltında dolaşıp duran Karı Şefik’in bir an önce bilinçaltından çıkmasını isteyen Serra, Yemliha’nın yardımını ister. “Şu bankın üstüne uzanıyorum. Ağzım açık. Ağzımdan dışarıya kim çıkarsa tut onu, sakın bırakma…(23) Anakronik anlatımları seven yazarın burada, zamanı simgeleyip zamanlarda seyahat ettiği söylenen Kronos’a bir gönderme yaptığından söz etmek belki mümkündür. 

Romanda insan-gece ilişkisi yakından bakılmaya değer. Karakterin varoluşunu gerçekleştirmek için karanlıkta yüzleşmeler yaptığı söylenebilir. Gece olduğunda Serra’nın kendi içinde çıktığı bir yolculuktur esasında okura sunulan. Ayışığı Sofrası tümüyle fantastik bir eserdir demek mümkün değil. Yalnızca okumanın belirli bölümlerinde ‘gecenin içinde, zaman geceyi işaret ettiğinde’ fantastik etkiler vardır. “Fantastik … gerçek yaşama birdenbire gizemin girmesiyle … belirir. Fantastik anlatı… bizim yaşadığımız gerçek dünyada yaşayan, bizler gibi ancak birdenbire kabul edilmesi olanaksız bir olay karşısında kalmış insanlar sunmayı sever.(24) Teknolojinin her geçen gün kendini aştığı bir zaman diliminde Yedi Uyurların buna tanıklık etmesi gibi.

Öncelikle mağaranın özelliklerine bakalım: Mağara karanlıktır. Zamansız bir yerdir. Doğal ortamdır. Gizemlidir. Tehlikeler barındırabilir. Maceralara açıktır. Tüm bunları romandaki, artık mekâna dönüşmüş gece için de söyleyemez miyiz? Bence romanda mağara ve gece özdeş duruma getirilmiştir.

Mağara aynı zamanda koruyucu, saklayıcı da olabilir. Nitekim üç yüz dokuz yıl boyunca Yedi Uyurlar’ın mekânı haline gelmiştir. Bir zaman atlaması yaşatarak Yedi Uyurlar’ı günümüze getiren yazarın amacı modernizme yergi olabilir mi? Makineleşme, sanayileşme sonucunda insanların kendilerini bile isteye hapsettikleri kentler onların aynı zamanda hapishaneleri de olmuştur. Serra’nın bilinçaltındaki hapishanesi de buraya bir gönderme olabilir. 

“Neresi burası Şefik?”

Çevresine şöyle bir bakındı.

“Hapishane avlusu,” dedi.

“Hapishane avlusu mu? Ne hapishanesi?”

“Senin hapishanen burası ablacığım. Senin ruhunun, beyninin hapishanesi. Avludayız işte.”(25)

 Doğal olandan uzaklaştıkça yapaylaşan, rollerin tanımlı olduğu bir hayat sürmeye başlayan insan, sadece rüyalarında ve hayallerinde mi özgürdür? Mağara gibi doğal bir ortama elektrik çekilmesi, televizyon getirilmesi, yedi gencin modern dünyanın olanaklarıyla tanıştırılmaya çalışılması çabaları; kısıtladığımız hayatlarımıza onları da ortak kılıp kendi içimizi rahatlatma çabaları mıdır? Bence yedi gencin mağarada izledikleri televizyon görüntülerini ve seslerini gerçek sanması Platon’un İdealar Dünyası’na göndermedir. 

Romanın sonunda Ayışığı Sofrası’nın 11 Haziran 2000 – 02 Eylül 2000 tarihleri arasında yazıldığını görürüz. Hayli hızlı bir editör çalışmasından geçmiş olmalı ki birinci baskı, Can Yayınları tarafından Ekim 2000’de yapılmış. Nazlı Eray’a kulak verelim: “Tüm kurallar bana ait. Bu serüveni daha çok yaşamak istiyorum. … Yılda bir kitap yazıyorum, bir bir buçuk ay gibi kısa bir süre içinde. …ve hiç düzeltisiz yayınevine teslim ediyorum…(19) Çekincesiz denilebilir ki Ayışığı Sofrası’ndaki kadar geniş, keyifli, zevkle okunan bir hayal gücü; daha özenli bir dil kullanımını hak ediyor. Yerinde, özenli, aceleye gelmemiş bir editör çalışmasıyla şu ifadelerin düzeltilmişlerini okusak daha iyi olmaz mıydı? “… iki çift almıştım bu değişik renkli köylü çoraplarından. Oradaki Buldan bezi örtülerin yanında sıra sıra duruyorlardı, Muğla’da örülüp gelmişlerdi.(20) Fantastik ögeler barındıran bir romanda cansız varlıkların hareket edebilmesi tabii ki kendi iç gerçekliğinin kurulması koşuluyla olanaklıdır ancak bu olanak, alıntılanan cümle için geçerli değildir. “Cep telefonum elimde, el yordamı ile anahtarımı buldum kapının yanında; ok gibi evden dışarıya çıktım.(21) Benzetme hareket hızına değil eve yöneliktir. “Falcının koltuğu mağaranın başköşesine yerleştirilmişti.(22) Evlerin, salonların, mekânların başköşesinden söz edilir de bu bir mağara olunca doğru ifade ‘başköşe’ mi olmalıydı?

Nazlı Eray’ın “Ayışığı Sofrası” adlı romanı ile ilgili daha pek çok tahlil yapılabilir. Zengin çağrışımları olan, yorumlamaya uygun yapısıyla keyifle okunan bir eser. Uzun yıllar boyunca yazınımızın üvey evladı muamelesi gören fantastik türünü sevdirmesi bakımından Nazlı Eray’ın eserleri ayrı bir öneme sahiptir. 

(1) Eray, Nazlı, Ayışığı Sofrası, (İstanbul: Postiga Yayınları, 2012), s. 7.

(2) age, s. 141.

(3) age, s. 22.

(4) age, s. 68.

(5) age, s. 28.

(6) age, s. 184.

(7) age, s. 16.

(8) age, s. 11.

(9) age, s. 45.

(10) age, s. 61.

(11) age, s. 99.

(12)age, s. 112.

(13) age, s. 127.

(14) age, s. 151.

(15) Prof. Dr. Malkoç, Gökhan, Psikoloji, Anadolu Üniversitesi Yayınları, (Eskişehir: Ocak 2016, 4. Bölüm), s. 111.

(16) Prof. Dr. Malkoç, Gökhan, Psikoloji, Anadolu Üniversitesi Yayınları, (Eskişehir: Ocak 2016, 4. Bölüm), s. 112.

(17) age, s. 56.

(18) age, s. 166.

(19) Andaç, Feridun, Öykücünün Kitabı, (İstanbul: Varlık Yayınları, 1999), s. 116

(20) age, s. 34.

(21) age, s. 62.

(22) age, s. 164

(23) age, s. 69.

(21) Todorov, Tzvetan, Fantastik, (İstanbul: Metis Yayınları, Ocak 2004), s. 32.

(22) age, s. 70.

Visited 21 times, 1 visit(s) today
Close