Yazar: 20:00 Anlatı

Kabuk

Cigaramdan bir fırt çekiyorum ciğerlerimin derinliklerine doğru dağlara bakıyorum odanın küçük kirli penceresinden. Dağlar kafalarını bulutlara gömmüş görmek istemiyor gibi üzerlerinde gerçekleşen savaşı. Ölmek istiyorum korku hâkim oluyor bedenime, kalbime, beynime yapamıyorum. Hüzünlü şarkılar dinliyorum. Hüzünlü kitaplar okuyorum. Hüzünlü şiirleri hüzünlü seslerden dinliyorum. Hareketsiz öylece karanlığın içinde oturuyorum. Derinlerde bir yerde hüzün dolu keman sesi. Aşkımı, halkımı, dağları sokuyor kulaklarımın içinden yüreğime, beynime ve oradan da dosdoğru kalbime.

Kitaplarımı, kalemimi ve beyaz kağıtlarımı çok seviyorum. Kitaplar bana yol gösterdi. Kitaplardan öğrendim bir 20. yüzyıl aydınının yüreğini ve beynini ülkesinin, ulusunun ve insanlığın hizmetine sunması gerektiğini. Kitapların sayesinde, kaval sesi ile keman sesinin farkını, bir destanla modern romanın farkını öğrendim. Aynı şeyleri düşünen insanların, dünyanın neresinde olursa olsun aynı şeyleri yaşayıp hissettiklerini kitaplar sayesinde öğrendim. Kitaplardan, insanların hem bilgin, becerikli, cömert, kadirbilir, hem de namert, küçük, sahtekar, cahil, çirkin ve düşman olabileceklerini öğrendim. Ustalarım, dostlarım, çocuklarım… Odamda bir noktaya bakıyor ve zihnimde kendi kendime konuşuyorum. Açık kapıdan babamın önce sesini duyuyorum sonra kendisini görüyorum. “Bir zamanlar elimi başıma götürürdüm. Avuçlarım ölmüş saçlar ile dolardı. Artık saçlarım dökülmüyor.” diyor anneme. Oturmuş, iki eli, iki dizinin üstünde biraz öne doğru eğilmiş, sırtında fukaralığın vermiş olduğu kamburluk. Beyazların siyahlara karşı giriştiği amansız mücadelede yitip giden canlar gibi babamın saçları. Uzaktan bakınca beyaz, yaklaştıkça aralarda geçmişten kalma birkaç direnen siyah ve yitip gidenlerin bıraktıkları boşluk.

Camdan dışarıya bakıyorum gelip geçen hayatlara. İnsanlar işten çıkıp evlerine gidiyor. Güneş batıyor. Lacivert araba. Siyah kedi. Beyaz bisiklet. Kuşlar havada uçuyor. Anne var. Baba var. Kardeş var. Işıklı tabela 1+0, 1+1 kiralık daire. Sarı taksi. El ele yürüyen çift. Çöp toplayan çocuk.  Ciğerini yırtarcasına “Ah Hazal” diye bağıran genç. Yalnız yürüyen yaşlı adam. Evin kapısı açılıyor. Dışarı giriyor içeriye, içeri çıkıyor dışarıya. Nöbet değişimi. Her gün aynı şeyler. Dışarıdan bana doğru sokak lambası geliyor. Lamba ile konuşuyorum. Öteki gelenlerle konuşuyorum. Bir görsen ne dertliler, neler görmüş, nelere tanıklık etmişler. Ben sadece onları dinliyorum.

Geçenlerde bir film izliyorum ismi şimdi aklıma gelmiyor. Filmde başroldeki adam başka bir dünyadan gelmişçesine esrarengiz görünen bir kadınla tanışıyor ve sevişiyorlar. Kadın gidiyor, üzerinden zaman geçiyor. Adamın içinde derin bir boşluk ve boşluğun verdiği acıyla arkadaşına “Hiç biriyle tanıştığında içindeki boşluğu doldurduğunu gittiğinde de o boşluğun acı verecek derecede büyüdüğünü hissettin mi?” diye soruyor. Filmi durdurdum öylece kala kaldım. Yıllar önceydi birini gördüm, tanıştım, aşık oldum. Hayatımın en güzel yılları, ayları, günleri, saatleri, dakikaları, saniyeleri onunla geçip gitti bir daha da geri gelmedi. Dedim belki de her şeyin yanlış olduğu bir dünyaya geldik gidiyoruz…  Attım dışarıya kendimi. Adımlarımın gittiği yerde beni neyin beklediğini bilmediğim bir yöne doğru ilerliyordum. Geçip giden ve geride bıraktığım her adımda geçmişe… Çocukluk yıllarıma, kırmızının daha bi kırmızı, yeşilin daha bi yeşil, mavinin daha bi mavi olduğu yıllara, oynadığım oyunlara, yaramazlıklarımla çileden çıkardığım mahalle ahalisine, ilk gençlik yıllarıma, bedenimdeki ilk uyanışlara, ilk aşık olduğum kıza gidiyordum. Adımlarımda tükenecekti, geçmişimde biliyordum, hızlandım. Bir süre sonra yürümeyi bırakıp koşmaya başladım. İçimde kalan son geçmiş zamanın da tükenmesini bedenimin sonsuz boşluğa teslim olmasını istiyordum.

 -Kulağımda uğultular, karanlığa bakıyorum görmek umuduyla. Karanlığa bakarken aklıma düşen, tamamlayamadığım bir cümle…

-Neymiş o sonu olmayan cümle?

-Başlangıcın son. Sonunda başlangıç olduğu dairesel sonsuzluk.

-Bilemiyorum ama bu sonsuz cümle bana “Tanrının var olduğu fikrinin gerçek olmasını istemiyorum” demeni hatırlattı. Etrafta gerçekleşen onca şeyi düşününce var olması fikri mideni mi bulandırıyor?

-Kulağımda uğultular, yakarışlar, bağırışlar. Kulağımda geçmişten gelen sesler, gelecekte duyacağım seslerin işaretçisi gibi. Gözlerim karanlığa bakıyor. Beklemek diyorum beklemek, hayatta en zor şey beklemek.

-Hayır diyor hayır, hayatta en zor şey saklanmak.

-Beklemek diyorum beklemek, sevdiğini beklemek gelmeyeceğini bile bile beklemek.

-Hayır diyor hayır saklanmak, ölmemek için saklanmak ölümden kaçarak saklanmak.

-Kulağımda kuş sesleri, ağaç sesleri, çocuk gülüşleri. Gözlerim aydınlığa bakıyor. Aşık olmak diyorum aşık olmak, hayatta en güzel şey aşık olmak.

-Hayır diyor hayır, hayatta en güzel şey yaşamak, özgürce yaşamak.

-Aşık olmak diyorum aşık olmak, sevdiğin ile birbirine bulaşmak ama aynılaşmamak.

-Hayır diyor hayır yaşamak, üzerine bombalar atılmayacağını bilerek yürümeyi özgürleştirmek.

-Aşık olmak diyorum aşık olmak.

-Hayır diyor hayır.

Ömer Aydın
Latest posts by Ömer Aydın (see all)
Visited 10 times, 1 visit(s) today
Close