Yazar: 19:00 İnceleme, Kitap, Kitap İncelemesi, Öykü Kitabı

Homologlar Evi: Benzeri Olmayan Bir Ev

Bir şeylerin yerine konmuş başka şeyler o yeri ne kadar doldurabilir. Cevap içeride.  Homologlar evine davetlisiniz. İçeri buyurun, kapıda kalmayın… 

1993 doğumlu yazar Fatma Nur Kaptanoğlu’nun ilk öykü kitabı Kaplumbağaların Ölümü 2017 yılında, incelemeye gayret edeceğimiz ikinci kitabı Homologlar Evi ise Eylül 2019’da Dedalus Kitap’tan çıkıp biz okurlarıyla buluşmuştu. Homologlar Evi, totalde 10 öyküden oluşuyor. Biz de “çizgimiz kadar ve sınırımızın hemen üstü”nde bir yerlerde durarak bu öyküleri inceleyeceğiz. Yerimiz benzerlerimizle dolmadan incelemeye başlayalım. 

Yeri Dolmayanlar/Doldurulamayanlar

Kitabın ilk üç öyküsü, incelemeye başladığımdan beri tekrarlayıp durduğum bir şeyin yerini bir başka şeyle doldurmak mevzusuna eğiliyor. Elbette kitabın yazarı benim anlatmak için kelimelerle boğuşup durduğum bu kavramı tek kelimeyle ifade ediyor: Homolog. İşte yazarları da bu yüzden seviyorum, bizim anlatmak için çabalayıp durduğumuz fakat yine de tam olarak anlatamadığımız kavramları tek kelimeyle anlatıyorlar. Peki nedir homolog? Cevabını vereceğiz ama önce bahsettiğimiz ilk üç öyküye bakalım. 

Kitabın ilk öyküsü “Giardino di Rose, Bu Sabah Kalbinin Eskisi Gibi Atmayacağını Öğrendi” Sanırım isim, öykünün konusunu kavramamız için yeterli olmuştur. Zira öyküde yeri doldurulmaya çalışılan boşluk, öykünün isminin kapladığı yerden çok daha büyük. Ortada eskisi gibi atmayacak olan bir kalp var. Bir hastane soğukluğunda, doktor duyarsızlığında öğrenilen bir boşluk var. Tabii biz bunları öykünün anlatıcısı ve Giardino di Rose’un refakatçisinden öğreniyoruz. Refakatçinin hastane koridorlarında yürürken içinde boğulduğu karanlık beyazlığı, duvarda gördüğü ve orada olmaması gerektiğini düşündüğü tabloları, bir de refakatçiliğin verdiği o sonsuz acıyı derinden hissediyoruz. Hastanelerin en acılı insanları hastalar ya da sağlık çalışanları değildir. Hastasının yanında kalmaya en az Hipokrat yemini kadar anlamlı bir yemin etmiş fakat hastasını iyileştirmek için elinden, beklemekten başka bir şey gelmeyen refakatçilerdir. Evet kalbi eskisi gibi atmayacak olan Giardino di Rose, fakat oluşacak olan boşluğun acısı sadece sahibini değil o boşluğun en yakınındakini de etkileyecektir. İşte bu yeri doldurulamayacak olan boşluğun salt acısıdır. 

Kitabın ikinci öyküsü kitaba da ismini veren “Homologlar Evi”

Şimdi sorumuza geri dönebiliriz. Peki nedir Homolog? Bu öykü bize sorunun cevabını veriyor. Homolog: “Bir başkasının yerini tam olarak tutan.” Daha kitabın kapağını gördüğümüz anda oluşan merakımız gideriliyor fakat öykü bize geri kalan öykülerde de kafamıza takılacak yeni sorular hediye ediyor. “Homolog böyle bir şey midir? Evde olmayan bir limonun yerine renginin bile denk düşmediği başka bir meyveyi mi koymaktır? Yüzde yüz bir denklik mümkün müdür? Her insanın bir homologu var mıdır?” 

Yazarın bu öyküyle bize hediye ettiği bu soruları sevdiysek yolumuza devam edelim. 

Üçüncü öykünün ismi “Ekşi Mayalı Ekmeklerden Raif Bey Yapmak”

Bu öykü “Raif Bey ve her zaman uyuyan eşi Gülşen Hanım” hakkında. Öyküde sürekli ekşi mayalı ekmekler yapan ve ekşi mayalı ekmek yapabilmek için “Düdüklü Tencerem” isimli YouTube kanalını takip eden Raif Bey, 20 yıldır uykuda olan eşi Gülşen Hanım’ın yerini ekşi mayalı ekmeklerle doldurmakta. Burada ekşi mayalı ekmekler Gülşen Hanım’ın bir nevi homologu. Gülşen Hanım hayatındaki bütün boşlukları uyku ile doldururken Raif Bey ise bu boşlukları ekşi mayalı ekmek tarifleriyle kapatmakta. Hatta öyle ki Raif Bey için hayatındaki en önemli olay Düdüklü Tencerem ile ekşi mayalı ekmek tariflerine dönüşmekte. Yıllarca aynı evin içinde yaşamış insanların bile boşlukları farklı yollarla kapatılabiliyor. Her boşluğun kendine özgü bir kapanma yahut tam kapanmasa da doldurulma şekli var. Öykü bize bunu gösteriyor.

