Dünya üzerindeki akıl almaz kötülüklerin müsebbibi olan, en büyük vahşilikleri doyumsuz bir iştahla gerçekleştiren şahıslara baktığımızda ve onlar hakkında düşündüğümüzde “Bunlar nasıl insanlar?” sorusunu sıkça sormuşuzdur kendimize. Peki ya size o insanlardan hiçbir farkımız olmadığını, esasında içimizde beslediğimiz karanlık yanımızla onlar kadar tehlikeli olabileceğimizi söylesem, ne hissederdiniz?

Carl Gustav Jung’a göre her insanın içinde kötülüğe meyilli bir canavar yatar. Jung, bu canavarı “gölge” olarak ifade etmiştir. Gölge, insan psikolojisinde yer alan arketiplerden yalnızca biridir. İnsanın karanlık tarafıdır, kötülük kapasitesidir. Gaddarlıklar ve vahşilikler tasarısıdır. Potansiyel ve sahici bir suçludur.

Engellediğimiz şeyleri yapmak isteyen, toplumsal standartlara uymayan, utanç duyduğumuz ve kendimizle ilgili bilmek istemediğimiz her şey, Jung’un sözünü ettiği gölgenin mahiyetini oluşturur. Ancak Jung insanın gölgesini yok saymasını istemez, aksine onunla yüzleşmesini ister.

Gölgemizi yok sayarak görmezden gelmek, vahşi bir canavarı tasmasından koparıp serbest bırakmak gibidir. İnsan bu karanlık yanını tanımalı, anlamalı ve onunla karşı karşıya gelmelidir. Elbette bu pek eğlenceli bir şey olmasa gerek! “İnsanların en çok korktukları rüzgârlar, saklı yerlerini açan rüzgârlardır” der Aristo. Zira onunla karşılaşmak kendi kötülük kapasitemizi de görmektir ki, muhtemelen bu da insanın en son isteyeceği şeydir. Fakat bir insanın huzura erebilmesi, bir bütünlüğe ulaşabilmesi ve kendisine gelecek belalarla mücadele edebilmesinin yolu bu gölgeyle yüzleşmekten geçer. Amaç onu yok saymak değil de onu kontrol altına almak olduğu için, insan bu karanlık yanını kabul etmelidir. “Bir insan aydınlığı hayal ederek değil karanlığın bilincine vararak aydınlığa ulaşır.”(C. Gustav Jung)

İçimdeki karanlık tarafla karşılaştığım her an görüyorum ki, ömür boyu bitimsiz bir aşkı arayan, sonsuz bir ruhtan ibaretim ben. Kusurlu bir gölge, hüzünlü bir yüreğim. Arzuları günden güne birbirine karışan ve büyüyen zıtlıkların ta kendisiyim. Sonsuzlukla bezenen ve müjdelenen ruhuma bu kusurlu gölge ve nihai olan tüm hisler manasız ve lüzumsuz geliyor. Sanıyorum ki, sebebini anlayamadığım ve beni içsel sıkıntılara sürükleyen her şey bu sonsuzlukla nihailiğin zıtlığından kaynaklanıyor.

Karanlık tarafı yok saymak ne kadar tehlikeliyse onunla fazla yakınlık kurmak ta o denli tehlikelidir. Onu görmezden gelen insanın, onu tanımadığı için hangi arzularının gölgesi tarafından kamçılandığını bilemeyeceği gibi, onunla fazla içli dışlı olan insan da gölgesinin hâkimiyeti altına girebilir. Nietzsche’nin “Bir canavarla savaşmayı seçen biri bu süreçte ona dönüşmemeye dikkat etmelidir.” sözü tam da bu durumla ilgilidir. Çünkü burada savaşılan canavar zaten bir bakıma insanın kendisidir.

Çocukluğumdan itibaren duyduğum, üzerine pek çok kez düşündüğüm ve anlamaya çalıştığım başka bir kavram var: Nefs. Bu kavramın gölge ile oldukça kuvvetli benzerlikleri olduğunu söyleyebilirim.

