Biz köylüler basit insanlarızdır. Kendimizden olmayan biriyle karşılaştığımızda hele de o bir yabancıysa içine düşeriz. Bir de yabancının kıyafeti düzgün, dili de çalımlıysa dünyanın en namussuz insanı dahi olsa o bizim başımızın tacıdır. Bizim içimizden de okumuş yazmış, güzel giyinen güzel konuşan insanlar çıkmış mıdır? Çıkmıştır elbet ama hiçbiri dışarıdan gelen yabancı kadar kıymetli değildir. İçimizden çıkan için; ha o mu falancaların çocuğu değil mi? Zaten beş parasızın biriydi. Şimdi cebi üç kuruş para gördü, üç beş kitap okuyunca adam mı oldu? Hâlbuki dışarıdan gelen öyle mi? Orasını bilemezdik ama muhtemelen babası kış gecelerinde anlatılan masallardaki saraylarda, konaklarda yaşıyordu. Annesinin emrinde hizmetçiler vardı. Yoksa elleri bu kadar yumuşak, teni bu kadar beyaz olabilir miydi?

     Biz köylüleri en çok etkileyen bir başka şey ise bilmediğimiz yerler hakkında anlamını bilmediğimiz sözcüklerle anlatılanlardır. Mest oluruz. İsterse anlatan en ağır hakaretleri etsin, o yabancı söylüyorsa çok güzeldir. Ve de doğrudur. Burası en önemli kısmıdır.

 Bütün gelen yabancılar kötüdür ya da bizim içimizden hiç kötü çıkmaz demiyorum. Ama bütün güzel konuşan ve iyi giyinen yabancılar da iyi değilmiş. Tabi bunu öğrenmek için bir yıllık kazancınızı vererek öğrenirseniz nesiller boyu unutmazsınız, anlatır durursunuz.

 Dediğim gibi bizim içimizden de okuyup yazan insanlar çıkmıştır. Hepsi de bizden daha iyi iyi insanlardır. Çünkü geriye dönüp bize yardımcı olmayı kendilerine görev bilmişlerdir. Peki, biz ne yapmışız…

Her yıl olduğu gibi o yıl da köyümüzün tek derslikli okulunda görev yapan öğretmenin sene sonunda tayini çıkmıştı. Ne hikmetse bizim köye gelen öğretmenler bir yıl kalıyordu. Arkasından tayinleri çıkıyor, ya ilçe merkezine ya da merkeze yakın yol üstü köylere gidiyorlardı. Dedim ya bizim köyümüzden de okuyup öğretmen olanlar vardı ancak onlar bizim köye tayin istemezlerdi. Birisi bir keresinde denemişti de kadıncağızın burnundan getirmişlerdi. Öyle olunca da arkası gelmemişti. Biz her yıl bir yıllık öğretmenimizi balla börekle karşılar, kete çörekle uğurlar yenisini beklemeye başlardık.

    Eylül ayının on beşi gelmiş okullar açılmıştı. Bize gelen giden yoktu. İki hafta köyün içinde boş avare dolandıktan sonra bir minibüsün arkasına takılıp tozu dumana katarak okulun bahçesine girdik. Minibüsün kapısı açıldı. Kırmızı topuklu ayakkabı, file çoraplı enfes bir bacakla bizim bozarmış çimenlerimizi şereflendirdi. Hiç kimse bu güzel manzaranın üst tarafına bakmayı aklını ucundan bile geçiremezdi. Çünkü o çimenler ve bilumum çayırlarımız asırlardır çarığa, kara lastiğe, asker botuna ve Sümerbank iskarpinlerine kadar çok ayakkabı görmüştür. Ancak hepsi toplansın bu kalem topuğa, bu parlak ince kırmızı buruna ve file çorap içindeki bu enfes bacağa kurban olsunlar.

 Minibüs şoförünün höykürmesiyle kendimize geldik. Ne batağa bakan malak gibi donup kaldınız. Tutun şunların ucundan. Hepimiz elimize tutuşturulan denkleri, kutuları torbaları lojmana taşıdık. Kırmızı ayakkabılar ve kocası saçımızı okşayıp birer püsküllü şeker verip bizi evlerimize gönderdi. Şimdi gel de meraklanma. Hangisi öğretmen?

Ertesi gün okul başladı ve maalesef öğretmen olan kocasıymış. Olsun kırmızı ayakkabılar her gün en az iki saat okula geliyordu. Biz ders çalışırken onlar kendi aralarında fısır fısır konuşuyorlar ders bitince biz eve, onlar lojmana gidiyorlardı. Köylü mutluydu. Okul açılmış, çocuklar öğretmensiz kalmamıştı. Danaya, kuzuya çoban lazım olduğunda izin almakta sorun olmuyordu. Daha ne olsundu.

İki hafta geçince köylü sıraya girip öğretmeni ve eşini yemeğe davet etmeğe başladı. Her gece biz evde, kimin gücü neye yeterse pişiriyordu. Ama her sofranın başyemeği ya bir tavuk ya da bir horozdu. İki ay sonra sıra başa dönmüştü. Çünkü öğretmenin ve eşinin sohbetine doyum olmuyordu. Memleketlerinde ailelerinin uçsuz bucaksız topraklarından, mavi sularda salınan kayıklarından, yılda en az üç ürün veren tarlalarından anlattıkça bizim iki metre kar altında kalmış dünyamız renkleniyordu. Eh böyle insanlar da asla kötü olamazdı. Bir düşünün bunların yerinde bizim köyden çıkan bir öğretmen olsaydı ne anlatacaktı?

