Makas kağıdı keser.

   Zifiri karanlık bir odadayım. Elbisem simsiyah. Annem saçlarımı sımsıkı  topuz yaptı. Çocukken de böyle yapardı. Canım yanar, başım ağrırdı. “Söylenme, kız kısmı pasaklı gezmez,” derdi. Önemli olanın derli toplu görünmek olduğunu öğretmişti. Babaannemden kalan gümüş el aynasını tutar “Bak, fena mı oldu ya, Ayten’in  kızından neyin eksik,” derdi. Ayten gider Ayşe gelirdi, Ayşe gider Jülide gelir.  Başkalarının kırık aynalarından bakmalıydım kendime. Annem öyle yapardı. Ayaklarımı, o kırık aynaların parçaları kesti. Ayaklarım bastığı yerde kanlı izler bırakıyor, zifiri karanlık bir odadayım. Kimse görmüyor.

Kağıt taşı sarar.

   Annem kayboluyor. Biri ışık tutuyor yüzüme.  “Kimse yok,” diye bağırıyorum. O bir anlık aydınlıkta, yeşil kadife bir koltukta kitap okuyan, çıplak, saçları topuz yapılmış bir kadın görüyorum. Sağ bacağını solun üstüne atmış, dik oturuyor, sımsıkı bir topuzu var. Yanındaki sehpada ters çevrilmiş fincanlar var.  Yerlere telve akıyor. Eğilip ellerini telveye banıyor, yüzüne sürüyor sonra. Bana bakıp “Kısmetim taşmış, upuzun yollarım var, beklediğim müjdeli haberi alacağım, iki adam benim için yarışıyor, bir kuş var, güvercin mi desem serçe mi, yok yok güvercin, öldürülüyor,” diyor.  İki adım daha atıyorum. Oda yine zifiri karanlık. Koltuktaki kadına çarpmadan yürümeye çalışıyorum. Ona değmeden, dokunmadan, yanından geçip gitmeye. 

Taş makası ezer.

   Biri ışık tutuyor yüzüme. “Kimse yok,” diye bağırıyorum. Bu defa kayboluyor çıplak kadın. Tuz ruhu kokuyor her yer. Sirke gibi. Keskin bir şey var havada. Anlayamıyorum. Oda yine zifiri karanlık. Yanımda birinin soluğunu hissediyorum. “Kimsin sen,” diyorum. Cevap vermiyor. Ellerimi yüzünde gezdiriyorum. Saçları topuz. Yüzü savaş alanı, mayınlar patlamış gibi yüzünde. “Yalvarırım ışığı açmayın,” diye bağırıyorum. Kadın, elimi tutuyor. “Korkma, benim. Ayten’in kızı, Ayşe’nin, Jülide’nin kızı.” diyor. Bedenim ürperiyor. El ele karanlıkta yürüyoruz. Savaşın ortasında çırıl çıplak koşan bir çocuğun az sonra öldürüleceğini anlatıyor. Az sonra bir parça plastiğin bir okyanusu binlerce ölü parçaya ayıracağını, yüz yirmi dokuz kadının az sonra ışık tutanlar tarafından öldürüleceğini söylüyor. “Yeşil koltuktaki kadın nereye gitti,” diyorum. “Upuzun yollara çıktı, gelmeyecek bir daha, merak etme, çok iyi,” diyor. Falı çıkmış, yeşil koltuktaki çıplak kadının.

Taş, kağıt, makas.

   Elimi tutan kadın duruyor. “Çok yoruldum, devam edemeyeceğim, sen git, sakın pes etme, korkma, yanındayız” diyor. Uzanıyor yere. “Beni yalnız bırakma, burası çok karanlık, annem de beni bırakıp gitti, yalnız bırakma, korkuyorum, kim bunlar, lütfen ayağa kalk, benimle gel, lütfen, çok korkuyorum,” diyorum. Ayağa kalkmıyor. “Hadi, benimle gel,” diyorum. Kıpırdamıyor. Kolundan tutup sürüklüyorum onu. Biri ışığı açıyor. Barut kokusu geliyor burnuma. “Kimse yok, “ diye bağırıyorum. Yerlerde kan lekeleri. Sürüklemeye devam ediyorum kadını. Kan bulaşacak her yerine. Umursamıyorum. Burası her yer gibi. Burası tanıdığım, bildiğim her yer gibi. Burası neresi şimdi, bilmiyorum.

Taş, kağıt, makas.

   Dizlerimde derman kalmıyor. Karanlıkta yürüyorum ağır aksak. Binlerce el feneri. Kıpırdayamıyorum. Üzerime bir sürü karaltı geliyor. Soyunuyorum, saçımı açıyorum, rujumu siliyorum. “Kimse yok,” diyorum. Hiçbir zaman da olmadı. 

Taş, kağıt, makas.

Silah sesi duyuyorum.

Taş, kağıt, makas.

Bu defa kimse ölmeyecek.

Taş, kağıt, makas.

Sen kazandın. Bir el daha oynayalım mı?

Visited 3 times, 1 visit(s) today
Close