Akıl ve kalp tarafsızdır. Ruh Allah’ı ve aşkı isterken, nefsin istekleri tam tersi yöndedir. Şayet insan, nefsini kontrol altına alıp ruhunun yolunu seçerse kalbi ve aklı temiz kalır. Ancak ipleri nefsin eline geçmişse akıl ve kalp toza bulanır, faydasız iştahların ve cılız duyguların esiri olur. Burada görüldüğü üzere tıpkı gölgede olduğu gibi bir zıtlık söz konusudur. İnsan nefsin yalnızca ihtiyaçlarını verip onu hâkimiyeti altına alabilecekken, çok daha ötesine gidip onun tüm isteklerini yerine getiren bir hizmetkâra dönüştüğünde, nefsinin hükmüne girmiş demektir. Nefs tıpkı gölge gibi bilinmeli ve anlaşılmalıdır, şayet anlaşılmazsa ondan gelecek olan zararları da ayırt etmek imkânsız hale gelecektir. Nefsi yahut başka bir deyişle gölgesi tarafından ele geçirilen, ona dönüşen insan için hakikat bulanıklaşır ve kötülükler normalleşir.

David Fincher’ın “Seven” filminde John Doe adında bir karakter vardır. Bu karakter Hristiyanlıktaki yedi ölümcül günahı işleyen yedi insanı öldürmek amacındadır. Obur bir insandan tutun öfkeli bir insana kadar yedi farklı insanı öldürecektir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir husus var. Bu seri katil kendisinin yaratıcı tarafından görevlendirildiğine kendini inandıracak kadar ve dahi işlediği cinayetlerin doğru olduğunu düşünecek kadar gölgesinin esiri olmuştur. Bu günahlara karşı kimsenin vermediğini düşündüğü cezaları ve dersleri vermeye kalkmıştır. Hem yaptıklarından hem de düşündüklerinden anlaşılıyor ki, o çoktan içindeki canavara dönüşmüştür. Teröristlerin ve seri katillerin çoğu, gölgelerine dönüştükleri ve karanlık tarafta yer aldıkları için yaptıklarının haklı bir dava olduğunu zanneder, insanları ölümü hak ettikleri için öldürdüklerini söylerler.

Bu karakter özelinde düşünmeye devam edelim. Yukarıda bahsedilenlerin yanında, karakterin toplumsal hayattaki bulantıları kabul etmediğini ancak bu probleme karşı geliştirdiği yöntemin psikopatça olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca karakter, bu yaptıklarının yaratıcı tarafından hoş karşılanacağına inanmakta ve yaptıklarının unutulmayacağını düşünmektedir. Burada tuhaf bir “yarına kalma” hırsı dikkatimi çekiyor. Yarına kalma hırsı nefs ve gölgenin işbirliğiyle ilgilidir. Ruhtan uzaklaşıp onlara yanaşan insan için, unutulmamak esastır. Öyle ki, bu his giderilmez bir arzu ve bulanık bir kalple birleştiğinde, kendini öldürme yahut öldürtmeye varacak ve insana türlü kaçıklıklar yaptıracak hale gelebilir.

Albert Camus’un Sisyphe Efsanesi kitabında eserini ve kendisini ölümsüzleştirmek için intihar eden bir adamın hikâyesi anlatılır. Ancak bu ölüm eseri de adamı da ölümsüzleştirmemiş, adam bir hiç uğruna ölmüştür. O adamın ve ona benzer davranışlar sergileyen insanların problemi, gölgelerine dönüşmek yahut farklı bir deyişle nefsine yenilmek ve ruhunun değil nefsinin arzularına hizmet etmektir.

Ve bilinmelidir ki, ruhunun rolünü nefsine veren, gölgesini ruhuna ikame eden her insan, bu derece lüzumsuz atılganlıklar yapmasa da hayatını çöpe çeviren davranış ve eylemlere başvuracaktır. İşin en can alıcı noktası da şudur: Her insan kötülük potansiyeline sahiptir, çağımızın damarlarında kirlenmiş kanlar gibi dolaşan ve dönemin vahşetini oluşturan tüm kötülükler, insanın vahşilik kapasitesinin resmini çizer. Gölge yalnız başına kötü bir insan için yeterlidir, iyi insan onun yanına merhameti ve aşkı da eklemelidir.

