Zil sesi uykuma karışıyor. Her ne kadar duymazdan gelsem de ısrar ediyor rüyamı parçalamak için! İstemeyerek kalkıyorum rüyamın ısıttığı yatağımdan ve öfkemle kapıya gidiyorum. Holmes şapkalı adam, elindeki kanunla ve buz tutmuş pos bıyıklarıyla sırıtıyor karşımda.
“Yolda kaldık, telefonunuzu kullanabilir miyim acaba?”
Ulan, sen bilseydin benim rüyada nerde kaldığımı, sorabilir miydin acaba, “Yolda kaldım, telefonunuz falan,” diye.
İsteksiz içeri alıyorum herifi bir karşılık vermeden. Telefonun durduğu uzun ayaklı sehpayı gösteriyorum kafamı oynatarak.
“Çok teşekkür ederim,” diyor tereddütlü.
Yatağa dönsem, devam etsem kaldığım yerden diyeceğim, ama adam telefonu bitince kendi kendine gider mi emin değilim.
“155’i mi yoksa 154’ü mü aramam gerekiyor?” diye sorarak rahatsız etmeye devam ediyor ruhumu.
Yatmak için niyetlendiğim çekyattan bozma döşeğime oturmuş onu süzüyorum, “Bu ne aptal herif!” diyerek. Bakışlarımdan rahatsız, numara çevir sesi açık, ahizeyi elinde tutuyor sersem sersem bakarak.
Ayağa kalkıyorum ve “Ben ararım, ver,” gibilerinden bir el hareketiyle ahizeyi istiyorum ona doğru giderken. Salak bir mutluluk ifadesiyle ahizeyi bana uzatıyor sersem. Ahizeyi alır almaz çenesine yapıştırıyorum tüm hıncımla. Kendi ekseni etrafında dönerken ağzından fırlayan üç diş sayıyorum havada. Ağzındaki sıraya göre süzülüyorlar havadaki martılar gibi sökük dişler. Sıkılan tabancadan düşen boş kovanlar gibi tek tek yere düşüyorlar sonrasında. Fark ediyorum ki adam dişlerinden önce düşmüş yere, yanında sekiyor dişleri düştükçe. Yerdeyken artık pos bıyıklarındaki karlar yerini kana bırakmış durumda. Ağlayarak sızlanıyor devamı gelecek diye. Öyle bir niyetim yok şimdilik, ama belli de olmaz. Konuşmaya çalışıyor ama anlaşılmıyor, çenesi kırık değil, ama çıkık. Kendi zırvaladıklarını duydukça daha da çok ağlıyor, çünkü dediklerinin bir kelimesi bile anlaşılmıyor. Dişler yok, nerdeyse boğazına kadar kan dolmuş, çene de çıkık. O kadar merak halindeyim ki ısrarla ne demek istiyor bu kadar diye, çömelip bir el hamlesiyle çenesini yerine oturtuyorum. O sırada çenesinin acıcısıyla mı yoksa ölüm korkusuyla mı bilinmez, kolumu tutuyor iki eliyle sıkıca. “Karım, karım…” diye zırvalıyor yerine yeni oturmuş çenesiyle.
“Neyse ne!
Bırakır mısın kolumu?”
Bırakmıyor hafifçe gevşetiyor o kadar.
“Neden bu kadar kızgınsın? İstemiyorum dersin biter. Karım hamile. Arabada suyu geldi, hastaneye giderken yolda kaldık. Ona yardım et lütfen!” deyip bayılıyor ahmak herif.
“Hadi be! Yok artık,” gibilerinden ben içlenirken kapım çalıyor tekrar.
Kocasını öyle görünce ne olacak diye çok kafama takmadan açmaya yöneliyorum kapıyı. Malum yataktan kalkmışım, yalın ayak yürürken sökük dişlerden biri ayak tabanıma batıyor. “Lanet diş” diye bağırırken kapıyı açıyorum.
Karnını tutan ağlamaklı hamile kadın, kapıyı açtığımda arkamda baygın yatan kocasını ilkinde görmüyor cüssemden, ama ne zaman ki ben açık kapıya yaslanarak ayak tabanıma batan dişi çıkarmak için eğiliyorum, kadın olduğu yere yığılıyor kanlı manzaradan dolayı. “Eee, pardon! Çok güzel bir rüya görüyordum, zilli ısrarla çaldı, yoksa …” diye zırvalıyorum ama kadın sadece, “Katil, katil!” diye bağırıyor. Bu sırada çöktüğü yerde doğum sancıları şiddetleniyor geçirdiği travma nedeniyle. Yol kurtarıcı olamadık ebe mi olacağız şimdi? Kadının bacaklarını aralayıp onu doğurturken aklımda tek bir soru var, “Kapıya geldiğinde bu adamın elinde neden bir kanun vardı?”
- Son Ütücü - 14 Aralık 2022
- Bir Kabus - 23 Kasım 2021
- Kanun Ne İş? - 24 Ekim 2021