Yazar: 11:49 Röportaj

Doğuş Benli ile 5 Soru – 5 Cevap (Ne Dersiniz)

Çeşitli dergi ve platformlarda öyküleri yayımlanmış, Mutluluğumuza adlı ilk öykü kitabını Notos Yayınlarından çıkarmış Doğuş Benli Mahal Edebiyat dergisi okurlarına kendini nasıl anlatır?

İzninizle bu soruya cevap vermek için Twitter’daki profilimden kopya çekeceğim. Orada profilime yazdığım ilk kelime “baba” olmuş. Gerçekten de kendimi tanıtırken en çok gurur duyarak, mutlu olarak söylediğim cümle, “Güneş ve Ada’nın babasıyım,” olabilir. En önemli ve değiştirilemez özelliğim bence bu. Umarım ömrüm, gücüm yettiğince bu sıfatımın hakkını verebilirim. “Baba”dan sonra bir virgül atıp ikinci sıraya “ODTÜ’lü” yü koymuşum. Hayata nereden bakmam gerektiğini ODTÜ’de öğrendiğimi söyleyebilirim. ODTÜ’nün geleneği, duruşu, havası, suyu bir şekilde beni de etkiledi, etkiliyor. Orada aldığım mühendislik eğitimi de fena değildi sanki. Analitik düşünmeme katkı sağlamıştır, diye umut ediyorum. Üçüncü kelime bu nedenle “mühendis” En sona ise “öykücü” yazmışım. Çünkü son yıllarda bazen bir film izlediğimde, bir haber okuduğumda, güzel bir resme veya fotoğrafa baktığımda ya da ortada hiçbir şey yokken ve canım sıkkınken mesela, aniden “bir şeyler yazmalıyım,” hissi geliveriyor ve bu his de artık benimle. Bunun dışında Ankara’da yaşıyorum. Elektrik-Elektronik mühendisiyim. Boluluyum.  Hatta belli bir yaşa kadar tüm dağların kendiliğinden yeşil olduğunu düşünür, dağların çıplak olabileceğini hayal bile edemezdim. Sonra İç Anadolu’yu gördüm. Yay burcuyum. İdare edecek kadar bağlama çalarım. Dostoyevski’yi, Oğuz Atay’ı, Yusuf Atılgan’ı, Barış Bıçakçı’yı, Raymond Carver’ı, Etgar Keret’i severim.   

İlk kitap dosyası süreci biraz zorludur, hem yazım hem de yayım açısından. Siz bu süreçte ne gibi zorluklar yaşadınız?

Mutluluğumuza’daki öyküleri yazarken bunları bir kitap dosyasında toplamak düşüncesi aklımda yoktu. Dolayısıyla dosya oluşturma zorluğunu, en azından yazdıklarımın bir dosyada toplanabileceğini fark edene kadar, yaşadım diyemem. Daha alt düzeyde, her öyküde hep olagelen, “Acaba bu öykü bir şeye benzeyecek mi? Du bakalım şimdi ne olacak?” tarzında keyifli stresler yaşadım. Öyküler biriktiğinde bir kısmının (Mutluluğumuza’ya aldıklarımın) ortak bir izleği olduğunu fark etmemle birlikte; elimde ne kadar öykü var, kaç kelime, hangi öyküleri dosyaya almalı, hangileri atmalı, gibi endişelerim başlamış oldu.

Yayımlama aşamasında ise öykülerimin Sözcükler, Notos, Kitap-lık gibi dergilerde yer alması, bu dergilerin editörleri tarafından bilinir olmak avantajıma oldu, diyebilirim. Dosya oluşmadan önce öykülerim Ethem Baran’ın yürütücülüğünü yaptığı ve çok faydalandığım öykü grubumuzda Ethem Hoca’nın ve katılımcı arkadaşların filtresinden geçmişti. Dosya haline getirdikten sonra da yakın arkadaşım Pelin Buzluk’la paylaştım. Her yazar için kitap dosyası kıymetlidir ancak Pelin’den dosyaya dair güzel şeyler duymam, iyi bir iş yaptığım konusunda beni daha da cesaretlendirdi. Sonra Pelin’le dosya üzerinde birlikte çalışma fırsatım da oldu. Bu çalışmanın sonunda dosyam yayınevlerine göndermeye hazır hale geldi. En sevdiğim edebiyat dergilerinden biri olan Notos’un yayınevi Notoskitap’tan teklif gelince birkaç ay içinde imzaları atıverdik.  Şubat 2021’de sözleşme imzaladık, Ekim 2021’de yazar kopyalarım elimdeydi.

Dergilerde yayımlanan ve kitaptaki öykülerinizden yola çıkarak oldukça yalın bir diliniz olduğunu söyleyebiliriz. Bu yalın dil zaman zaman üslup açısından, sizde bir kendini tekrarlama hissi yaratıyor mu?