 Neyse efendim, ikinci defa davetler başlayınca tavuğun horozun yanına ufaktan kavurmalar, gün pastırmaları çıkmaya başladı. Bunca varlıklı, güngörmüş ailelerin çocuklarını kuru sofraya oturtmak bize yakışmazdı. Bir akşam yemekler yendi, kahveler içildi. Öğretmenimiz ve onu dünyalar güzeli eşi bizi kendi dünyalarında şöyle bir gezdirdiler. Ancak sanki eski neşeleri yoktu. İkisinde de bir sıkıntı vardı. Aldı bizi bir merak. O günden sonra hangi eve gitseler yemekten sonra sohbet ittirerek bir yere kadar gidiyor bir yerden sonra tıkanıyordu. Nerede o eski neşeli günlerimiz nerede bu. Bir gün ev sahibi dayanamayıp sordu. “Hocam neyiniz var? Bilmeden bir kusur mu ettik?” Öğretmen kıvrandı, açıldı. “Nasıl desem bilemem ki” deyip sonunda söze girdi. Meğerse bu güzel insanların derdi bir araba almakmış. İlkokul öğretmenlerinin yardımlaşma sandığımı ne öyle bir şey varmış. Öğretmenlere araba veriyormuş. Bizimkiler de başvurmuş ama sandığın başındaki üç beş üçkâğıtçı paraları yemiş. Şimdi bizimkilerde kredi çekip araba almak istiyorlardı. Bizim öğretmenin babası istese şimdi altına araba çekermiş ama bunu da eşi istemiyormuş. Ne asil bir kadın!

 Bütün kış her yemekten sonra bu işin çaresini düşündük. Düşündük diyorum, ben daha çok düşündüm. O kırmızı ayakkabılar neden bizim köyün boklu sokaklarına değsin ki? Hem böyle öğretmen bir daha gelmez. Adamcağız ekim ayından beri köyden dışarı çıkmadı. Bizimkiler olsaydı ooh. Aybaşı geldi maaş alacağım, yok ilçe müdürü çağırdı yok kaymakam çağırdı. Bahane bulunca kaçarlardı.  El’de ne iyiler var.

 23 Nisan Bayramı bitince büyüklerimiz öğretmenimize bir müjde verdiler. Banka kredisi için kefil olacaklardı. Ziraat Bankası o dönem öyle her önüne gelene kredi vermiyordu. Bir köylü için en az beş köylüyü kefil ederdi. Sonunda köyümüzde çifte bayram yapmıştık. Öğretmenimiz mutluydu, güzel eşinin yüzü gülüyordu.

 Bayram ertesi ilk pazartesi günü köyün ileri gelen on hanesinin reisi, tıraş olup temiz elbiselerini giyindi, yolların açılmasıyla sefere başlayan minibüse binip, öğretmenle beraber ilçeye gittiler. 

 Banka müdürü köylüleri tanıdığı için buyur ediyor. Bu arada yabancı çifti merak edip soruyor. Bizimkileri yer yerden uçsuz bucaksız toprakları, mavi sularda salınan kayıkları, yılda üç kez ürün veren tarlaları anlatıp en sonunda öğretmenimiz ve eşi diye tanıtıyorlar.  Müdür bey “ne istiyorsunuz” diye sorunca; gene bizimkiler öğretmene fırsat vermeden durumu anlatıyor. Müdür itiraz etmeye kalksa da hepsi bir ağızdan karşı çıkıp işi daha da ileri götürüyorlar. Krediyi kendi adlarına çekip birbirlerine kefil oluyorlar. Müdür bey “siz bilirsiniz” deyip imzaları alıyor.

 Bankadan çıkınca parayı öğretmenin eline sayıyorlar. Öğretmenimizin güzel eşi o gün gene kırmızı ayakkabıları ve fileli çoraplarıyla ilçede geziniyor. İş bitince müsaade isteyip İl’e giden otobüse biniyorlar. Öyle ya arabayı alıp gelecekler. Hem eşyaları da köyde. Adamcağız bu yazı bizim köyde geçirecek daha ne olsun.  Otobüs kalkarken bizim köyün ileri gelenleri hep birlikte uğurlama için sıraya girmişler. Güle güle gidin güle güle gelin. Selametle.

Akşam köyde anlata anlata bitiremediler. “El de iyi çok, sanki bizimkiler mi?” Kadın bankadan çıkınca on kişiyi şehir kulübünde yemeğe götürmüş. Yedirmiş içirmiş.

 Bu arada bizim öğretmen giderken on gün izin aldığını bu yüzden karneleri erken dağıtacağını söyleyip dağıtmıştı. Hepimizinki pekiyi. 

 Mayıs ayının onu gelip okullar tatil olunca bizim köylü öğretmenler de köye dönmeye başladılar. Daha önce bizim köyde çalışıp başına olmadık iş açtığımız abla da köye dönmüştü ama ayağında mekap ayakkabı. Pehh!

 Gelene anlatıyorduk Biz bir peri masalı yaşamıştık. Prensle prensesimizde bu gün yarın dönecekti. Haziran ayının on beşi olup kredinin birinci taksiti gelince masal birden bitti. Bankadan gelen ihtar kâğıdını alan köyün ileri gelenleri önce bankaya, arkasından ilçe eğitim müdürlüğüne gidiyorlar. İlçe müdürü, bin bir özürle; “geçen kış okulu öğretmensiz bıraktığı için ne kadar üzgün olduğunu ama önümüzdeki yıl ne yapıp edip mutlaka bir öğretmen atayacağını” söyleyince çaylar yarıda kalıyor.

İşte böyle. Dedim ya biz köylüler basit insanlarız ama iyi değiliz. Şimdi diyeceksiniz ki kötülük bunun neresinde. Ben kötü demedim ki sadece iyi değiliz dedim.

İdris Erdoğdu
Latest posts by İdris Erdoğdu (see all)
Visited 6 times, 1 visit(s) today
Close