Yazar: 18:30 Makale, Tiyatro

İletişimde Dördüncü Duvarı Yıkmak

Tiyatro denildiğinde aklımıza öncelikle sergilenen oyun, oyuncular ve sahnede kullanılan aksesuarlar gelir. Oysa bunlar kadar önemli ve doğal olarak var kabul ettiğimiz bir diğer konu sahnenin yapısıdır. Sahne, oyun ve oyundaki kullanıma göre farklılıklar göstermek üzere, temelde yeri zemin ve üstü gökyüzüne açılan bir şekilde düşünülmüştür.  Bunun yanında tiyatro sahnesi; sağ, sol ve arkada sahneyi diğer mekânlardan ayırmaya ve sınır koymaya yarayan üç duvara sahiptir. Ön taraf ise; seyirciye dönük olan ve sahneyi görmemizi sağlayacak şekilde duvarın olmadığı şeffaf bir yüzeydir. Seyirci, duvarın olmadığı bu şeffaf yüzey sayesinde oyuncuları ve oyunu izler. Temel olarak tiyatro sahnesi, bu yapı üzerine kurulmuştur. Dördüncü duvar kavramı da işte bu noktadan çıkmaktadır. Dördüncü duvar; üç yanı kapalı olan sahnenin izleyiciye, oyunu izlemesine olanak sunan dördüncü yüzeyidir. Günümüzde sinemanın ve dijital oyunların gelişimi ile dördüncü duvar kavramı, mevcut alanları da kapsar hale gelmiştir. Özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısına kadar dördüncü duvar geleneksel olarak kabul edilmiş ve anlatı klasik ekole göre şekillenmiştir. Klasik anlatı, karakterlerin ve tiplerin yer aldığı oyunda; duygulara hitap eden ve oyun içinde özdeşim kurduğumuz bir karakter ile birlikte oyun içinde korkup, üzülüp, mutlu olup oyun sonunda özdeşleştiğimiz karakter ile oyun içinde yaşadığımız ruhsal gerilimden arındığımız anlatı türüdür. Kökenleri Aristo’ ya kadar dayanmaktadır.  

Klasik anlatıda, temel iki kavramı bilmek gerekir: Özdeşleşme ve katarsis. Özdeşleşme, oyundaki bir karaktere (ki özellikle başkahramana) yakın hissetmek, onunla oyun içindeki akışta özdeş hale gelmektir. Özdeş hale gelen oyuncu ve seyirci oyun içinde sürüklenir. Katarsis ise oyun içinde iniş ve çıkışlar gösteren ruhsal gerilimin, oyun sonuna doğru azalması ve hem başkahraman hem de özdeş olan izleyici için arınma ve rahatlama aşamasıdır. Tabii ki söylediklerim klasik anlatının geleneksel halidir. Tarihsel seyir içinde klasik anlatıda birçok çeşitleme gerçekleşmiştir. İşte bu noktada, yirminci yüzyılın ikinci yarısında dördüncü duvar temel bir konu haline gelmiş ve “dördüncü duvarı yıkmak” üzerine düşünülmüştür. Tiyatroda klasik anlatıda dördüncü duvarın iki temel esası vardır: Seyirci ve oyuncu, oyun içerisinde ilişki kurmazlar. Ayrıca oyun sergileyen oyuncular, sahnede yaptıklarının bir kurgu olduğunun farkında olmadan gerçeği sahneler şeklinde oyunlarını icra ederler. Yani klasik anlatıya dayalı bir tiyatro eseri izlediğimizde; seyirci olan bizler oyunu izleriz, oyunun bir oyun olduğunun farkında oluruz. Ama oyuncular bizle yani seyirciyle iletişim kurmazlar ve oynadıklarının bir kurgu olduğunun farkında olmadıklarına yönelik bir imajla performanslarını sergilerler.  