Kitapta belli bir üslup bütünlüğü oluşturduğumu düşünüyorum. Dili yalın ve soğuk olsun, altı çizilecek cümle olmasın diye özellikle uğraştım. Çünkü öyküleştirdiğim konular böyle sade ve soğuk bir dil gerektiriyordu. Öykü neyi gerektiriyorsa dili ona göre seçiyorum. Hikâyenin kahramanı, kafasında bin bir dert varken etrafındaki kuşların cıvıldayışlarını ya da bahar havasının ferahlığını duymuyor haliyle.  Öykülerimde genellikle kahramanları hareket ettirmeyi, onların ne düşündüğünü yazmaya yeğliyorum. Öykü kahramanının ne kadar çok susadığını anlatmak için ağzının “çatlamış bir nehir yatağı kadar kuruduğunu” yazmak yerine dolaptan aldığı su şişesini kafasına dikmesini ve sonra belki elinin tersiyle ağzını silip derin bir oh çekmesini, yani duyguları hareketlerle anlatmayı tercih ediyorum.

Sorunun yanıtına gelecek olursam, hayır henüz böyle bir his gelmedi. Hâlâ sadenin güzelliğinden yanayım ve sanırım bir süre daha böyle yazmaya devam edeceğim.

Doğuş Benli, fotoğraf: Ajda Alçın

Edebiyatın besin kaynağı çok fazla. Doğuş Benli kendini nasıl besler? Öykü, edebiyatın şiirden sonraki en zor alanı, neden öyküyü seçtiniz?

Bir dönem kısa film senaryosu yazıyordum. Senaryosunu yazdığım iki kısa filmi aynı zamanda yönettim, kurgusunu yaptım. Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD) bünyesinde halk gösterimi de oldu. Çok keyifli fakat yorucu işlerdi. Gerçekten çok iyi bir hikâye yakalayana kadar sinemaya ara vermeye karar verdim. Ancak yazmadan da duramadım. Hikâye anlatmak istediğim için ekip kurmadan ve zaman olarak esneyebileceğim, en masrafsız yolu seçtim.

Peki, neden roman değil de öykü. Roman daha profesyonel çalışma isteyen daha meşakkatli bir iş gibi geliyor bana. Yazmadım ama yaz(a)mama bahanem bu. Daha en başından her şey planlı olmalı, karakterin yürüyüşünden, tuttuğu takımdan, travmalarından, sesinin tonuna varıncaya dek her detay ince ince düşünülmeli. Öyle olmalı ki, hikâye yolda başka bir yere savrulmasın.  Hikâyenin baştan belli olması ise öyküdeki belirsizlikle kıyasladığımda bana daha az heyecanlı geliyor. Sanırım şimdiye kadar hikâyesini baştan bilerek yazdığım hiçbir öyküm içime sinmedi. Bir şekilde olmadı, yavan kaldı. Ya da ben her şeyi baştan bildiğimden yaratım sürecindeki heyecanı hiç hissedemedim ve bu da kalemime olumsuz yansıdı. Neyse çok uzattım, demem o ki öykü yazarken aldığım keyfi roman yazsaydım alamazmışım gibi geliyor. Tabii bir de öykü daha kısa sürede yazılabiliyor. Yoğun bir iş temposundayken başka bir seçenek de pek kalmıyor aslında.

Matbu ve dijital alanda takip ettiğiniz dergiler hangileridir?

Notos, Sözcükler, Ecinniler, Parşömenfanzin, oggito, bibliyomag’ı takip ediyorum. Artık Mahal’i de edeceğim. (Gülüyor.)

Doğuş Benli bir kadın yazar olsaydı, bize en fazla nelerden şikâyet ederdi?

Son dönemde kadın hareketinin gücü beni çok etkiliyor. Neredeyse toplumsal her alanda yerleşik ataerkil güç odaklarına karşı verdikleri mücadeleyi hayranlıkla takip ediyorum. Şikayet ederdim demeyeyim de kadın bir yazar olsam, her türlü ayrımcılığa ilişkin daha çok empati kurarak daha içten metinleri kaleme alabilirdim. Yine de şimdilik bu konuda Mutluluğumuza’da yer alan bir öyküyle elimden geleni yaptığımı söyleyebilirim.

Mutluluğumuza’da yer alan “Ondan” öyküsünde erkek şiddetine uğrayan bir kadının sıkışmışlığını anlatıyorum. O hikâyenin sonlarında, karakterimiz Kadıköy iskelesinin yakınında bir bankta denize karşı otururken, biz okuyucular arkada toplaşan kadın kalabalığını fark ederiz. Kahramanımız da kadınları görür ama orada ne olduğunu pek anlamaz. Buna rağmen, kadınların etrafında olmasından, cesurca seslerini yükseltmelerinden ve coşkulu kalabalıklarından dolayı artık ilk baştaki o umutsuz hâli yavaş yavaş kaybolur. Kadınlar meydanda dans edip şarkı söylerken biz buradayız, güçlüyüz, korkmuyoruz mesajı verirler. Kadın bir yazar olsam kadınlarla daha iyi empati kurabilir ve muhtemelen bu hikâyeyi daha iyi yazabilirdim.

Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederim.

Mutluluğumuza…

Editör: Onur Özkoparan

Visited 10 times, 1 visit(s) today
Close