Jung’un görüşüne göre gölgenin bir özelliği de kişinin sevmediği özelliklerini somutlaştırmasıdır. Gölgemiz, olmak istemediğimiz kişidir. Bizde var olan ama olmasını istemeyeceğimiz kişilik özelliklerini başkalarına yansıtırız. Diğer insanlarda en çok öfkelendiğimiz, en çok eleştiride bulunduğumuz özellikler, esasında derinlerimizde mevcut olan olumsuz kişilik özelliklerimizdir. Saklı kalan ve saklamaya devam ettiğimiz yanımızdır.

Başkalarına attığımız oklar dönüp dolaşıp bize saplanır fakat biz o okun atılmasını da yine başkalarından biliriz. Bunu her düşündüğümde, iyi bir insan olup olmadığım konusunda iyice kafam karışır. Yalancı bir cesaret ve yapay bir kararlılıkla kendimle yüzleşmeye çalışırım. Bu yüzleşmeler sonucunda her seferinde şu çok sevdiğim duayı ederken bulurum kendimi:

Allah beni benden korusun.

Kötülük yapamayacak birisi için iyidir diyebilir miyiz? Ya da bu soruyu şöyle soralım: Her türlü kötülüğü yapabilecek olan tehlikeli birisi mi, yoksa kötülük yapamayacak birisi mi daha iyidir?

Çoğunluk bu soru karşısında kötülük yapamayacak olan insanı tercih edebilir. Ancak bu oldukça tehlikeli bir düşüncedir. Kötülük yapacak fırsatı ele geçiremeyen insanın iyi olduğunu iddia edemeyiz. Bu fırsatı ele geçirdiğinde neler yapacağı muğlaktır çünkü. Fakat her türlü kötülüğü yapmaya gücü yeten biri bunu kontrol altına almış ve iyiliği seçmişse, esas iyi olan odur. İyiliğe dair boş rüyalara dalanlar değil, kötülüğün farkına varanlar kötülükle savaşabilir.

En büyük kötülüklerin faillerine şaşan insan kendi içine bakmalıdır. Gölgesiyle yüzleşmelidir. “Bunu yapmak korkunçtur. Çünkü insanın farkına varmak istemediği yönü olan gölgesi cehenneme kadar uzanır.” der Jung. Bu demektir ki; insan kendi gölgesini analiz ederek diğer insanların neler yapabileceğini, çağın vaziyetini, en uç gaddarlıkları ve vahşilikleri anlayabilir. Haliyle “Bunlar nasıl insanlar?” sorusunun cevabı “Benim gibi…” olacaktır. Onların kötülüklerinin kaynağı olan canavarın kendi içinde de mevcut olduğunu keşfetmekten kaçan insan, o canavarı dizginleyemez ve o canavar fırsatını bulup tasmasından kurtulduğunda ilk olarak sahibini paramparça edecektir.

John Doe’nin ve benzerlerinin yaptıkları vahşiliklere kılıf uydurması ve ona inanması, eserinin ölümsüzlüğü için kendini öldüren adamın hikâyesi ve çağımızda yaşanan tüm kötülükler; insanların karanlık yanlarının hâkimiyetine girmesi yahut onu inkâr etmesindendir. Çareyse zordur fakat gayet açıktır sevgili okuyucum: Gölgenin değil de ruhun sonsuzluğuna hizmet etmek. Gölgenin bir gün ölüp gideceğini, yalnız ruhun ölümsüz olduğunu anlamak ve gölgeye hükmetmek!

Allah’ın bizi kendimizden koruması ve bizi bize bırakmaması dileğiyle…

Oğuzhan Okuyucu
Latest posts by Oğuzhan Okuyucu (see all)
Visited 11 times, 1 visit(s) today
Close