Öyküden ayrılmadan verilen Youtube linkini ziyaret etmeyi ihmal etmeyin, kim bilir belki kapanmayan boşluklarınız iyi açılmış ekşi mayalı ekmeğin hamuruyla bir nebze kapatılabilir. 

Hızlı Kentlerin Durağan Varlıkları 

Çok hızlı yaşıyoruz. Dünya artık bir köy. İnternet hızımızda buçuklu sayıları yarıştırıyoruz. İstediğimiz yere, istediğimiz anda, istediğimiz şekilde ulaşabiliyoruz. Aferin bize. Hızlı hayatlarımızdan tatmin olduysak şimdi bir nefeslenelim ve şunu düşünelim, sahiden istediğimiz kadar özgür, arzuladığımız kadar hızlı mıyız? 

Kaptanoğlu’nun “Paralel Evrende Metro Yolculukları” isimli öyküsünde vurgulanmak istenen nokta, hızlı yaşam olmalı. Hızlı yaşamı vurgulamak için seçilen mekân ise şehirlerde hızın ana kucağı olan metrolar. Öyküde mekân olarak seçilmiş metrolar, şehrin içindeki en hızlı ulaşım aracı olmasına ve sizi hızıyla özgürlüğe kavuşturabilecek olmasına rağmen metroda yapılan “sarı çizgiyi geçmek tehlikeli ve yasaktır” ihtarları ile uyarı tabelaları silsilesi özgürlüğün içindeki tezatlığı gözler önüne seriyor. Hiç metroya binmemiş biri olarak öyküde metro bekleme atmosferini hissedebildiğim için yazara teşekkür ediyorum. Ve tabii ki özgürüz, kaçan metrolara yetiştiğimiz, yalancı tabelalara uyduğumuz, sarı çizgilere basmadığımız sürece. 

Bir Parça Görsellik

Homologlar Evi kitabının neredeyse genelinde görsel kullanımına özen gösterilmiş. Hayatımızın %99’unda yer almaya başlayan Google arama motoru, YouTube kanalları, WhatsApp screenshot’ları öykülerin içine yerleştirilmiş bulunuyor. Garip gelen ise her gün gördüğümüz bu ekranların öykülerin içinde karşımıza çıkmasının garip gelmemesi. Değişen çağ ile birlikte öyküler de değişmekte. Bu değişim öykülere olumlu mu yoksa olumsuz mu yansıyacak bilemiyorum ama değişimin biraz cesaret işi olduğunu biliyorum. 

Aç Parantez

Öyküler arasında en beğendiğim öyküyü belirtmeden geçmeyeceğim elbet. “Sevgililerimiz ve Ölü Bir Kedinin Ruhuna” öyküsü en beğendiğim oldu. Basit insanlarız ve gerçekten basit hikâyelerimiz var. Sevgililerimiz ve ölü kedilerimiz var. Evet biriciğiz ve kendimizi inanılmaz derecede önemli hissediyoruz ama kabul etmek istemesek de yeri doldurulamayacağını düşündüğümüz hayatlar arasında birbirine tıpatıp benzeyen yaşamlar sürdürüyoruz. Kitapta en sevdiğim öykü böyle “basit” bir öykü oldu. 

Ne tuhaf değil mi; bir an var, şu an yaşadığımız, o da küçük küçük kıtalara bölünmüş, kıtalar ülkeler olmuş, ülkeler büyük şehirlerin basit semtlerine dönüşmüş.

Burada Biraz Volume Yükseltin

Uzun bir süredir düşünüyorum, inanılmaz film sahnelerinin daha da etkili hale gelmesini sağlayan müzikler, kitaplardaki hikâyelerin de etkili hale gelmesini sağlayabilir mi? Hepimizin çok sevdiği bir şarkı var ve yaşadığımız önemli anların arka planında hep o şarkı dönüp duruyor. Bir yazar da eserlerini oluştururken elbette bir şeyler dinliyor ve dinlediklerinden etkileniyor. İşte ben hep yazarların yazım aşamasında ya da öncesinde onları etkileyen müzikleri dinlemek istiyordum. Dileğim yavaş yavaş kabul oluyor ve okuduğum kitaplara müzikler dâhil olmaya başlıyorken Homologlar Evi’nin de o kitaplardan biri olması beni ayrıca sevindirdi. Kitabın sonunda yer alan kare kod bizi yazarın oluşturduğu Spotify müzik listesine yönlendiriyor. Listedeki müzikler sona ermiş öykülere eşlik ederken yazarın öyküler de yaşatmak istediği hislere bir nebze daha yaklaştığımızı hissedebiliyoruz. Hatta bu yazıyı kaleme alırken bile o listeyi dinlemeye devam ediyordum. 

Gitmeden Son Bir Homolog

Son olarak Fatma Nur Kaptanoğlu’nun Homologlar Evi’ni okuyacaklara küçük bir uyarı, öykülerin arasında homologu olmayan boşluklarınızla karşılaşabilirsiniz, dikkatli olun. İyi okumalar. 

Visited 5 times, 1 visit(s) today
Close