Deccalden evvel aldatmacaların başladığı ve artık şeytanın ilhamını insanlardan aldığı günlerdeyiz. En büyük rezilliklere dahi alıştığımız bir dönemin içerisindeyiz ve görüyoruz ki kalplerdeki iyilikler çoktan raflara kaldırılmış. Merhamet yalnız rüyalara girebiliyor. Tevazu derin bir uykuda. Elbette vaziyet böylesine alev almışken,  kalplerindeki merhameti yitirmemiş insanlara rastlamak fazlasıyla ehemmiyetli oluyor. 

Kara bulutların üzerimizde dolaştığı bu olumsuz vaziyeti iliklerimize kadar hissediyoruz. Ancak Muallim Naci’nin “Marifet iltifata tabidir” dizesine binaen, dünyayı bir nebze de olsa yaşanılır hale getirenleri es geçmemek gerekir. İbrahim Peygamber ve karınca kıssasını bilirsiniz: “Nemrut, fenalıklarına engel olacağını düşündüğü İbrahim Peygamberi atmak için büyük bir ateş yaktırır. Tüm hayvanlar kaçışırken bir karınca ağzındaki bir damla suyla ateşe doğru gitmektedir. Kendisine ‘Bu koca ateşi bir damla suyla mı söndüreceksin?’ diyenlere ise ‘Hiç olmazsa tarafım belli olsun.’ diye yanıt verir.” Herkesin canavarlaştığı bir dönemde, kendilerini düşünüp mütemadiyen benliklerine hizmet etmek yerine, başkalarını da düşünenleri o karıncaya benzetirim. Hatta o suyla ateş sönmez belki ama bugün bir kişiye yardım eli uzatmak tarafını belli etmekten de çok ötesidir. Kim bilir? Belki de o insanlar hürmetine o büyük ateşin yakıcılığı kalkıverir ortadan.

Bunca kötülüğün ve iyiliğin aynı anda, aynı dünyada varlığını sürdürebilmesinin ve bu büyük zıtlığın sebebi nedir? Tüm bunlara neden olan duygu yahut özellik hangisidir? 

Bu duygunun enaniyet olduğu düşüncesindeyim. Bize Kâinattaki muğlak kalan özellikleri bulmak adına verilen “ene” yani benlik duygusunu tamamen ya da büyük ölçüde kendimize çevirerek bencillik denen illetin pençelerine düşüverdik.

Meseleye bir başka açıdan yaklaşmak, niteliğini ve kademelerini görmek mümkün. “Kişinin her daim kendisini düşünmesi” olarak ifade edilen ‘egoizm’. “Her şeyi kendine bağlamak, her şeyde kendi duygusunu, fikrini; örnek, ölçü ve merkez almak” olarak tanımlanan ‘egosantrizm’ ve en üst kademe olan “İnsanın kendine âşık olması, kendine tapması” şeklinde tanımlanan ‘Narsizm’ bu durumun üç kademesidir diyebiliriz. Ayrıca Sigmund Freud narsizmi “Dış dünyadan soyutlanan libidonun egoya(ben) yönlendirilmesi” olarak tanımlamış. Başta Freud’un tanımı olmak üzere tüm bu tanımlar bile durumun vahametini gözler önüne sermeye yetiyor. Çünkü bu tanımlara uyan pek çok kişiyi tanıyoruz hatta belki farkında olmasak bile onlardan biri de biziz!

Bize verilen pek çok yeteneği amacına uygun kullanıp tevazu göstermemiz gerekirken övünmeyi tercih etmek, başka bir deyişle emanetçinin enaniyete kurban gitmesi oldukça üzücü bir durum. Materyalistik şartlanmanın ve kapitalist kültürün de tetiklediği bencillik, sevme yetisini yalnızca kendimize yönlendirmemize neden oluyor. Sevgi sonsuzdur. Kişi önce kendini sever daha sonra insan olabildiği ölçüde başkalarını sevmeye başlar. İnsan elbette kendini sevmelidir. Kendi ruhuyla barışmalıdır da. Ancak kendiyle barışık olmakla kendine âşık olmak birbirine karışmamalı ve öz saygı bencilliğe dönüşmemelidir. İnsanın alâmet-i fârikası konuşma yetisi ya da zekâsı değil, bunlarla birlikte ona verilmiş olan sonsuz sevme kabiliyetidir. Haliyle yanlış yola giren ve kaybolan yolcu nasıl bir buhranın içerisine düşüyorsa, sevgisini yanlış yolda kullanan insan da böyle bir buhranın içerisindedir.

Tepeden tırnağa kendine vurgun… Kör kuyuya taş atarcasına boş yaşıyor insanoğlu. Benliğini gizli hazineyi bulmak için kullanması lazımken, kibre buluyor ruhunu ve bedenini.  Şeytanla aynı tabağa kaşık sallıyor. Durum öylesine vahim ki en başta söylediğimiz gibi, şeytan insandan ilham alacak hale geliyor. 

Bencillik en açık ifadesiyle duygu körlüğü yaşamaktır. Etrafınızda başkası adına endişelenmeyen, hatasını görmeyip her şeye hakkı olduğunu düşünen, sosyal ve psikolojik sınırlarını bilmeyen, karşılıksız iyilik yapmayan ve eleştiriyi haksız saldırı olarak değerlendiren insanlar görüyorsanız, enaniyet çukuruna düşmüş birine bakıyorsunuz demektir. Belki de çok verip az almak, başkalarının derdiyle dertlenmek çözer tüm meseleyi.  İnsan kendinden başkasını düşünüp onun derdine merhem olmaya çalıştıkça kendi ruhunun sıkıntılarını da çözmeye başlar. Daha evvel bahsettiğimiz gibi bu duygu bize doğuştan verilen bir özelliğin olumsuz kullanılmasıdır. “Bencillik bir doğa vergisidir, bencil olmamak ise bir değerdir” (Joseph Mayer)

Bazen kendi kendime sorarım. Başkalarının yanındaki halim miyim, yalnız kaldığımdaki halim miyim? Söylediklerim mi, inandıklarım mı, düşündüklerim mi yoksa hissettiklerim miyim? Derinlerde yatan pek çok şeyle belki ben de o enaniyet çukurunun içerisindeyim! Enaniyetin mahiyetini kavramak ve karınca misali ateşe bir damla da olsa su taşımak için önce o çukurdan çıkmam mı gerekiyor?

Esasında tek bir çare var sevgili okuyucum: Sevgisizliğin zavallılaştırdığı tüm duygu ve düşüncelere savaş açıp, siyahın içindeki beyazı arayarak bu çukurdan kurtulmak. En büyük mutluluğun, bir başka insanın yüzündeki hüznü gülümsemeye dönüştürmek olduğunu bilmek. Egoistlerin ve narsistlerin hüküm sürdüğü bu dünyada bir kalbimiz olduğunu hatırlamak. Sevmek olabildiğince. Sonsuz sevmek…

Sonsuzu sevmek…

Oğuzhan Okuyucu
Latest posts by Oğuzhan Okuyucu (see all)
Visited 9 times, 1 visit(s) today
Close