Büronun açılışının üzerinden iki hafta geçmişti. Nisan ayının son günleriydi. Emeklerinin karşılığını alacağı günlere yaklaşıyordu yavaş yavaş. Avukat olmak çocukluk hayali değilse de işini seviyordu. Başarılı olmak onun için önemliydi fakat başarılarıyla ön planda olmaktan pek hoşlanmazdı. Alçakgönüllüydü. İşlerinde kısa sürede kat ettiği yol diğer meslektaşlarına göre fazlaydı ve bulunduğu çevrede dikkatleri üzerine çekerdi. Tuttuğunu koparan biriydi. Bunların farkında olmak ona yetiyordu.
Bugünlere gelmek için çok emek verdi. Eksikler olsa da kısa zamanda büroda hayal ettiğine yakın bir düzen kurabildi. Kendini işine veren ve zamanının büyük kısmını iş yerinde geçiren insanlara özgü bir başarıyla normalden daha hızlı yükseleceğini öngörebiliyordu. Paranın mutluluk getirmediğini fakat parasızlığın mutsuzluk getireceğini bilen insanların çoğu gibi kendini işine adadı ve hayatın ona vermediği her eksikliği işiyle telafi etmek için en çok mesleğine odaklandı. Zaten yaşadığı dönemin şartları istese de istemese de insanı kendi döngüsünde kaybolmaya zorluyordu. Bu döngünün dışında kalabildiği kısa zamanlar ‘yaşadığı’ anlardı. Ve ömür dediğin tekrarlanan döngüler eşliğinde tükeniyordu. Her şey bir gün yok olmak, unutulmak içindi ve geçicilik dünyadaki en kalıcı kelimeydi. Hayatına açılan yeni sayfaya yazacağı cümlelerin heyecanını duyan genç adam aslında bunları düşünmeyi pek istemezdi. Çünkü o, duygu dünyasının sesini kısıp aklıyla hareket etmeyi tercih edenlerdendi. Bazen farkındalığın yüksek olması da kişiye zarar verir. Yok gibi yaşamak ve uyum sağlamak çoğu zaman en doğru tercihtir.
Günün aynı anında adamın şehrinden kilometreler, şehirler hatta ülkeler kadar uzakta portakal çiçeği rengi elbiseli kadın parkta oturmuş defterine bir şeyler yazıyordu. Başını gölgesinde gizlendiği ağacın gövdesine yaslayıp bir süre gökyüzünü seyretti. Portakal çiçeği rengini çok severdi. Bu renk onun gurbetiydi. Tıpkı çocukluğunun geçtiği ülkeden çok uzakta olmasının verdiği his gibi. Uzun zamandır aklına gelmeyen fakat aslında hiç unutmadığı üzeri örtülü hatıraların yüzünde ufak bir gülümsemeyle yeniden ortaya çıkması gibi. Hiç görmediği bir şehri sırf onun şehri diye sevmesi, özlemesi gibi. Bilmekten imtina etmek ve merak arasındaki küçük harpte galip gelen merak olmuştu. Aradan geçen bunca yıldan sonra acaba neredeydi, ne yapıyordu? Zaman, bazı hisleri bir buz kalıbında dondurmuş gibi uyuşturuyor, varlığına alıştırıyor ve hissizleştiriyordu. İçinde ortaya çıkan küçük bir kıvılcımla uzun zamandır uzak kaldığı bu kokuyu, portakal çiçeği kokusunu yeniden çok özledi.
Yıllar önce yaşadıkları, aşkın ilk ve saf haliydi. Etkisi yaşandığı zamandan daha derin iz bırakanlardan, çok öğreten ve zor vazgeçilenlerdendi. İnsanı zamanı durdurmanın mümkün olduğuna inandıran ve sadece şanslı bedenlere dokunan o tarifi zor duyguyu ikisi de birbirinden öğrendi. Ne var ki iki insanı bir arada tutmak için bazen duygular yetersizdir. Başka yolları birbirleri olmadan yürümeye karar verdikleri gün ona son kez “Portakal çiçeğim,” dediği anı hatırlayan kadın, defterine bir şeyler daha yazmak istedi fakat cümlelerini tamamlayamadı. Çünkü kelimeler bazen hisleri anlatmakta yetersiz kalır. Kadının eksik kelimeleri kaleminden gökyüzüne yükseldikçe adamın şehrindeki bulutlar grileşti ve yağmur olup döküldüler tane tane.
Adam penceresindeki küçük damlaların yanına yaklaştı. Bir sigara yaktı. İçinden gelen bir dürtüyle bakışları gökyüzüne ulaştı. Bahar yağmuru yağıyordu. Dışardan gelen portakal çiçeği kokusuna karışmış ıslak toprak kokusu huzur veriyordu. Yerine geçip oturdu. Aklı üzerinde çalışması gereken dosyalarla meşgulken elinde bir kutuyla sekreteri içeri girdi. Kargocu az önce getirmişti. Üzerinde göndericiye ait bir bilgi yoktu. Kutuyu açtı. İçinde altın sarısı, daire şeklinde, zamansız bir takvim vardı. Hiç durmaksızın akan yılları daha yakından görmesi için. Hayatın telafi edilemez yegâne kavramı zamanı ve zamanın durmasını dilediği nadir anları ona hatırlatması için. Takvimi kutudan çıkardı. Çok şık görünüyordu. Odada en iyi kendinin görebileceği bir köşeye koydu. Aslında şu ana kadar ondan geldiğine dair hiçbir somut iz yoktu. Ama hissediyordu. Bazı kalpler eğer bir zamanlar aynı ritmi tutmuşlarsa bir daha sonsuza dek yan yana gelemeyecek bile olsalar yine aynı ritmi tutabiliyorlardı. İşte o anlarda iki beden birbirlerinden habersiz, düşünce dünyasında birbirlerini bulurlardı. Kutunun kenarında kalmış zarfı gördüğünde içinde bir titreme hissetti. Zarfı açıp içindeki gri kâğıdı çıkardı. Siyah mürekkepli kalemle en sevdiği şiir ve altında isim yerine iki kelime yazılıydı: Portakal çiçeği. O göndermişti, yanılmadığını anladı. Adam elinde tuttuğu el yazısıyla yazılmış Lavinia şiirine bakıp portakal çiçeği kokusunu ciğerlerine çekerken ondan çok uzakta bir ülkede ağacın gölgesinde uyuyakalan kadın gördüğü rüyanın tam ortasında irkilerek uyandı.
Editör: Gülhan Tuba Çelik
- Yerçekimsiz Gökyüzü - 10 Ekim 2024
- Antika Vazo - 20 Ağustos 2024
- Portakal Çiçeği - 9 Mayıs 2024