Yazar: 18:28 Öykü

Her Şeyden Öte Tuhaf Bir Gece

Her Şeyden Biraz Önce 

O gece hiçbir şey olması gerektiği gibi değildi, tuhaftı. Cırcır böcekleri bile ses çıkarmıyor, sanki gelecek olanı bekliyorlardı. İhtiyar babam, bahçeye serdiğimiz halının üzerine oturmuş, sessizce çayını içiyordu. İçimde bir sıkıntı vardı işte, bunu biliyordum. En son böyle hissettiğimde annem ölmüştü. Gözlerim kendiliğinden babamın üzerine kaydı, aklımdan bu düşünceyi kovdum. Gözlerim aklımı takip etti, yıldızlara baktım, o gece onlar da tuhaftı.

Annem öldükten sonra oluşan sessizliğe ikimiz de alışmıştık artık. Bazı günler neredeyse hiç konuşmaz, bazı günlerse işlerimin nasıl gittiğine dair birkaç dakika süren, soruları ve cevapları hep birbirine benzeyen cümleler kurardık. Onu anlıyordum, zaten gençken bile çok konuşmayan bu sessiz adam, yaşadıklarından ve çokça da yaşayacak bir şeyi kalmadığından artık hiç konuşmaz olmuştu. Bense zaten hayatla ilgili tüm hevesini gençliğinde bırakmış biri olarak bu sessizliğe hep razıydım. Üstelik konuşacak hiçbir şeyim de yoktu.

Tüm o yaşananlar hiç yaşanmamış olsa bile, bir gün büyüdüğümde babamın işlerini devralacağımı, onun renksiz hayatını devam ettireceğimi, bir ömrü yaşamadan yaşayarak geçireceğimi ben henüz çocukken biliyordum. Belki de bu yüzden ne çocuk olabildim ne de tam anlamıyla büyüdüm. Olduğum yerde kaldım hayatım boyunca. Bir kere evlendim, mutsuz oldum, boşandım, hiç aşık olmadım.

 Babam seksenine ben ellime yaklaşmışken, babam ölümü, ben onun ölümünü beklerken ve bunun böyle gitmesine ikimiz de ikna olmuşken sessizliğe hava kadar ağır kurşunu ilk babam attı.

“Ya yaşıyorsa evladım?”

Her Şeyden Çok Önce

Bin dokuz yüz seksen senesiydi, ağustosun sonlarıydı ve hava yine çok sıcaktı ama bıyıklarım henüz terlemeye başlamamıştı. Ben yazları hep babamla tarlaya gider, hem ona yardım eder hem de çiftçilik öğrenirdim. Annem tarladaki işlerin durumuna göre bazen bizimle gelir, bazen evde kalırdı. O gün hepimiz tarladaydık ve yorgun argın eve döndüğümüzde abimi son kez görmüştük.

Abim benden altı yaş büyüktü ve liseyi yeni bitirmişti. İnsanın içine işleyen kömür karası saçlarına inat yemyeşil gözleri, insana hep garip bir umut verirdi. Belki de bu yüzden devrimi gerçekleştireceklerine önce kendi gözlerine bakarak inandı. İncecik vücudu ve güzel yüzüyle de asla kötü biri olamayacağına, onu ilk kez görenleri bile hiçbir çaba harcamadan ikna ederdi. Herkes onu severdi.

 Eve girdiğimizde abim elinde bavuluyla bahçenin ortasında durmuş, sanki suçüstü yakalanmış bir hırsız gibi ne yapacağını bilemez halde öylece kalakalmıştı. Bizle karşılaşmadan evden kaçmak istediğini anlamıştım. Babam elinde tuttuğu çuvalları yere bıraktı, abime doğru hızlıca yürüdü.

“Hayırdır, yolculuk mu var?”
 “Ben gidiyorum baba.”
 “Nereye?”
 “Ankara’ya. Devrime.”

Babam birkaç saniye sessizlikten sonra gülmeye başlamış, abimi ciddiye almadığını gösteren tavırlarla bahçedeki çeşmeye gidip ellerini yıkamaya başlamıştı. Abimin neden kaçar gibi gitmek istediğini anlamıştım. Sokakta bolca yaşadığı kavgaları babamla yaşamak istemiyor, her şeyin bir anda öylesine oluvermesini istiyordu. Evet, babam abimi hiç ciddiye almamıştı çünkü onun asiliğinin ve devrimciliğinin abim için bir oyun olduğunu, devlete ve düzene karşı gelse bile kendisine asla karşı gelemeyeceğini düşünüyordu. Ama abim kararlıydı, hiçbir şey demeden ağır hareketlerle kapıya doğru yürümeye başladı, annem şaşkınlıktan hiçbir şey diyemiyordu, abim benim yanımdan geçerken bavulu yere bıraktı, saçımı okşadı. Sonra anneme sarıldı, onu yanağından öptü. Sessizce kapıdan çıktı.

Annem ve ben öylece kaldık, babam ise, “Nasılsa dönecek hanım, hadi sen yemek koy da yiyelim, acıktık,” dedi ve içeriye girdi.

İşte abimi en son o zaman gördük.