Çizim: Seda Nur Yıldız

Dördüncü duvarı yıkmak kavramı, mevcut iki esasın değişmesine dayanır. Özellikle zirve noktası Bertolt Brecht ile “Epik Tiyatro’da” karşımıza çıkar. Epik kavramı aklımıza ilk gelen kahramanlık manasıyla kullanılmamıştır. Dördüncü duvarın yıkıldığı eserlerde oyuncu, oynadığı oyunun kurgusal tarafının farkında olduğunu zamana zaman seyircilere hissettirir. Ayrıca zaman zaman da seyirciyle iletişim kurar. Klasik anlatıda oyun içinde oluşan ruhsal gerilim ve buna bağlı ruhsal arınma-duygusal doyum esastır. Epik tiyatroda ise duygusal doyumdan ziyade eleştiri yapabilmek ön plana çıkar. Brecht, kendi tiyatro anlayışında seyircinin aktif ve eleştirel bir hale gelip; sahnede oynanan oyunun bir sorgulayıcısı haline gelmesini ister. Yararlandığı tekniğin ismi ise yabancılaştırmadır. Yabancılaştırma yukarıda bahsettiğimiz iki esas ile meydana gelir: Seyirciye oyunun bir kurgu olduğunun, oyunun oyuncuları tarafından hissettirilmesi ve izleyiciye yönelik doğrudan iletişim. Böylece izleyicinin klasik anlatıdaki gibi özdeşim kurmasını engeller ve yabancılaşmasına neden olur. Bunun sonucunda da izleyici, oyunun kurgusal döngüsünü ruhsal doyum aramaktan çıkarak aktif ve eleştirel bir konum ile değerlendirme fırsatı bulur. Epik tiyatronun duygudan çok mantığı ön plana koyduğunu söyleyebiliriz. Dördüncü duvarın yıkılması kavramını günümüzde sinemada ve dijital oyunlarda kullanıldığını söylemiştik. Funny Games (Ölüm Oyunları) ve Truman Show, tavsiye edebileceğim iki filmdir. 

Dördüncü duvar ve dördüncü duvarı yıkmak meselesine değindikten sonra günlük hayat ve iletişim noktasında mevcut kavramı nasıl ele alabiliriz? 

İletişim; iletişimin tarafları arasında duygu ve düşünce aktarımıdır. Çeşitli yollarla ve çeşitli araçlarla gerçekleşebilir. Söz gelimi yüz yüze de iletişim kurabiliriz, telefondan mesajlaşabiliriz de. İletişim sırasında emoji de kullanabiliriz, jest ve mimiklerimizi de. İletişimde temelde iki taraf vardır: Gönderici ve alıcı. Gönderici, mesajı iletendir. Alıcı, mesajı alandır. Daha felsefi bir noktadan meseleye bakarsak gönderici biz isek, “Ben”, alıcı ise “Öteki” olarak isimlendirilir. İletişim kavramını birçok benzetme ile daha anlaşılır hale getirebiliriz. Benim bu noktada en sevdiğim benzetmeler duvar, dans ve oyun benzetmeleridir. İletişim, iki ustanın birlikte tuğlalarla bir duvarı sırayla tuğla koyma usulüne göre örmelerine benzer. Bir usta bir tuğla koyar, sonra diğer usta başka bir tuğla koyar.  Örme işlemi devam ettikçe kural bozulur, bazen birisi koymaz bazen de birisi birden çok tuğla koyar. Ama bu benzetme ile farkına varmamız gereken nokta şudur: İletişim, karşılıklı örülen bir duvara benzer. Yapacağımız bir adım, iletişimin diğer tarafının bir sonraki adımını etkileme ve belirleme özelliklerine sahiptir. Bu nedenle de söz gelimi duvarın altıncı sırasına bakıp, tuğlanın yamuk ilerleyişinden bahsetmek duvarın tamamını görmediğimizi gösterir. Diğer benzetme olan dans benzetmesi ise, iletişimin karşılıklı ve birlikte oluşuna atıf yapar. Karşılıklı ilerleyişi, ortak yapılan dansta ortak bir ritim ve ortak figürler bulma konusunu gündeme getirir. Aksi takdirde ritim farklıkları ve figür farklılıkları sorunlar yaşanmasına neden olabilir. Son benzetme olan oyun ise iletişimin, bir performans oluşuna işaret yapar. Özetle iletişim, biricik olan tarafların kendi biriciklikleri ile birbirlerini belirlediği bir süreçtir. Performans gösterilmesi gereken, ortak ritim ve figürlere ihtiyaç duyulan ve aynı zamanda da karşılıklı hamlelerin duvarın yıkılıp yıkılmayacağını belirleyeceği ciddi bir iştir. 

