Senaryo (Adaptasyon): Yılmaz Erdoğan
Yönetmen: Türkan Derya
Oyuncular: Yılmaz Erdoğan, Ahmet Mümtaz Taylan, Cem Yiğit Üzümoğlu, Rüzgâr Aksoy, Duygu Sarışın, Metehan Parıltı
Yapım: BKM FİLM
Kitaplarımızın yerini alan “malum” platforma gelmesi beklenen Yılmaz Erdoğan imzalı “Kin” filmi birkaç hafta önce girdi bekleyenlerin hayatına. Yılmaz Erdoğan hayranlarının heyecanla beklediği film bekleneni karşıladı mı peki? Sosyal medya platformlarından ve yorumlardan anlaşıldığı üzere beklentinin oldukça altında. Yönetmen koltuğunda daha önce çok sevilen işler yapmış sektörün iyi isimlerinden Türkan Derya var. Oyuncu kadrosu azımsanacak gibi değil. Ahmet Mümtaz Taylan, Yılmaz Erdoğan, Cem Yiğit Üzümoğlu, Duygu Sarışın, Rüzgâr Aksoy, Metehan Parıltı. Kadroda neredeyse boş kurşun yok. Oyuncu filmi büyütür, senaryo devleştirir, reji bu ikisiyle birlikte birçok tekniği kullanarak vücuda getirir filmi. Ancak filmin iskeleti, ana malzemesi hikayedir. Her film bizi sarsmaz, ama mutlaka iz bırakır. Bazısı açık yara, bazısı kanayıp biten şekildedir tabiri caizse. Uyarlama filmin tüm zorluklarını bir tarafa bırakarak bakarsak eğer “Kin” filmine, ne yazık ki o, baştan yarım kalmış bir kulvarda koşuyor. Hikâyenin uyarlama olması birçok sinemaseveri elbette heyecanlandırdı. Güney Kore yapımı “The Chronicles of Evil” adlı filmden hareketle çekilen “Kin” bir yanıyla soluk soluğa izlenecek polisiye bir gerilim, bir yanıyla da şiddetle örülmüş bir intikam hikâyesi olmalıydı. Peki biz bunları bulduk mu? Hayır. Özellikle baştan tahmin edilecek sonun ve hikâyenin, farkı bir şekilde işlenebilecekken işlenmemesi ciddi bir hayal kırıklığı. Peki Yılmaz Erdoğan’ın canlandırdığı Harun Komiser. İlk bakışta adalet neferi olan komiser, aldığı ödülden ve terfi haberinden sonra bambaşka birine dönüşüyor ki bunun bir dönüşüm olduğu hissi de yeterince net ve açık değil. Ayrıca metaforik olarak da verilmemiş. En azından izleyiciye geçmiyor. İşte o ödül gecesinden sonra kutlama yemeği ve akabinde komiserin hikayesi başlıyor. Bindiği taksicinin ona saldırmasıyla kendini savunurken adamı öldürmesi ve aslında kendi peşine düşmesi , standart bir hikâyenin tüm taşlarını eteğinde toplamış. Olayların gelişmesi bu aşamada başlıyor, başlıyor başlamasına ama sakızımsı ve gereksiz detaylarıyla her şeyi pek açık ediyor. Orijinal filmden aldığımız lezzet burada ekşimsi bir tada dönüşmüş maalesef.
Türkan Derya’nın manevraları da filmi kurtarmaya yetmiyor, ancak birçok izleyici için de izlenebilir hale getiriyor. Yılmaz Erdoğan’ın hazır atmosferin içinde canı sıkılmış, borç batağına girmiş adam tipolojisi ana karakteri karikatürize edip sahiciliğini öldürmüş. Peki oyuncu sahici mi olmalıdır? Birçok dramada bu farklıdır, ama bu filmde oyunculuk sahicilikten bayağı uzakta. Ahmet Mümtaz Taylan adına yakışır bir oyunculukla, normal sınırlarda seyreden tipolojisiyle diğer tüm oyuncuları elbette geride bırakıyor. Ancak yine de kimse kalkıp ayakta alkışlamıyor Ahmet Mümtaz Taylan’ı ve bunun temelinde altı boş kalmış, derine inmeyen hikâye var. Ayrıca aile güzellemesi yapılıp suçun normalize edilmesi de filmin içindeki diğer normalizelerin gerisinde duruyor. Nitekim yönetenin filmi avucuna alamaması, planları standart ölçülerde kurması, çiçek gibi açan planları içinde gerilim unsurlarının sıska kalması da yine hikâyeye hâkim olunamamasından kaynaklı diye yansıyor izleyiciye.
Filmde uygun şekilde dramatize edilmiş bazı sahneler var elbette, ancak bunlar da gerilim statüsünden çıkıp Yılmaz Erdoğan etkisi ile şiirsel bir bütüne dönüşüyor ki bu da pek etkili olmuyor film içerisinde. Hissi sorgulamaların ve çatışmaların olduğu sahneler de bu biçimde işlenmiş, İnsan kendini çok keskin sorgular, Harun ise burada doğru, yanlış, vicdan ve statü kısımlarında kendini incitmeden sorgulamış ki bu durum da çatışmanın ahlakına ve sinemanın sertliğine -türüne göre- oldukça şiirsel kalmış.
Filmin girişindeki çocuk ve yakalama sahnesi amiyane tabirle, sekiz yaşındaki çocuğun dediğine inanmazsan başına bu gelir, noktasında kalmış. Çocuk karakterlerin boş bakışlarından öte analiz, derinlik, kısa da olsa bir nokta yok diyeceksiniz ki film onun üzerinde akıyor. Hayır tamamen Harun komiser üzerinden akıyor. Orada anlatılması gereken şey geride kalan çocukları bu hale getiren, suça iten kısımlar ve onların hisleri. Adalet arayışında ortada kalan her zamanki gibi geride kalanlar. ‘Ejderha Dövmeli Kız’dan kalanların bu filme aktarıldığı hissini veren karakter de cabası. He canım! Sen emniyete gel, komisere dik dik bak sonra! Evet, gerçekliği bölersin film içinde, parçalarsın da ancak bir karakter, ancak bu kadar havada kalabilir. Bakışı, duruşu, hikâyeyi üzerinde taşıması, hüznü…
Sıradan bir kurgunun yakamızı bırakmadığı bu öyküde bütçenin ucuzluğu da artık her şeyi sorgulayan, araştıran izleyiciden kaçmıyor. Zaten bu konuyla ilgili sosyal medyada bolca konuşuldu. Üzerine konuşulacak pek bir şey de kalmıyor ki ne ucuz – prodüksiyon – filmler ne işler yaptı.
“Kin” malum platformda kendi halinde yapılmış, kırık dökük, ama eli ayağı olan bir film olarak hem hafızalarımızda hem de sinema kulvarında yerini aldı ve daha niceleri de yerini alacak. Dizi ve sinema sektöründeki zorlu koşullar konuşulmasa da sorunlar ortada. Tüm bunların ışığında bu koşullarda bile izleyiciye iyi işler yapan emektarlara sevgiyle.
- Polisiye Sesler: Alper Canıgüz - 20 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Halis Dokgöz - 13 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Timur Soykan - 6 Mart 2024