                                                                 ********************

12 Eylül sabahı uyanıp askerin yönetimi devraldığını öğrendiğimizde, babam birden her şeyi ciddiye alması gerektiğini anladı. Neredeyse iki haftadır görmediğimiz abimin yokluğu, birden annemin ve özellikle babamın göğsüne bir ok gibi saplandı. Annem ağlamaya başladı, babam sakin görünmeye çalışıyordu. Fakat ölümüne kadar sürecek o belli belirsiz el titremesinin işte o gün başladığını ben görmüştüm. O günü annem ağlayarak babam düşünerek geçirdi. Bense olan biteni tam olarak anlamaya çalışıyordum.

Sonraki gün babam evden çıktı ve aylar sürecek mücadelesine başladı. İlçeler, şehirler, başkentler dolaştı. Memurlarla, komiserlerle, emniyet müdürleriyle konuştu; pansiyonlarda, ucuz otellerde ve bazen parklarda uyudu. Ama abimi bulamadı. Onu bir daha göremedik.

Her Şey

“Ya yaşıyorsa evladım?”

Onlarca senedir hepimizin kaçtığı bu soru, o tuhaf gecede kendiliğinden dökülüvermişti babamın dudaklarından. Çünkü o gece hiçbir şey olması gerektiği gibi değildi işte. Sanki babam kapının çalınacağını, cevabın canlı kanlı karşısında olacağını hissetmişti.

Tak, tak, tak.

Ben merakla kapıya doğru giderken aslında o sorudan kaçtığım için sevinçliydim. Fakat kapıyı açıp da karşımda yıllarla beraber daha da yeşillenmiş gözleri görünce, hayatın bambaşka anlarla da mükemmel olabileceğini, mutluluğun bir şekilde bizi de tepeden tırnağa sarmalayabileceğini işte tam o an tüm kalbimle hissettim. İnsanın hücrelerine kadar işleyen özlemin, daha fazla bir şeyler yapabileceğimizi bilmenin getirdiği vicdan azabının ve tüm o mutsuz ve olmamış gecelerin, bir çırpıda hayatımızdan çıkmasını ister gibi tüm gücümüzle sarıldık birbirimize.

Her Şeyden Önce

“Evden çıktıktan sonra, birkaç gün şehir merkezinde bir gecekonduda kaldım. Size anlatmadığım şeyler vardı. Sadece sokakta kavga edip devrimcilik oynamıyordum. Eğer devrimden önce yakalanırsam başım büyük belaya girecekti. Üstelik sizi de üzmek istemiyordum. O yüzden evden gitmek zorundaydım. Ardından Ankara’ya gittim, orada yapmam gereken önemli şeyler vardı. Sizi rahat bırakmaları için, Ankara’ya gittiğimi onlara sızdırdık. Böylece kimse sizle uğraşmayacaktı. Ama Ankara’ya gittikten iki gün sonra yakalandım. Daha darbe olmadan içerideydim zaten.

Haftalarca sorguya çekildim, işkenceyi zaten anlatamam size. Herkese yaptıklarını bana da yapıyorlardı. Devlet, düzen, anarşi, devrim kimsenin umurunda değildi. Sadece ezen ve ezilen vardı. Direndim, uzun süre direndim. Benden istedikleri isimlerdi, vermedim. Beni aradığınızı biliyordum ama bulmanız imkansızdı. Çünkü sonunda mahkemeye çıktığımda başkasının adına çıkardılar. Evet, bunu da yapmışlardı. Çok önemli bir ismi yakalayamayınca onun yerine geçirdiler beni. İdam edilecektim. Şimdi bana sorsalar aynı şeyi yapar mıyım, bilmiyorum. Belki en başta hiç direnmez, onlara istediğini verir, az bir cezayla birkaç sene sonra yanınıza gelirdim. Belki de sonuna kadar giderdim. Ama o zaman başkaydı, yine de ölüm tüm gerçekliği ile kavradı beni, korktum, her şeyi bir bir anlattım. Tüm arkadaşlarımı sattım… Sonra hiçbir şey olmamış gibi çıkardılar beni. Asıl onlar için her şey oyun gibiydi, istedikleri her şeyi yapıyorlardı.

Çıktıktan sonra her şeyden, herkesten utandım. Bedenimin çektiği acıları çoktan unutmuştum. Artık ruhum acıyordu ve ben bir daha asla iyileşemeyecektim. O yüzden sizden, arkadaşlarımdan, tanıdığım herkesten uzak bir yere gittim. Uyudum, uyandım, çalıştım, sigara içtim ve yılları geçirdim. Artık ne kadar yılım kaldı bilmiyorum, çok yorgundum ve son kez size sığınmaya karar verdim. Biraz olsun dinlenmek için.

Üçümüz de usul usul ağlarken cırcır böceklerinin sesi geceyi yarmaya başladı.

Her Şeyden Sonra

O geceden sonra bir daha geçmişi hiç açmadık. Günler birbiri kovalarken bir akşamüstü abim çekingen bir edayla yaklaştı bana.

“Nazire ne yaptı sahi?”

“Evlendi, dışarıya gitti, iki oğlu var diyorlardı.”

 Abim başını salladı, uzun süre sonra ilk defa gülümsedi.

                                                                                                                                                Haziran 2022

Editör: Elif Türkoğlu

Mehmet Aycan
Latest posts by Mehmet Aycan (see all)
Visited 10 times, 1 visit(s) today
Close