İletişimde dördüncü duvar dendiğinde ise neyi düşünmeliyiz?  Günlük hayattaki iletişimde dördüncü duvarı yıkmak nasıl gerçekleşebilir? Tiyatroda iki taraftan bahsedebiliriz: Oyuncu ve izleyici. Dördüncü duvar ve dördüncü duvarı yıkmak iki taraf sayesinde gerçekleşir. Günlük hayattaki iletişimlerimizde bir nevi oyuncu rolü ile sahnede bulunmaktayız ve gerçeğimizi yaşamaktayız. Dördüncü bir duvar yani seyirci konumundan bahsedememekteyiz. Etrafımızdaki herkes belli oranda mevcut iletişimin etkileşenleridir. Peki, bu durum bizim bir seyirci koltuğunu hayal etmemizi engeller mi? Cevap, hayır engellemezdir. İletişim sırasında ve aslında ilk zamanlar iletişim sonrasında o iletişim anını düşünerek bir seyirci koltuğu zihnimizde inşa edebiliriz. Peki, bu neye yarayacak? Klasik anlatıdaki özdeşleşme ve katarsis sürecinden bahsetmiştik. Günlük hayattaki iletişimlerimizde de aslında bir duygusal arınma aşaması ve çabası içerisindeyizdir. Her iletişim, bir ruhsal gerilim potansiyelidir. Bazısı istediğimiz gibi ilerler, bazısı ilerlemez. Ama her bir iletişim hali, özne-ben için bir uyarandır. Özne için, uyaran bir gerilim oluşturur ve özne iletişim sırasında gerilimi azaltmak ve katarsise ulaşmak ister. Bir çocuğun annesinden çikolata istediği anı veya patronunuzla izin gününüz üzerine konuştuğunuzu düşünün. Amacımız doyuma ulaşmak, ruhsal olarak dengelenmemizi sağlayacak iletişimin istediğimiz gibi gitmesi halidir. Bu durum özneyi; doyum arayan, kendi penceresinde sabitlenen bir hale sokar. Empati bu noktada önemlidir. Empati, iletişimin diğer tarafının duygu-düşünce ve davranışını onun penceresinden bakıp anlamaya çalışmaktır. Bu, empatinin ilk aşamasıdır. İkinci aşama ise iletişimin diğer tarafını anladığımız kadarıyla, anladığımız taraflarını ona ifade etmektir. Yani anladığımızı, ötekine aktarmak ikinci aşamadır. İletişimde dördüncü duvarı yıkmak ise empatinin bir üst basamağı olarak devreye girer. Zihnimizde inşa ettiğimiz seyirci koltuğuna katarsis arayan özne koltuğundan kalkıp geçmemizi ifade eder. Katarsis arayan özne, sahnenin dışına kurulan hayali seyirci koltuğuna geçtiğinde doyum arayan taraf olmaktan çıkıp aktif, sorgulayıcı ve eleştirel bir tavırla iletişimi anlamaya çalışacaktır. Bunu yaparken de yukarıda bahsettiğimiz iletişim için kullanılan benzetmelerin farkında olması esastır. Dördüncü duvarı yıkan ve kendini seyirci koltuğuna oturtan kişi, iletişimin nasıl performe edildiğini, nasıl bir ritme ve figürlere sahip olduğunu ve ayrıca nasıl taraflar aracılığıyla birbirini belirlediğini görme fırsatı bulacaktır. İletişim taraflar arasında döngüsel olarak ilerler. Kişi; dördüncü duvarı yıktığında döngüyü fark edip, döngünün sorun oluşturan taraflarını fark edebilecektir. 

Tiyatrodaki dördüncü duvarı yıkmak kavramına benzer şekilde iletişimde dördüncü duvarı yıkmak özetle iki esasa dayanır: Kişi, iletişimde katarsis arayan konumundan; seyirci rolüne ve böylece aktif-eleştirel konuma geçer. Kişi; iletişimin döngüsel ve performans yönünün farkına varır. Ama meseleyi taçlandırması gereken bir son nokta daha vardır: Kişi, aktif ve eleştirel koltuğundan edindiği izlenim ve bilgiyle; iletişimdeki oyuncu rolüne geri dönüp iletişim döngüsünü yeniden şekillendirmelidir.  İletişimde dördüncü duvarı yıkmak, empati becerisi gibi üzerine çalışıldıkça kazanılacak bir beceridir. Yapılması, birçok konuda olduğu gibi söylenilmesinden daha zordur. Özellikle beceriyi geliştirmeye çalışılan ilk zamanlarda kurulan iletişimler sonrasında mevcut beceri açısından düşünmek, beceri kazanımının yolunu açacak adım olacaktır. 

Emre Şengür
Latest posts by Emre Şengür (see all)
Visited 23 times, 1 visit(s) today
Close