Evimizi Böyle Yaktım kitabından nasıl geri dönüşler aldınız? Yazın hayatınızda çok etkilendiğiniz isimler kimlerdir?
Evimizi Böyle Yaktım isimli kitabım benim ilk yazdığım öykülerden oluşuyor, bu yüzden okuyucuyla buluşma süreci benim için çok heyecan vericiydi, bir o kadar da merakla bekledim dönüşleri. İlk karşılaşmalar her zaman işin yolculuğun devamı için fikir verir. Çeşitli çevrelerden farklı yorumlar duymak iyi geldi diyebilirim. Her yazılanı, söyleneni yakından takip etmeye çalıştım. Şimdi ikinci kitabımın hazırlığı içerisindeyken bu yorumlar bana hep eşlik ediyor. Yazın hayatımda etkilendiğim isimlere gelecek olursam, Türkiye edebiyatından Sevim Burak ve Leyla Erbil kuşkusuz yol gösterici isimlerim. Bu isimlerin yanında pek tabii ki Melih Cevdet Anday’ı anmadan geçemeyeceğim. Bu isimlere ek olarak Franz Kafka, Elias Canetti ve Gabriel Garcia Marquez diyebilirim.
Edebiyat çok koldan beslenen -beslenmesi gereken- bir disiplin; siz dilinizi, hikâyelerinizi, üslubunuzu nasıl besliyorsunuz?
Edebiyatta ve sanatta genel anlamıyla disiplinlerarasılık fikrine önem veriyorum. Yazma deneyimim yalnızca öykü ile sınırlı değil, aynı zamanda sahne için de yazıyorum. Tiyatro ile hem teorik hem de pratik zeminde yoğun bir mesaim var. Bu sebepten sahne için yazdığım metinlere ‘sahneleneceğini bilen öyküler’ diyorum, yani edebiyat ve tiyatro arasında sıkı bir ilişki gözetiyorum kendi göz hizamda. Bu da kuşkusuz öykülerdeki dilimi etkiliyor. Teatrallik fikri yazdığım tüm metinlerde korumaya çalıştığım bir kavram. Dili, ritmi ve tekrarları bu açıdan kurduğumda farklı bir yaklaşım getiriyor sanırım. Edebiyat ve tiyatro ilişkisinin yanında çağdaş sanattan bahsetmeden geçmemek gerek diye düşünüyorum. Çağdaş sanatın, malzemeyle ve fikirle kurduğu ‘yenilenebilir’ yaklaşımı önemsiyorum. Bu sebepten hangi alan olursa olsun öncelikli olarak zihnimde karşılaşmalar var ve kaçınılmaz olarak türlerin sınırlarına yolculuk. Bir resme bakmak mesela ya da bir müze gezmek bazen bir öykü yazmak gibi geliyor.
Kimleri okuyorsunuz, en sevdiğiniz kahraman kimdir?
Sevim Burak hiç kuşkusuz, yeniden yeniden ziyaret ettiğim bir yakınım gibi. Everest My Lord oyunu, ki kendisi bu oyunu roman olarak tarif etmeyi tercih ediyor. Bu sınırlarda dolaşma hali sanırım cesaret veriyor bana. Sonra bir mektubunda yazdığı, “[…] kelimelerin ve anlamın resmini yakalamaya çalışıyorum. Anlamı resim haline getiriyorum,” sözü hep zihnimi açmıştır. Sonra Ah Ya Rab Yehova öyküsü ki oyunu da vardır. Sevim Burak’ın dil ve temsil ile kurduğu büyülü dünya beni hep daha fazlasını keşfetmeye sevk ediyor. Leyla Erbil’in adını analım. Vapur öyküsü, ilk okuduğum günden bu yana bana çok şey öğretti, öğretmeye devam ediyor.
Yayıncılık hayatına nasıl bakıyorsunuz, önümüzde nasıl günler var sektörel olarak?
Pratik anlamda tiyatro ile uğraşan bir insan olduğum için yayıncılık ile ilgili deneyimlerim yeni yeni gelişiyor. İlk kitabım Yapı Kredi Yayınları tarafından basıldı, ki bu ilk kitabı çıkan bir yazar için ne kadar önemlidir tahmin edebilirsiniz. Kitabımın çıktığı dönem sektörel bir kriz söz konusu idi şimdi ikinci kitabıma hazırlanırken yine benzer bir durum söz konusu. Sanırım kırılganlığımız artıyor ama bizim yazarlar olarak yazmaya devam etmek en büyük çabamız. Hiçbir şey değilse bile bu çaba bizi bir yere taşıyacak.
Hayat nasıl gidiyor, yeniden hayat güzel olur mu?
Çeviri yapıyorum, en az yazmak kadar keyif veren bir diğer uğraş benim için çeviri. Sanırım biraz fazla zamanımı alıyor ama. Daha çok yazmalıyım diye düşündüğüm günlerdeyim. Hayat, bir kez güzel olduysa, eminim yine olacaktır. Belki kelimelerin sınırında bir yerlerde hayat güzelleşmeye başlamıştır.
- Polisiye Sesler: Alper Canıgüz - 20 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Halis Dokgöz - 13 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Timur Soykan - 6 Mart 2024