Yazar: 19:00 İnceleme, Kitap, Kitap İncelemesi, Roman

Dünyasızlar Romanı Üzerine

Dünyasızlar, yazarın üçüncü ve son romanı. İki buçuk yılın sonunda büyük sancılarla doğmuş taze bir eser. Kaan Murat Yanık edebiyatta büyülü gerçekçilik türüyle hemhal olmuş, bu alanda da kendini epey geliştirmiş bir yazar. Gerçeküstücü roman türüne bu denli sağlam ve sıkı hakim olmasının sebeplerinin başında söylediğine göre, anneanne ve babaannesi tarafından anlatılan masallarla büyümüş olması geliyor. Kendini bir zamanlar yüzünü batıya dönmüş doğu olarak tasvir eden yazar şu sıralar ben hem batıyım hem doğu diyor Tanpınar misali. Her fırsatta kendi okumak istediği romanı yazdığını ve sanatın toplum için değil sanat için olduğunu belirtiyor konuşmalarında. Ancak bu, yazdığı kitaplarda toplumun yaralarına parmak basmadığı, düzeni eleştirmediği, siyasetten bahsetmediği anlamına gelmez. Bir yazarın nitelikli okuyucu kitlesi tarafından okunabilmesi için dekadanlık etmeden, ikna etme ve öğretme amacı gütmeden düşüncelerini aktarabilmesi yani bildiğini yazması gerekir. Öyle ki tarih, coğrafya, edebiyat, siyaset ders kitaplarından değil sanat eserlerinden öğrenilir. Filmlerde, romanlarda, şiirlerde bunun birçok örneğini görebiliriz ve emin olarak söyleyebilirim ki bu kitap, o eserlerden biri.

Dünyasızlar, bu dünyaya ve belki de hiçbir yere ait olamayanların öyküsü. Üniversite hocası tarafından yüzü asitle yakılan Nergis’in hikayesi asıl olayın anahtarı olarak önümüze çıkıyor ve Firuz’un, ‘’öte tarafa geçmek için bir gedik arıyordum o sensin’’ sözüyle bir bakıma roman başlamış oluyor. Nergis üzerinden, toplum baskısı, kadına şiddet, kadın cinayetleri göze sokulmadan büyük bir doğallıkla işlenmiş. 

Başına gelen olayın ardından Nergis ve annesi dayısının yanına gidiyorlar. Yaşlı Firuz beye yardımcı olacak birinin arandığını duyan dayısı eve para getirebilmesi için Nergis’i gönderiyor ve Nergis ile Firuz arasındaki bağ bu şekilde kurulmuş oluyor. Ancak iki hafta sonra dayısı bir erkekle (yaşlı olsa bile) bir kadının aynı evde yalnız kalmalarının doğru olmadığını söylüyor ve Nergis’i Antalya’ya bir dergaha, hizmet etmeye gönderiyor. Bunu dayısına tembihleyen ise bir hoca. Ve bana göre romanda incelikle işlenmiş en güzel temalardan biridir. Kendi fikri olmasa dahi, sırf içinde din ve ahlak kelimeleri geçtiği için başkasının fikirlerini benimseyen cahil, okumayan ve sorgulamayan insanlar bu şekilde işlenmiş. 

Başka bir diğer konu ise romanda uzun bir zaman dilimi işlenmesine rağmen zaman mekan geçişleri gayet anlaşılır, betimlemeler güçlü. Nergis’in başına gelenleri polis memuruna anlatmaya başlamasıyla birlikte Azerbaycan’da yaşayan ve Azeri türkü  olan Firuz ile Ayvaz’ın çocukluklarından itibaren oluşan ve aralarına hiçbir şeyin girmesine müsaade etmedikleri dostluklarının perdesi aralanmış oluyor. 1940’ların başından günümüz Türkiye’si ve Bakü’süne kadar uzanan bir zaman dilimi anlatılıyor. İkinci dünya savaşı yıllar boyu çok işlenen bir konu olmuştur ancak Kaan Murat Yanık bu kez farklı bir pencereden Azerbaycan’dan bakıyor savaşa. Türklere ait olmayan bu savaşta binlerce can verilişinden, savaş sırasında köylerin yağmalanmasından sonra yaşanan perişanlığa kadar bilinmeyen pek çok şeyi gün yüzüne çıkarıyor ve size bunu öyle güzel ifade ediyor ki tarih kitaplarından öğrenmediğiniz şeyler hakkında birden fikriniz oluveriyor. Bu dönemde Azerbaycan’a hükmeden Sovyet rejim hakkında yandaş ve karşıt görüşleri diyaloglar halinde görüyoruz kitapta ki bu da yazarın olaylara birden fazla açıdan bakabildiğini gösteriyor. Komünist rejim göklere çıkarılırken burjuva takımının hala lüks ve şatafat içinde yaşıyor olması da ince ince eleştirilmiş. Aralarda gördüğümüz Ayvaz, Firuz ve Akif’in kitaplardan, edebiyattan, Gogol’den ve onun paltosundan çıkan Dostoyevski’den, Tolstoy’dan sohbet etmeleri eski bir tanıdığa rastlamak gibi mutlu ediyor okuru. 

Romanda çoğu kişi Nergis’in acıklı öyküsünden etkilenecektir. Ki kesinlikle haksız değiller. Nergis’in temsil ettiği kadınlar, bu ülkenin karanlık yüzüdür ve hayli keder uyandıran bir meseledir. Ancak bu hikayede beni etkileyen şey Firuz ve Ayvaz’ın dostluk bağı oldu. Öyle ki günümüzde eşi benzeri görülemeyecek kadar mazide kalmış gibi ama bir yandan hala mümkün olduğunu hissettiren bir gerçek yanı da var.

Bu iki dostun arasında devasa bir gül gibi büyüyen ve büyüdükçe etlerini parçalayan dikenlerle kan revan içinde kaldıkları bir modern Harut ile Marut hikayesi okuyoruz. Aralarında büyüyen ve yükselip gökyüzüne Zühre yıldızı olarak asılı kalan Maral ise ikisinin ortak kederi. Daha fazla detay verip okumayanların heyecanını yitirmelerini istemem. Yoksa kitabı baştan sona anlatmak benim için zevk olurdu. 

Yazarın kitabında yazdığı ve her fırsatta söylediği gibi; ‘’Realist roman insanı rahatsız eder. Toplumu uyandırır ve bireyi kendisiyle yüzleşmeye zorlar.’’ Bu kitapla birlikte üzülecek, sevinecek, sinirlenecek, heyecanlanacak ve hatta bu kitabın içinde yaşayacaksınız. Son sayfayı okuyup, kapağı kapattığınızda derin bir soluk verip arkanıza yaslanarak bir müddet sadece kitabı düşüneceğinize garanti verebilirim. Sanırım bu bir yazarın en çok istediği şeydir. Kaan Murat Yanık hep yazsın ve biz daima okuyalım. Okuyalım ki yakıtımız bitmesin, okuduklarımız bizi varacağımız yere ulaştırsın. Dünyasız’ların yolu açık, okuru bol olsun. 

Visited 219 times, 1 visit(s) today
Close