Yazar: 19:58 İnceleme, Kitap, Kitap İncelemesi, Roman

Kadının Fendi Kitap İncelemesi

KADININ FENDİ: TABİİ Kİ ERKEĞİ YENDİ

Erlend Loe’nun 24 yaşındayken, 1993 yılında yazdığı ilk romanı Kadının Fendi, nihayet 2019 yılının sonlarına doğru Yapı Kredi Yayınları tarafından, Dilek Başak’ın çevrisi ile dilimize kazandırıldı. Kadının Fendi romanı 2007 yılında beyazperdeye aktarıldı. Yazarın daha önce 2016 yılında Doppler romanı, 2018 yılında Bildiğimiz Dünyanın Sonu romanı aynı yayınevinden çıkmıştı. Naif. Süper romanı ise yine 2018 yılında Siren Yayınları’ndan çıkmıştı. Erlend Loe eserleriyle 2006 yılında Avrupalı Genç Okurlar ödülüne, 2013 yılında ise Norveç’in önemli edebiyat ödüllerinden Aschehoug Edebiyat ödülüne layık görülmüştür. 

Şimdi bakalım Erlend Loe’nun anlatımıyla kadının fendi erkeği yenebilmiş mi? 

Bizimkisi Bir Aşk Hikâyesi -Mi? 

Kadının Fendi, kadın erkek ilişkisi üzerine kurulmuş, hikâyesi basit bir roman. Erkek anlatıcı tarafından anlatılan ve numaralandırılmış paragraflar halinde ilerleyen romanın en merkezde olan kişisi kadın karakter Marianne. Üç bölümden oluşan roman bir ilişki içerisinde yaşanabilecek her türlü şeyi küçük olaylar ve ikili arasındaki sohbetler üzerinden veriyor. 

İlk bölümde bir anda aynı evin içinde yaşamaya başlayan çiftin ortak yaşamlarının ipleri tamamen Marianne’nin elinde. Bu bölümde anlatıcı erkek karakterin kendi evinde sahip olduğu yetkiyi kaybetmeye başladığını ve kadının fendini hissetmeye başlıyoruz.  

İkinci bölümde anlatıcı erkek karakterin işsiz kalması Marianne tarafından gayet olumlu karşılanıyor ve Marianne bu durumu Avrupa turuna çıkmak için bir fırsat olarak görüyor. Avrupa turu ile geçen ikinci bölümde Marianne’nin erkek üzerindeki baskısı Avrupa turunda gidilecek yerler ve yapılacak geziler üzerinden veriliyor. Avrupa tatilinin rotası tamamen Marianne tarafından çiziliyor. Aksi bir durumda Marianne kendini kötü hissediyor ve sevgilisinin de kendini kötü hissetmesini sağlıyor. 

Üçüncü bölümde ise çiftin yavaş yavaş birbirinden kopmaya başladığını ve nihayet ayrılıklarına tanıklık ediyoruz. Tabii bu ayrılık da Marianne’nin isteği üzerine gerçekleşen bir ayrılık oluyor. Bu bölümde daha çok Marianne’nin hayatındaki büyük boşluğu doldurmaya çalışan erkek karakterin yaşadıkları konu ediliyor ama tabii ki bu ilişki böyle bitmiyor. 

“İlişkimizin sonsuzluğu kavramı biraz sekteye uğruyor. İkimiz de eni konu fani insanlarız şu dünyada.” (sayfa 56) 

 Neredeyse Karaktersiz Bir Karakter

Erlend Loe’nun Kadının Fendi romanında tamamen silik ve sanki varlığı bir başka varlığa bağlı olan başkarakter ile karşı karşıyayız. Kendi düşüncelerini hayat geçirmekte zorlanıyor ve Marianneile olan ilişkisini mahvetmemek için daima karşı tarafın isteklerine boyun eğiyor. Kendi evinin içinde dilediği hayatı yaşayamıyor. İşsiz kalmasının ardından çıktığı Avrupa tatilinde istediği duraklarda değil de Marianne’nin istediği duraklarda duruyor. Ve yaşadığı ilişkinin bittiğini bile Marianne’den öğreniyor. Bazı noktalarda karakterin tepkisizliğine dayanamayacak gibi olabilirsiniz. Hatta Marianne karakterine büyük antipati besleyebilirsiniz. Burada Erlend Loe’nun karakter yaratma konusunda ne kadar başarılı olduğuyla karşı karşıyayız. Sonuçta bir karakteri çok sevmekle bir karakterden nefret etmenin altında yatan ortak payda o karakterin çok iyi yazılmış olmasıdır. 

“Büyümenin en iyi yanı ne sence?” diye sordu bir pazar günü, yeni okuduğu bir şeyle ilintili olarak. “Büyümenin en iyi tarafı, bir elmayı ellerimle bölebiliyor olmam” dedim. “Bunu yapabiliyor musun gerçekten?” diye sorarken ıslak bir öpücük vermeye hazırlandı; bıraktım öpsün. Elmayı nasıl bölebildiğimi ona bir gün göstereceğimi söyledim.” (sayfa 39)

Güzel Ama Bir Doppler Değil

Okuyucu olarak bir karakteri çok beğendiğimde o karakterle ilgili daha çok macera okumak istiyorum ya da o karakterin macerasını defalarca okuyorum çünkü kısa ömrümüzde karşılaştığımız hikâyelerin karakterleri ne yazık ki her zaman çok seveceğimiz karakterler olmuyor. Fakat Erlend Loe Doppler romanında yarattığı karakter Andreas Doopler ile bunu başarmış durumda. Andreas Doopler artık ömrümün sonuna kadar unutamayacağım ve hikâyesini defalarca okuyacağım bir karakter. Tabii Erlend Loe’dan böyle efsanevi bir karakter okumuşken Kadının Fendi romanında daha basit bir karakter ve daha basit bir hikâyeyle karşı karşıya kalmak beni bir miktar hayal kırıklığına uğratmış olsa da bir Erlend Loe romanı okumak daima harika bir deneyim. Uyarımızı yapmış olalım Kadının Fendi güzel bir roman ama bir Doppler değil. 

Yani… 

Kitabın arka kapağında yer alan “aşk ne kadar çok şey olabilirdi, bunu anladım”, sözü romanda içinde düştüğümüz asıl meseleye bizi yönlendiriyor ve hepimizde aynı soru işaretlerini oluşturuyor: Aşk, eşit derecede hissedilen karşılıklı sevgi midir yoksa tek tarafın taşıdığı bir yükün iki hayat üzerindeki etkisi midir? Ya da sonu gelmeyen tavizler dizisi midir? 

Kadının Fendi romanında Marianne karakteri ile kadının fendinin ulaşabileceği sınırlara ve bir kadının bir erkek üzerinde sahip olabileceği neredeyse sonsuz yetkilere şahit olurken, anlatıcı erkek karakter ile bir insanın bir başka insan yüzünden kendini ne kadar ikinci plana atabileceğine ve yaşadığı durumun aşk mı yoksa umutsuz bir bağlılık mı olduğu konusunda yaşadığı ikilemlere şahit oluyoruz. Sakin bir roman arayışı içinde olanlara tavsiye edilir. Erlend Loe hayranlarına ise şiddetle tavsiye edilir. Ne de olsa Erlend Loe ile aynı çağın dünyasında yaşamak nereden baksanız harikulade bir olay.

Visited 14 times, 1 visit(s) today
Close